The Mandalorian – Uzaylılar, Silahşörler ve Baby Yoda

Star Wars fanları, tam da Star Wars, Disney’in ellerinde öldü bitti diye sızlanırken geldi: Disney+’ın ilk özgün dizisi The Mandalorian. Girişi şaaşalı oldu, ancak daha ilk sezonun takip eden bölümlerinde fanlar arasında çatlak sesler çıkmaya başladı. İlk sezonun sona erdiği şu günlerde ele aldığım bu yazıda, The Mandalorian nereden geliyor, nereye gidiyor, amacı ne, şöyle bir bakış atmak istedim.

Disney+’ın İlk Ağır Topu: The Mandalorian

The Mandalorian, elbette Disney’in yeni streaming servisi Disney+’ın tanıtım materyali olduğu için oldukça büyük bir önem arz ediyor. Üstelik görevi burada da bitmiyor. Küskün Star Wars fanlarını 9’uncu Bölüm öncesi geri kazanmak ve yeniden oyuncak sattıran bir karakter tanıtmak gibi misyonları da vardı. Görünen o ki bunları da (kısmen) yerine getirdi The Mandalorian. Peki bu ticari kaygılardan öte bir olayı var mı bu dizinin? Örneğin bir Expanse, Game of Thrones ya da Breaking Bad gibi kendine ait bir külliyatının olması planlanıyor mu? Gelin, diziyi biraz analiz ederek, bu konuda bir tahmin yürütmeye çalışalım.

mandalorian

Konuya girmek için sanırım Firefly‘dan daha iyi bir yer yok. Kült dizi yaratma uzmanı Joss Whedon’ın 2002 tarihli, sadece 13 bölüm çekildikten sonra iptal edilen ama yapımcının diğer dizilerinden bile daha yüksek bir kült mertebesine ulaşan uzay western’i dizi. Gizli bir gerçek değil ama dizinin yaratıcısının bile itiraf ettiği şekilde, Han Solo ve Millenium Falcon’dan etkilenerek, “onların maceralarına odaklanan bir dizi olsa nasıl olurdu?” sorusuna cevap arayan Firefly, büyük oranda birbirinden bağımsız, episodik nitelikteydi ve biraz da çok sempatik oyuncuları sayesinde azımsanmayacak bir fan kitlesi toplamıştı. Ancak bu bile ilk sezonunun sonunu görmesine yetmemişti.

Disney’in Bitmeyen Firefly Sevdası

Firefly’ı niçin kimse tekrar hayata geçirmedi, başka bir yazının konusu, ancak Disney Star Wars markasını satın aldıktan sonra ilk işi, hatırlarsınız, prequel üçlemenin ortasında geçen Clone Wars animasyon serisini iptal edip, aynı ekiple orijinal üçlemeye yakın duran Rebels serisini çekmek olmuştu. Rebels’ın ilk sezonu ise katıksız bir Firefly çakmasıydı. İkonik bir gemi ve içinde beş benzemez bir ekip, aralarındaki “sert kadın”, “veteran kaptan”, “aksi huylu ve iri adam”, “uçarı kız” ve “child prodigy” stereotiplerine kadar araklanmış, tıpkı Firefly’daki gibi kaçak göçek biçimde güneş sistemleri arasında seyahat edip aldıkları görevleri yerine getiriyorlardı.

mandalorian

Star Wars’tan esinlenilen bir diziden esinlenerek bir Star Wars dizisi çekmek, en iyi tabirle acınası bir hamleydi. Neyse ki Rebels ikinci sezonundan itibaren Star Wars’a özgün öyküler anlatmaya dönerek git gide güzelleşti. Ancak şimdi de Mandalorian, aşağı yukarı aynı şeyi yapıyor. İkonik gemi, sert kadın, veteran kaptan, child prodigy… Hemen hepsi yerli yerinde ve kaçak göçek görevler alıp ifa ediyorlar. Üstelik tıpkı Firefly’daki gibi sırtını western klişelerine yaslayarak.

İlk İntiba Önemlidir

Aslında ilk üç bölümünde, acaba episodik nitelikte olmayacak mı diye sordurdu Mando. Özellikle ilk ve üçüncü bölümler, sağlam prodüksiyon kalitesi, bölümler arası devam eden hikayesi, çok sıkı müzikleri ile hemen herkesi etkileyen bir giriş yaptı. Fakat sonraki üç bölüm, her biri bilinen western klişelerini takip eden, birbirinden tamamen bağımsız ve pek Star Wars kokmayan yapısıyla soru işaretleri doğurdu. Son iki bölümde ise dizi kaldığı yere dönüp sezonu başladığı gibi etkileyici bir biçimde tamamladı.

