8 Mart Kadınlar Günü’nde Kadınlara Masallar

1697’de, Charles Perrault adlı Fransız bir yazar işin içine hayli drama katıyor; masala masum bir prensesi lanetleyen kötü yürekli bir peri, laneti kırmaya çalışan iyi yürekli bir peri, şatoyu saran dikenler, prensesle birlikte saray halkının uyuması gibi ögeler ekliyor. Ve tanrı aşkına, 16 yaş sınırı. Prenses 16 yaşındayken uykuya dalıyor. En önemlisi, onu bulan Kral değil, bir Prens, yani yaşları daha yakın. Üstelik kız, evlendikten sonra doğuruyor. Çocuklar yine ikiz, isimleri Aurore (Şafak, Disney versiyonunun ismi de buradan geliyor) ve Jourdan (Gün). Prens onu ülkesine götürdükten sonra karşısına çıkan rakip kadın figürü de Kraliçe değil, Ana Kraliçe, yani sevgili kaynanası. Bu Ana Kraliçe hanımefendi, Ogre soyundan gelen bir canavarın kızı ve çocukları yemek istiyor. Sonrası yine aşçının onu kandırması ve yakılma sahnesine kadar neredeyse aynı. Yasal ve aldatılan eş, zamanla yaşlı, canavar ve yamyam anne figürüyle değiştiriliyor.

"Bu kız yalnız kalmasın, saray halkı d aonunla birlikte uyusun."

“Bu kız yalnız kalmasın, saray halkı d aonunla birlikte uyusun.”

1812’de, Grimm Kardeşler Perrault versiyonunun neredeyse aynısını kullanıyorlar. Ancak, isimsiz olan kıza şatoyu saran dikenlerden esinlenerek Yaban Gülü, yani Briar Rose adını koyuyorlar (Benim çocukken okuduğum versiyonda Türkçe’ye Goncagül olarak çevrilmişti). 1959’da Disney kötü peri figürünü öyle güçlü ve korkunç bir hale getiriyor ki, yamyam anne ya da yasal eş figürü tamamen unutuluyor. Mark Davis’in animasyonları ve Eleanor Audley’nin seslendirmesiyle, Maleficent adlı karakter çocukların hafızasına iyice yer ediyor. Bu da bizi, Angelina Jolie’nin karakteri görsel anlamda vezir, ama entelektüel anlamda rezil edeceği Maleficent adlı filme getiriyor. Bol bol İncil, Lucifer ve düşmüş kanatsız melek soslu görsel malzeme eşliğinde“Biz eşcinsel dostuyuz!” mesajı verilen hikayede Aurora pasifleştikçe pasifleşiyor. Filmin maalesef Angelina Jolie’nin egosunu şişirmek dışında bir misyonu yok. Disney versiyonunda, Aurora en azından kendi kararlarını verebiliyordu ve pek çok korku hikayesinin temelini oluşturacak şekilde kader kurbanıydı; anne ve babasının yaşlı periyi hor görüşünün ve dışlayışının kurbanı. Bugün bizim de olduğumuz gibi. Masala adını veren karakter olmasına karşın bunu hoş karşılıyoruz, Aurora’nın gitgide pasifize edilmesini yani, çünkü herkes aşırı güzel ve iyi kalpli masal prenseslerinden bıktı.

İyi de, zavallı Uyuyan Güzel için hayat hiçbir zaman Disney masalı tadında geçmemişti ki? Tecavüzcüsüyle evlenen ve bu konuda ne düşündüğü dahi bilinmeyen Talia ilk olarak hangi büyükannenin ağzından ve nasıl çıkmıştı? Bilmiyoruz, çünkü hikayesi hep erkekler tarafından yazılmıştı. Her erkek onun hikayesini farklı yorumlamış, sonunda biz de prensesin kendisine bakmadan civarına odaklanmıştık; dikenli güllerle kaplanan büyüleyici bir masal şatosu, korkunç ve kötü kalpli bir peri (hatta masalın bazı versiyonlarında canavara dönüşüp prensle dövüşür), on altı yaşında bir çocuğu öldüren lanet ve yakışıklı prens.
Aurora ve onu bulan prens, kral artık her neyse, onun karısı, asıl dramı yaşayan iki kadın, hep önümüze sürülen bu ögelere baktığımız için masaldan silindi. Aurora saf ve aptal sarışın kız olarak hep küçümsendi. Üstelik bunu yapanların başında, artık büyüdüklerini ve dünyayı tamamen anladıklarını düşünen kadınlar vardı. Belki hikayeyi kadınlar yazsaydı, Zellandine Troilus’u kılıçtan geçirecek, Talia bebeklerini alıp intikam planları yapacak, ya da kimbilir belki de Medea gibi kendi çocuklarını boğacaktı?

Disney çizgifilmlerinde bir sürü gönderme bulmak mümkündür. Burada Aurora boş yere gül tutmamaktadır.

Disney çizgifilmlerinde bir sürü gönderme bulmak mümkündür. Burada Aurora boş yere gül tutmamaktadır.

Bugün kız çocukları erkeklerin anlattığı ve erkeklerin çizip hareketlendirdiği kadın kahramanları kendilerine örnek alıyorlarsa, biz kadınlar bence bir oturup düşünmeliyiz. Nerede yanlış yaptık? Ama zavallı Talia- Yaban Gülü- Aurora’yı ya da birbirimizi ezmek daha kolay. Biz, belki de tacize uğrayan hemcinslerimizi koruyamamaya (ya da korumamaya) ve durumu normalleştirmeye böyle başladık. Talia’nın sesini aramadığımız için, kendi sesimizi de hiç bulamadık. Sarışın ve güzel mi? Eh, tecavüzü hak etmiş o zaman! Bir davası var ve uğruna sesi mi çıkıyor? Eh, taciz edilmeyi hak etmiş o zaman!

Acı olan şey, klasikleşmiş bir kadın figürünü ezen kadının kendini erkeklerin gözünde farklı göstermek istemesi. Aslında erkek gözüyle şekillendirilmiş halini ezmek istemesi olağan bir durumken, yapılış nedeni cinsimizi kısır döngüye sokuyor ve kurtulamıyoruz. Dahası, beğeni kazanmak ve onaylanmayı istemek bu kadar kötü bir şey mi? Değil bence, bu bizim doğamız. Başkalarına ya da kendine zarar vermeye neden olmadığı sürece bunun bir sakıncası yok. Ama kadın ne yapıyor? Erkeklerin yarattığı meta üzerinden, yine doğası gereği erkeğin beğenisini kazanmak ve kendini erkeğin tuttuğu ayna üzerinden tanımlayabilmek için hemcinslerine saygı duymamayı marifet sanıyor. İşte kadınların yıllar boyunca kendilerini sabote edişinin masalını okudunuz.

Peki her şey bu kadar acımasız mı? Değil, kadının en büyük yardımcısı da yine kadındır.

Yorumlar