The Umbrella Academy II – Alternatif Zamanlar, Alternatif Kahramanlar

Umbrella Academy’nin ikinci sezonu sessiz sedasız geldi. Herkes Covid-19’la uğraşırken, süreçten dolayı bütün Sinema ve TV sektörü tamamen sekteye uğrar diyorduk ve nitekim bir şekilde uğradığı noktalar da olmuştur ama benim herhangi bir dizinin yeni sezonunun geleceğine dair ümidim yoktu. Bir şekilde Umbrella Academy geri döndü ve gelin birlikte bakalım, neler yaşandı.

Geçmiş dönemde, dizinin finali hiç beklemediğimiz bir şekilde, aslında tamamen normal biri gibi görünen Vanya’nın (Number 7) hiç bilmediğimiz yok edici bir güce sahip olduğunu öğreniyorduk ve sürekli bahsi geçen Kıyamet’in aslında Vanya tarafından getirilişini ve tüm kardeşlerin Vanya tarafından öldürüldüğünü görüyorduk.

Sonrasında 5’in, zamanda açtığı boyut kapısıyla beraber ortadan kaybolan kardeşlerin nereye gittiğini merakla beklemeye başlamıştık. Ve o boyut kapısının hangi zamana ve nereye açıldığı belli oldu;

60’lar ve Dallas!

Yazımız bu noktadan sonra bir miktar Spoiler ihtiva edeceği için, bu noktadan sonra okumak istemezseniz, anlayışla karşılarım.

Dönem Dizisine Giriş

Umbrella Academy, sezon başlangıcı itibariyle modern bir görüntüyle başlasa da, hiç vakit kaybetmeden hızlıca bir dönem dizisi görünümü alıyor. Kostümler, müzikler, insanlar. Dizi tamamen bambaşka bir formata dönüşüyor. Bu noktada, 60’lar ruhunu oldukça güzel bir şekilde yansıtsa da, 60’lara ait TV yapımlarındaki tarzı yakalamak gibi bir derdi de yok.

60’lara ait en önemli konu ve ikinci sezonun main plot’u, tabi ki amerikan tarihinde büyük bir yer tutan ve belki de, dünyadaki işlerin gidişatını dahi etkileyen “J.F. Kennedy Suikast’i” . Sonrasında ise dönemin ilk Afro-Amerikan ayaklanmalarının hazırlıkları, mafya bağlantıları, 60’larda amerikan aile hayatı, barış yanlısı çiçek çocuklar gibi o döneme ait her konuya değiniyorlar.

Bahsi geçen bu olaylara, her bir karakter tam olarak da kendilerine uygun olan şekilde dahil olmaları, Umbrella Academy’inin ikinci sezonunu, henüz yazının başında başarılı bir yapım olarak tanımlamam için yeterli. Biraz sonra karakterlerden bahsedeceğiz fakat, kim Klaus’un bir kült lideri olmasını ve peşinden onlarca insanı barış adı altında sürüklediğini görünce şaşırabilir ki?

Kardeşler Nerede?

Luther / Number One – Luther, portal Dallas’a 60 yılının başlarında düştükten sonra, cüssesi ve tuhaf görünüşü sebebiyle zorlansa da, kısa sürede Dallas’ın ünlü mafyalarından birinin yanında hem koruma, hem de illegal bir dövüşçü olarak hayatının üç yılını bu şekilde geçiriyor. Luther’ın ne olursa olsun pozitif yanını korumaya devam etmesi, Luther’ı sevmemin en büyük nedenlerinden biri.

Yine de, Luther’ın mafya ile olan ilişkisinde, yapmak istemediği bir işe zorlanmasını ve mafyanın kötü yanlarını yaşamasını beklerken, içine battığı batak çok hafif geçildi diye düşünüyorum. Luther, birilerini bardan dışarı atmak ya da illegal dövüşlerde insanları bir anda nakavt etmek dışında, birini öldürmek zorunda kalmadı. Ki, Luther’ın karakter yapısına tamamen ters bir iş yapmaya zorlanması çok daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.

Diego / Number Two – Herhalde yeni sezona en kötü başlayanlardan biri Diego’ydu sanırım. Bir akıl hastanesinde, gelecekten geldiğini iddia ederken, yaklaşan başkan suikastini insanlara anlatmak, pek makul bir seçenek değildir. Yine de, dilediği zaman sağlıklı olduğunu kabul ettirebilecek zekaya sahip olduğunu kabul etsek de, sürekli tetikte olma zorunluluğu, istedikleri gerçekleşmediği takdirde gerçekleşen öfkelenmeleri ve başına buyruk hareketleri sebebiyle, birçok kez ölmenin eşiğine geldiğini görüyoruz. Yine de, bu sezonunu Diego için buruk da olsa mutlu bir sonu var diyebiliriz. Kaç kişi hayatının aşkıyla akıl hastanesinde tanışabilir ki?