Dizinin kalburüstü bölümlerine baktığımızda, kısa ama kaliteli aksiyon, akıcı diyaloglar, yer yer şaşırtıcı olmayı başarabilen bir hikaye dikkat çekti. Ancak kötü bölümlerde de tam tersine her şey kötüydü. Uzun ve anlamsız aksiyon sahneleri arasına sıkışmış klişe hikayelerden ibaret bu bölümler, dizinin zaten yarım saat olan süresiyle birleşince, “ben ne izledim şimdi?” sorusunu sordurdu.

Dizinin bu inişli çıkışlı kalite grafiğinin nedenini tam bilemiyoruz. Bana öyle geliyor ki, dizinin tüm prodüksiyonu, yazımı da dahil, aceleye gelmiş olabilir. Sezonu taşıyacak bir materyal bulunamamış olabilir. Ayrıca dizinin oyuncu kadrosunun da rakip dizilerin yanında sönük kalması; en önemli rollerden birini bir güreşçinin oynaması (ki en tahammül edemediğim şey güreşçilerin oyunculuğudur), yan rollerin hepsinin son yıllarda bir kontratı bulunmayan oyuncular tarafından canlandırılması da bunu destekler türden.

İnsan Yalnızken de mi Çıkartmaz O Kaskı?

Öyle ki, aralarındaki tek “aktif” oyuncu baş roldeki Pedro Pascal, ancak o da bölümlerden birini yöneten Bryce Dallas Howard’ın da belirttiği üzere, çekimler esnasında sete bile gelmiyormuş. Hatta onun yerine sette kaskıyla rol yapan dublörü, meşhur western aktörü John Wayne’nin torunu Brendan Wayne’miş. Zaten son bölüme kadar çıkmayan o kaskın altında böyle ucuz bir numara olacağını tahmin ediyordum.

mandalorian

Ucuz numara demişken, dizinin en büyük silahı tıpkı Firefly’daki River gibi, bebek Yoda. Dizinin, kahramanlarımız adına çıkmaza giren her anını, tipik bir deus-ex machina örneği olarak çözen bebiş, bu sayede ön planda olduğu dizilerin tansiyonunu artırıyor. Zaten dizinin izleyiciler tarafından pek beğenilmeyen üç bölümü, bebek Yoda’nın geri planda kaldığı bölümler. Belki de tipik bir illüzyon numarasındaki dikkat dağıtıcı öğe gibi, o olmadığında kalitenin düşük olduğu gözümüze çarpıyordur, kim bilir? Üstüne üstlük, bu karakterin, Rey, Kylo gibi karakterlerin başaramadığı yeni bir oyuncak furyası yaratmayı başardığını da unutmamak lazım.

Bir Avuç Cumhuriyet Kredisi İçin

Bu Mando – bebek Yoda ikilisi, biraz daha irdelenirse aslında oldukça ilgi çekici hikayelere olanak tanıyabilir diye düşünüyorum. 70’lerin meşhur manga serisi ve uyarlama filmi olan Lone Wolf and Cub ve ünlü komedi western’lerden 3 Godfathers’tan da esintiler taşıyan bu sürpriz ikili, şimdilik kaynak materyallerinin seviyesine gelemese de büyük sempati topladı. Bu ikilinin dizinin gelecek sezonlarının da temel taşı olacağı belli ama nasıl hikayelere gebe olduğu şimdilik meçhul.

Tabi bu alıntı ve pastişlere girmişken, Mandalorian’ın tipik bir yalnız kovboy – ya da Japon kültüründeki popüler karşılığıyla bir Ronin – tiplemesi olduğu belli. Baş karakter, özellikle Sergio Leone’nin İsimsiz Adam üçlemesinde Clint Eastwood’un canlandırdığı karaktere dayandırılmış. 5. bölüm The Gunslinger’ın öyküsü ise, üçlemenin ikinci filmi For A Few Dollars More’a son derece benziyor zaten. 4. bölüm The Sanctuary’nin öyküsünün, Kurosawa’nın meşhur Seven Samurai’dan (ya da western uyarlaması The Magnificent Seven‘dan) birebir alındığı zaten izleyicilerin gözünden kaçmadı. Dizinin bir diğer kuvvetli esin kaynağı da, sezonun ilk ve son bölümlerinde göze çarpan göndermeler olan, meşhur western filmlerinden The Wild Bunch.

