Avrupa’nın Ünlü Hayaletleri: Gri Leydi
Eh, hazır Cadılar Bayramı geliyor, ben de moda girmenize biraz yardımcı olayım dedim. Dünya üzerinde fazla insan huzurlu ölemediği için hayalet çok, bu nedenle yazı dizisi pek çok kısa bölümden oluşacak; önce Avrupa ülkelerine, sonra Amerika’ya bir uğrayacağız. Lafı fazla uzatmadan, en ünlü hayalet öyküsüyle başlıyoruz:
Gri Leydi(ler)
Gri Leydi adını verilen hayaleti kendi efsaneleriyle duymadıysanız, kesin Harry Potter’la duymuşsunuzdur. Şimdi, bu hanım bir kişi değil. Avrupa’da bir sürü Gri Leydi var; en ünlülerinden biri, Rufford Old Hall‘da dolaştığına inanılan Elizabeth Hesketh. “Deniz aşırı bir ülkede savaşmaya giden kocasını” beklerken öldüğü anlatılıyor; rivayete göre kocasını bir daha görmeden ölmemeye yemin etmiş. Adam dönmemiş, kadın da ee – ölmemiş ve hala bekliyormuş. Bu anlattıklarım dışında, kadın hakkında neredeyse hiçbir bilgi yok. Açıkçası ben böyle doğaüstüne mal edilmiş figürler hakkında fazla bilgiye ulaşamayınca biraz tedirgin oluyorum.
Aşağıda göreceğiniz gibi Rufford Old Hall, son derece büyük bir yapı olup Lanchasire’da bulunuyor. Üzerine inşa edildiği arazi, 15. yüzyıldan beri Hesketh ailesine ait; 1530’da Sir John Hesketh tarafından, sadece tek bina halinde yaptırılmış (tabii herkes bizimki kadar büyük düşünemiyor sarayını yaparken, adam sağlamlığa önem vermiş ve ilk bina bugün evin en sağlam yeri olarak ayakta kalmış), sonra yeni kanatlar eklenmiş ve bugün Jacobean mimarisinin önemli örneklerinden sayılıyor (Jacobean mimarisi, geç dönem İngiliz Rönesans mimarisi olup, adını Kral James’den almıştır, evet İncil’i olan zat.)
Bu devasa yapının şanına yakışacak tam üç tane hayaleti var; Gri Leydi denen Elizabeth Hesketh, Elizabeth dönemi kıyafetleri içinde bir adam ve sıkı durun, Kraliçe 1. Elizabeth’in ta kendisi. Gri Leydi bu yapının girişinde ya da girişine yakın yolda bir sürü insan tarafından defalarca görülmüş. Kim olduğu belirsiz Elizabeth dönemi centilmeni ise, Büyük Salon’daki şöminenin etrafında dolaşırken görülmüş ve ne olmuş dersiniz? Şöminenin arkasında, o dönemin Katolik rahiplerinin toplantılar yaptığı düşünülen gizli bir bölme keşfedilmiş (Hanginiz yanlışlıkla çağırdı hayaleti? Öne çıksın bak, kızmayacağım). Kraliçe 1. Elizabeth ise yemek odasında arz-ı endam ediyor, biri üstüne yürüyünce de (Cidden, kim bunlar acaba? Kaçık rol yapma oyuncuları mı?) hemen gözden kayboluyormuş.
Rufford Old Hall’un çok ilginç bir yanı daha var; Shakespeare’nin burada bizzat tiyatro oynadığına dair kanıtlar bulunmuş. Ne dersiniz, 1. Elizabeth ara sıra anılarda asılı kalmış bu oyunlardan birini seyretmeye mi geliyordur? Bunu bilmiyorum ama, İngilizlerin bugün müzeleştirilmiş Rufford Old Hall’u pek de korkunç bulmadıkları kesin. Evde bulunan zırh kolleksiyonu, Troya Savaşı’nı anlatan 17. yüzyıl yapımı bir duvar halısı ve tablolar için burayı ziyaret etmeye değer. Çocuklar için oyun alanları da var, ayrıca alan kendinizi dedektif gibi hissetmeniz için, Treasure Hunt misali etrafa keşfedilecek pek çok şey serpiştirilerek düzenlenmiş. Mevsim düzenlemeleri de mevcut; mesela Noel zamanında binanın her yerine Charles Dickens’in A Christmas Carol’undan alıntıların olduğu tabelalar asılıyormuş. Yolunuz düşerse mutlaka gidip görün.
Hayalet mi, Cadı mı Yoksa Canavar mı?
Hop, İskoçya’dayız. Bir başka Gri Leydi’nin, bir zamanlar Glamis Şatosu‘nda yaşamış Bayan Janet Douglas’a ait olduğu düşünülüyor. Aslını isterseniz, Glamis Şatosu’na dair o kadar zengin bir halk söylenceleri yumağı var ki, Gri Leydi pastanın tepesindeki şekerleme gibi kalır.
Rivayete göre, şato 4. Glamis Lordu Sir John Lyon’un, Forteviot’tan çok eski bir kutsal kadehi alması nedeniyle lanetlenmiş. Şimdi bu iki açıdan çok ilginç: Birincisi, Forteviot İskoçya’da bulunan çok ama çok eski bir yerleşim alanı; üstelik burada erken Bronz Çağı’ndan kalma bir yöneticinin mezarı bulunmuş. Mezarda incelemeler hala devam ediyor. Dokuzuncu yüzyılda burada Fortriu’nun (4 -10. yüzyıllar arasında var olduğu düşünülen Pikt Krallığı) Pikt Kralları’nın da ikamet ettiği de biliniyor. Pikt halkını hiç araştırdınız mı bilmiyorum, ama efsaneleri son derece tedirgin edicidir, belki bir ara buraya yazarım. İkincisi, Britanya mitlerinin neredeyse kaynağı olan bir “kutsal kadeh” var elimizde. Ama şimdi o teorilere hiç girmiyorum.
Daha da ilginci, Shakespeare burada da karşımıza çıkıyor! Bilmem, Macbeth’te geçen şatoyu anımsar mısınız? Glamis Şatosu’ndan başkası değil (gerçek Kral Macbeth’in şatoyla hiçbir ilgisi olmamış). Daha da bitmedi; İskoç Kralı 2. Malcolm da burada bir av gezisi sırasında öldürülmüş.
En ilginci ise, şatonun gizli bir odası olduğuna inanılması; bir dönem şatonun her penceresinden havlu sarkıtılıyormuş (bunun nedenini hala araştırıyorum, bulunca güncelleyeceğim), ama asla havlu sarkıtılmayan bir pencere seçiliyormuş. Bu nedenle halk burada gizli bir oda olduğuna inanmış ve söylentiler alıp yürümüş. En popüler söylenti, şatoda bir canavarın saklandığıyla ilgili olanmış. Rivayete göre, şatonun 11. dükünün 1821 yılında anormal vücut orantılarına sahip bir oğlu olmuş (Kanı saf tutacağız diye o kadar akraba evliliği yapıp ne bekliyorlar acaba?) Çocuk hayatta kalmayı başarmış, hatta çok güçlenmiş ve yüz yılı aşkın yaşamış, ama hep o odadaymış. Hoş, geceleri kalenin Mad Earl’s Walk diye adlandırılan yıkık dökük surlarında egzersiz yaptığına inanılırmış. Odanın sırrı aile içinde bile saklanır; varis seçilen çocuk 21 yaşına bastığında anlatılırmış.