The Walking Dead: “Dünyanın Çivisi Çıkmış, Ama Ben Yine de Tribimi Yaparım!”
30’lu yıllardan itibaren zombilerin mezardan kalkanını, koşanını, hatta karınca sürüsü gibi üst üste çıkıp duvarları aşanını bile gördük. Sinema ve televizyonda zombilerin fiziksel özellikleri üstünde oynamalar yaparak çeşit üretme denemeleri tüm hızıyla devam ediyor. Ancak son yıllarda zombileri arka planda tutarak, köşeye kıstırılmış insanların hikayelerini konu alan yapımlar daha bir ön plana çıkmaya başladı…
Hikaye
The Walking Dead, bir salgın yüzünden dünya nüfusunun neredeyse tamamının zombiye dönüştüğü bir dünyada şerif yardımcısı Rick Grimes ve (başta oğlu Carl olmak üzere) yanındaki bir bir avuç insanın hayatta kalma mücadelesini konu almaktadır.
Hikaye, bir dereceye kadar Robert Kirkman’ın kaleme aldığı aynı adlı çizgi roman serisine dayanır. 2003 yılından bugüne Image Comics tarafından yayınlanan serinin 130’dan fazla sayısı bulunmakta, helen yenileri de çıkmaya devam etmektedir. Çizgi romanla ilgili daha fazla detaya girmeyeceğim. Zira bu konuyla ilgili ayrıca bir yazı yayınlayacağız.
“İnsanlık” Yapmak!
En sonda yazmam gereken şeyi şimdiden yazayım da, hep beraber rahatlayalım: The Walking Dead, aslında bir zombi kıyameti dizisi değil! Eğer seriyi bu beklentiyle takip ettiyseniz zaten çoktan izlemeyi bırakmışsınızdır. Yok eğer yeni başlayacaksanız, bunu göz önünde bulundurmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. The Walking Dead, bir psikolojik drama aslında. Yukarıda belirttiğim gibi; zombiler aslında işin arka planında kalıyor.
Maslow’un ihtiyaçlar piramidini bilirsiniz belki. Piramidin ilk basamağında beslenme ve uyku gibi fiziksel ihtiyaçlar, ikinci basamağında ise güvenlik gereksinimi yer alır. Bu iki basamağın hemen üstünde sevgi, aidiyet ve sahiplenilme isteği, dördüncü basamakta ise başarı ve saygı duyulma ihtiyacı bulunur. En tepede ise kişinin tüm kreatif potansiyelini kullanmaya başlayabileceği “kendini gerçekleştirme” adı verilen aşaması yer alır ki; bu bir insanın ihtiyaçlarının tamamını karşıladığı anlamına gelmektedir. Şimdi, zombi dizisiyle ilgili yazıya şöyle bir bakınmak için bu sayfaya tıklayan sizlerin kafasını bununla neden mi ütülüyorum? Dizideki karakterlerin davranışlarını daha iyi anlamanız için elbette.
Karakterlerimiz, ihtiyaçlar piramidinin ilk iki basamağında hayatlarını sürdürmeye çalışırken izlediğiniz şey bir tam bir zombi dizisi. Kaçan, köşeye sıkışan ve ısırılan karakterler. Kafası tüfeğin dipçiğiyle parçalanan, kafası katanayla kesilen zombiler falan… Buraya kadar sıkıntı yok. Ancak olaylar durulduğunda ve karakterler piramitteki üçüncü basamağa adım attıkları (yani kıçları azcık rahata kavuştuğu) saniyede sanki dünyanın aslında çivisi çıkmamış gibi “insanlık” yapmaya başlıyorlar! Çocukça tavırlar, arkadan iş çevirmeler, dedikodu, hizipçilik, ırkçılık, aldatma, artık aklınıza başka ne kadar saçma davranış gelirse. Bu aşamada dizi bir zombi dizisi değil, Georgia eyaletinde geçen bir pembe dizi haline geliyor!
Elbette savaş durumlarını saymazsak insanlık bu çapta bir kıyamet hiç yaşamadı. Dolayısıyla bu gibi bir durumun insan psikolojisi üstündeki etkileri gerçek anlamda hiç test edilmedi. Ancak böyle bir kıyamet gerçekleşirse de hayatta kalan insanlar acaba gerçekten bu şekilde mi davranışlar sergiler çok merak ediyorum açıkçası! Neyse…