Allison / Number Three – Umbrella Academy bize Diversity’nin en güzel örneklerini sunan dizilerden birisi. Amerika’ın siyasal yapısına dair, 60’larda olup biten her şeyi Allison’la beraber biz de yaşıyoruz. 60 yıllarda Afro-Amerika’lıların yaşadığı ayrımcılıkları, bu ayrımcılığa karşı duruşlarını, kendilerini nasıl korumak zorunda olduklarını ve haklarının kazanmak için, içinde bulundukları mücadeleleri oldukça güzel bir şekilde aktarıyor.

Aslında Allison gibi bir karakterin bütün sorunları, tek bir cümleyle ortadan kaldırabileceğini biliyoruz. Fakat elinde bulundurduğu gücü artık kullanmak istememesini, sebeplerini ve güçleri olmadan kazandığı hayatına nasıl dört elle sarıldığını görebiliyoruz. Zaten bu dava, bu şekilde kolay bir şekilde kazanılsaydı eminim birçok hayranı kızdırabilirdi ve kızdırmasa da, bu doğru olmazdı diyebilirim.

Klaus / Number Four – Dizide birçok insan için favori karakterlerden birisi de Klaus. Hemfikir olmayacağınıza eminim ama ilk sezonda Klaus hiçbir zaman favori karakterlerimden biri olmamıştı fakat ikinci sezonda fikirlerim değişti diyebilirim. Amerika’daki savaş karşıtı, o dönemler çiçek çocuklar olarak adlandırılan, doğu mistizmine kendini kaptırarak, yeni bir hayat arayan insanlar için, belki de Amerika’da sayısız düzeyde kült ya da kendilerinin deyimiyle ruhani topluluk mevcuttu.

Elbette, 6 Numara’nın yardımıyla, Klaus’un hep aradığı kolay hayatı kazanması hiç de zor olmuyor. Kendini artık Mesih olarak tanıtan Klaus’un, oldukça kısa sürede bitmek tükenmek bilmeyen ilgiden sıkıldığını çok rahat görebiliyoruz. Her karakter iki sezon içerisinde elinde bulundurduğu gücün getirileriyle ya dizinin başında yüzleşip normal bir hayat arıyorlardı ya da bir noktada çöküşe geçiyorlardı. Klaus’un bu sezonda güçleri yüzünden değil de, isteklerinden kaynaklı olarak bir çöküşe geçtiğini görüyoruz.

Number Five / The Boy – Five’ın bir ismi var mıydı? Yoksa ben Five’a o kadar alıştığım için hiç ilgilenmedim mi bilmiyorum ama ilk sezonda tamamen ortadan kaybolup, dönüşüyle birlikte sürekli bir felaketin eşiğinde yaşayan Five’ın dizideki yeri bu sezonda daha da artıyor. Five, dizideki açık ara en favori karakterim diyebilirim. 60’larınıza yaklaşmış olup, yine de hep bir çocuk gibi kalmanıza rağmen, tecrübeleriniz ve bildiklerinizle dünyanın her anını yaşayabileceğinizi düşündüğünüzde, bu bana çok fazla geliyor ama güçlerinden bir an olsun bile şikayetçi olmaması ve sürekli ciddiye alınmamasıyla Five (ve Five’ı canlandıran Aidan Gallagher) daima favorim olmaya devam edecek diyebilirim.

Umbrella Academy’de sürekli zaman ve gerçeklik algısıyla oynansa da, bunun bir türlü bir paradox halini almaması sorunsalını dile getirmemeleri beni biraz düşündürse de, bu sezonda Five’ı çok farklı bir şekilde görüyoruz. Bu konuda spoiler vermeyeceğim.

Ben / Number Six – Ben’i bu sezon daha aktif görüyoruz. Klaus aksini iddia etse de, zaman yolculuğunda Klaus’la beraber 60’lara gelen Ben, uzun yıllar boyunca Klaus’la birlikte olmaktan kurtulmak konusunda bu sezon biraz daha istekli ve “The Horror” olarak bildiğimiz güçlerinin dışında, bir de öldükten sonra bir hayalet olan Ben’in farklı bir gücü olduğunu fark ediyoruz. Aslında, bu sezon dünyanın yok olmaktan kurtaran karakter, bizzat Ben dersek yanlış olmaz.