Düz Ninja Etkisi

Tabi bu western esintileri, bir yandan abartıya kaçmakla birlikte, öteki yandan Star Wars markasının son yıllarda bence en büyük sorunlarından biri olan “her şeyin daha büyüğü ve daha fazlası” gidişatının tersine bir etki yaratıyor. Malum, western’ler doğaları gereği küçük ölçekli filmlerdir, iyi bir western hikayesinde bir Death Star’ın yeri yoktur! Altı üstü bir AT-ST ya da bir E-Web, kahramanlarımızın kabusu olabilir (ki E-Web’in kullanıldığı sahne The Wild Bunch, söküldüğü sahne ise Rambo kokuyordu). Bu küçük ölçekli tehlikeler, çok daha inandırıcı ve izleyici tarafından ilişkilendirilebilir bir konsept ortaya çıkartıyor.

Yine de şu soru sorulabilir; ilk sezonu için anlatacak özgün bir hikaye bulamayan bir dizi, gelecek sezonlarda ne vaat edebilir? İşte işin burasında ben iyimserim. Öncelikle, gelecek sezona bir şeyler yazmak için çok zaman var ve dizi de tuttuğuna göre üzerinde çok daha fazla çalışılabilir. Ayrıca bir de sonradan özgünleşen bir Rebels gerçeği var ki, onu da çeken kişi olan Dave Filoni’nin parmağı Mandalorian’da da var.

SWCU mu Geliyor?

Tabi yapımcı kadroya değinmişken, Jon Favreau’dan bahsetmeden olmaz. Aslında dizinin ilk sezonu beni daha çok tatmin etmiş olsaydı yazıya Favreau ile giriş yapardım. Zira bugüne kadar daha ziyade Marvel sinematik evrenindeki yönetmen, oyuncu ve prodüktör görevleriyle tanıdığımız -belki de MCU’nun Kevin Feige ile birlikte en etkin ismi olan- Jon Favreau, bu iş için seçilmiş sıradan bir isim değil. Hani son günlerde, Scorsese’nin çok eleştirdiği bir “Marvel formülü” var ya… İşte onu Iron Man filmleri ile ilk oturtan ve sevdiren kişi Jon Favreau. Disney, büyük ihtimalle -yine Star Wars için adı geçen- Feige ve Favreau’ya, aynı formülü Star Wars için de oturtmaları için yeşil ışık yaktı.

Şunu kabul etmek gerekir ki, Feige ve Favreau, vakitleri ve yetkileri olursa bu misyonu başarı ile yerine getirirler. Ancak biz Star Wars fanları bunu mu istiyoruz? Pek çoğumuz için cevap evet. Ama benim de içlerine dahil olduğum bir kitle var ki, Star Wars’u çok daha derin, detaylı, ince işlenmiş, bir yandan karakterlere odaklanırken, içinde bulunduğu evrenin de yapısını işlemekten geri kalmayan haliyle seviyor. Disney dönemi işlerinden Rogue One gibi bazı eserler bu yoldan yürüyerek başarı da elde etti ama Marvel sinematik evreninin geneli daha hafif filmlerle bezeli.

Galaksiye Bir Bakış

Aslına bakarsanız, derinlik konusunda Mandalorian’ın bazı bölümleri, olumlu sinyaller de vermedi değil. Disney’in, Skywalker Saga dahilinde çektiği üçlemede, eksikliğinden hep yakındığım o çevresel hikayeler, Mandalorian’ın bahsettiğim iyi bölümlerinde yer alıyor. Bazen öylesine, bazen ise etraflı şekilde, örneğin Star Wars dendiğinde önemli olgulardan biri olan galaktik ödül avcılarının nasıl çalıştığı, dizide detaylandırılıyor. Mandalorian denen gizemli kabilenin geleneklerine dair pek çok ipuçları alıyoruz. İmparatorluğun yıkılması sonrası sistemlerin içinde bulunduğu hale yönelik görüntüler de var. Ancak bunların bazı noktalarda pek de özgün olmadığını da söylemek gerek; ama olsun. İyi niyetli yaklaşımların da hakkını verelim.

Tabi The Mandalorian dizisinin gidişatını biraz da fanların reaksiyonları belirleyecek. Gördüğümüz üzere HBO ve Netflix gibi biraz daha yetişkinlere yönelik dizilere kucak açan platformların izleyicileri, daha sofistike, incelikli, hatta siyasi duruş sahibi dizilere ilgi gösterme eğiliminde. Dolayısıyla bu platformlar için çekilen diziler (ki sadece dramalar değil, Daredevil ve Watchmen gibi çizgi roman uyarlamaları da dahil) bu anlamda giderek zenginleşiyor. Ancak Disney+, çocuklara yönelik bir çizgi izlemek uğruna daha sığ sularda yüzerse, çok da şaşırmam. Biz yine de aksini umalım.

Yorumlar