Vanya / Number Seven – Birçok Amerikan dönem dizisinde, görmezsek olmaz dediğimiz, klasik Amerikan ailesi dramalarını Vanya’yla birlikte görüyoruz. Vanya o dönemlerde, ve hatta bizim Yeşilçam filmlerinde de, çekilen birçok yapımda olduğu gibi bir trafik kazasıyla yeni ve yasak bir aşka adım atıyor.

Yanında yaşadığı ailenin engelli çocuğu olan Harlan’a bakıcılık yaparken, bir anda ailenin annesi Sissy ile birlikte o dönemlerde asla kabul görmeyecek bir ilişkinin adımlarını atarken, bir yandan da yine sahip olduğu güçleri yeniden keşfetmek durumunda kalıyor. Sanırım bu Vanya için olması gereken bir şey. Ay’ı patlatabilecek güce sahip birinden bahsediyorsak, güçlerinden haberdar olmaması daha hayırlı olsa gerek. Fakat Vanya güçlerini yeniden keşfederken, bir yandan da Vanya’nın güçlerini daha da kontrol edilebilir bir şekilde kullandığını görüyoruz.

Swedes

Ve Diğerleri

İkinci sezonda beni şaşırtan ve bir yandan da mutlu eden gelişme muhtemelen Sir Reginald Hargreeves’i ve hikayesinin bir kısmını görmek oldu. Kennedy Suikastıyla başlayan hikayede, dönemin yaşadığı soğuk savaş gerginliğini, Amerikan Derin Devleti’ni Sir Hargreeves’le birlikte görüyoruz. Bu konuda da spoiler vermek istemiyorum zira fazlasıyla yarım bırakılan bir gerçekle karşılaştık. O da, Sir Hargreeves’in bir bilim adamından çok fazlası olduğuydu.

Dizideki bir başka yeni ana karakter ve en az Umbrella Academy üyeleri kadar fazla rolü olan, yeni karakterlerimizden biri de Lila Pitts. Kendisi Diego’nun olduğu bölümde bahsettiğimiz Diego’nun yeni kız arkadaşı. Lila Pitts’i canlandıran Ritu Arya’nın oyunculuğunu oldukça iyi buldum. İlk bölümdeki akıl hastası rolünü ne kadar iyi canlandırıyorsa, çekici bir kadın olmayı ve aynı zamanda güçlü ve tehlikeli bir karakteri canlandırmayı da eşit ölçüde iyi başarıyor diyebilirim. Dizinin sonlarına doğru, komisyon tarafından eğitilmiş sıradan bir tetikçiden çok, çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. Minor düzeydeki spoiler’lar konusunda hali hazırda uyarıda bulunmuştum fakat çok daha fazlasını vermeyeceğim elbette.

Komisyon demişken, bu sezonda Komisyon’u daha da ayrıntılı bir şekilde görüyoruz. Hala dünyanın zaman-uzay gerçekliğini nasıl koruduklarını bilmesek de, tabi suikastlar ya da zamana müdahaleler dışında, komisyonun işleyişi ve kurulu da daha net bir şekilde görebiliyoruz. AJ Carmichael sanırım Komisyon’daki en iyi karakterlerden ve en orijinal karakterlerden biriydi. Son derece şaşırtıcı bir girişle, ne ya da kim olduğunu anlayamadan, sevdirdi kendini diyebilirim. Karakterin orijinal bir fikir olup, olmaması tartışabilir fakat olduğu haliyle dizideki halinden memnunum.

The Handler, yani Denetimci rolündeki Kate Walsh’ı yeniden gördüğüme sevindim. Zira, hali hazırda karmaşık bir yapıda olan dizide, belirgin bir “kötü” karakter olması beni biraz rahatlattı. Sisteme ya da bir organizasyona karşı savaşmak ve hayatta kalmaya çalışmak bir noktada doğru ve işlerin büyüklüğünü ortaya koysa da, dizide kötü karakterin kendini daha net bir şekilde ortaya koyması ikinci sezonda beni memnun eden noktalardan biriydi.

Ve geldik dizideki yeni, favori karakterlerim olan; İsveçliler’e!

Açıkçası, tüm sezon boyunca yaklaşık toplamda 10 tane repliği bulunmayan bu üç kardeş, sezonun en başarılı ekibiydi diyebilirim. İsveçliler, komisyon tarafından ekibimizi durdurmak için gönderilen üç kiralık kardeş fakat bildiğimiz komisyon suikastçılarından oldukça farklılar. Çeşitli sitelerde, İsveçliler’in komisyondan bağımsız bir ekip olduklarını dile getiriyorlar. Bu bir noktada makul olabilir, zira Komisyon’un sürekli hedefi beş olurken, bu kez biraz daha Vanya odaklı olmak üzere, tüm ekibi ortadan kaldırmak için varlar.

Sıradan komisyon suikastçileri gibi, takım elbise giymiyor ya da zamanda her hangi bir olumsuz yaratmak için, hedefleri dışında olan kişilere müdahale etmeyen komisyon suikastçileri gibi bu durumu kafalarına pek takmıyorlar. Bağımsız bir şekilde, hedeflerine ulaşmak için çevredeki insanları öldürmemek gibi bir çekinceleri yok. Ben bu noktada İsveçliler’e dair, bir Schrödinger referansı yakaladım. Varlıkları ve yoklukları tamamen muamma gibi bir durumları var. Bir de her gittikleri yerde çevrelerinde toplanan kedileri göz önünde bulundurduğumuzda, daha da mantıklı geldi.

Karakterler Tamam Ama İkinci Sezonda Neler Oluyor?

Pekala, fazla ayrıntılı anlatımlarından sonra, genel konuyu ve yaşananları bir miktar daha spoiler’sız anlatmaya gayret edeceğim. Hali hazırda, yeterince spoiler verdiğimi düşünüyorum ama dizinin içinde bulunduğu durumu bu ayrıntıları dile getirmeden anlatmam da olanaksız olurdu, zira en az 7-8 karakterin birbirlerine bağlandığı noktalar için karakterlerin durumlarını bir miktar bilmemiz gerekirdi.

Vanya’nın Ay’ı patlatarak, dünyayı kıyametin eşiğine getirmesiyle birlikte, Beş’in zamanda açtığı boyut kapısıyla birlikte karakterlerimiz hiç bilmedikleri bir zamana ışınlanırlar. Hepsi birbirlerinden farklı ve tutarsız şekilde aralıklarla, Amerika – Dallas’talardadır. Kimi karakter yeniden kendi zamanına dönmeye çalışırken, kimisi kendine yeni bir hayat kurmuş, kimi halinden memnun, kim hala kahramanlık peşinde ve adeta paramparça hale gelmiş bir ekibi yeniden bir araya getirmek için, ikinci bir kıyamet gerçekleşeceği haberiyle birlikte hikaye yeniden başlıyor.

Karakterler bir yandan yeni hayatlarında olan biten sorunlarla uğraşırken, bir yandan da hiç beklemedikleri şekilde hayatlarını alt üst eden kıyamet haberiyle ve olacaklarla başa çıkmak durumunda kalıyorlar. Bir diğer yandan da, geçmişe gitmenin getirdiği karmaşada, zamanda olabileceklerle yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Burada en çok dikkat çeken, tüm kardeşlerin annesi ve babasıyla karşı karşıya gelmeleri bunlardan biri.

Dizide 6 farklı hayat yaşayan, 6 ana karakter var ve bir o kadar da yan karakterler mevcut ve bu noktada hikayeleri birbirine bağlamak gerçekten zor bir durum. Bu noktada bazı olayların bir miktar zorlama olmasını ve aşırı tesadüfi şekilde rastlantısal olaylar gerçekleşmesini biraz da olsa kabul edebiliyorum. Bu noktada biraz eksiklik hissettim fakat elbette, dediğim gibi zaten oldukça zor olan bu durumu dizi kendi içinde oldukça iyi kotarmış diyebilirim.

Kıyamet yeniden geliyor ve bunu durdurmak için yapacakları oldukça pis işler olduğunu dile getirmem gerek. Umbrella Academy hiçbir zaman yoğun bir süper kahraman eleştirisi olmadı ve belki de şu an gittiği halinden herkes memnun olduğu için olmayacak ama kendi halinde, keskin bir çizgisi olmasa da, hepsinin tadı tuzu dengeli bir yemek gibi ve bu çizgiyi koruduğu müddetçe, uzun sezonlar boyunca devam edeceğine eminim. Yine de, bunu başarmak oldukça zor. Sezonu tam anlamıyla izledikçe, olayların her bölümde daha da karmaşıklaştığını görünce, sanırım bu söylediklerimi anlayacaksınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar