Frankenstein’dan R2D2’ya Bilimkurgu Eserlerdeki Robotların Yaratım Süreci

Yaratıcı insanlar, inanılmaz yetenekleri olan süper kahramanlar mıdır? Yoksa onları diğer insanlardan ayıran bir düşünüş şekline sahip olmaları mıdır bu yaratıcılıklarının kaynağı? Bazı insanların “yaratıcı” kişiler olmalarının nedeni, “bilgi çuvalı” olmaktan ziyade, sahip oldukları bilgi ve tecrübelerini değerlendiriş, işleyiş şekilleri olabilir mi? Burada, süreci daha somut bir şekilde anlayabilmek adına bilimkurgunun tarihine ve gelişimine şöyle bir göz atalım dedik.

Mary Wollstonecraft; Britanya tarihine damga vurmuş bir “kadın” yazar, tarihçi ve filozof… Birçok alanda etkili olan Mary Wollstoncraft’ın, en önemli eseri “A Vindication of the Rights of Woman” olmuştur (1792). Ölümünden 5 yıl önce bitirdiği bu kitabında, “kadınların herhangi bir doğal nedenle erkeklerden bir eksiği olmadığı, sadece eğitimsizlikten kaynaklanan bir fark olduğu” gibi oldukça asi ve devrimci bir fikri öne sürdü. Tabii ki dönemin düşüncelerine ters düşen bu eser, epey tepki topladı. Eşi William Godwin’in, Mary’nin ölümünden sonra yayınladığı, onun özgür yaşam tarzını ve evlilik dışı aşklarını anlatan “Memoir” isimli kitap da, bu tepkilere tuz biber olarak toplum içinde “kötü, asi kadın imajı yaratıp”, itibarını tamamen zedeledi.

Mary Wollstonecraft

Mary Wollstonecraft

Mary Wollstonecraft’ın değerinin anlaşılması için, ölümünün ardından neredeyse bir yüzyıl geçmesi gerekmiştir. Kadın hakları için savaşan “suffragettes”ler, Mary’nin eserlerini tekrar gün ışığına çıkarmaları sayesinde, günümüzde Mary, “feminist filozof”ların ilkleri arasında gösterilmektedir.

Fakat burada esas bahsetmek istediğimiz kişi Mary Wollstonecraft’un kendisi değil, isimini verdigi kızı Mary Wollstonecraft Godwin’dir. Annesini 11 yaşında kaybetse de, babası tarafından özenle, sistemin dışında bir yöntemle eğitildi. 19 yaşında ünlü şair Percy Bysshe Shelley ile evlendikten sonra isimi Mary Shelley oldu.

Evlendikleri yıl, Percy’ nin arkadaşları Lord Byron ve John William Polidori ile, İsveç’de ıssız bir şatoda tatile gittiler. Burada Lord Byron bir yarışma önerdi; herkes diğerlerini korkutacak bir hikaye yazacaktı ve en korkunç hikaye yarışmayı kazanacaktı. Mary, üç edebiyat devi ile bir edebiyat yarışına girmiş, 19 yaşında bir veletti ve de annesinin kötü ününün gölgesinde yaşıyordu. Bu yarışmayı kazanıp annesini haklı çıkarmalıydı, kadınların erkeklerden bir eksiği olmadığını göstermeliydi!

Mary Shelley

Mary Shelley

1803’ de Londra’da, Luigi Galvani bir cesede elektrik vererek kollarını ve bacaklarını hareketlendirdiği bir takım deneyler yapmaktaydı. O zamanlarda bilim adamları insan fiziyolojisinin elektrikle alakasını anlayabilmek icin bu deneyi sürekli tekrarlıyorlardı. Galvani’nin yeğeni Giovanni Aldini, bu deneyleri şov haline getirmişti. Mary de bu deneyi görmüştü ve çok etkilenmişti. İsveç’te yazdığı hikayenin konusunu bunun üzerine kurdu…

Hikayenin ismi “Frankenstein: The Modern Prometheus”, Konusu ise Frankenstein isimli bir bilim adamının, elektrik sayesinde bir cesedi tamamen canlandırabilmesidir… Mary yarışmayı kazandı, ama 1818’de kitap yayınlanana kadar içeriği çok daha derin bir hal almıştı: Frankenstein’in üretiği “canavar” bir insandı, fakat hiçbir hakka sahip değildi. Roman, birçok felsefik soru soruyor: Bilimin gücü karşısındaki sorumluluğumuz, bilimin rolü ve varsaydığımız insan haklarının kaynağı…

Frankenstein - The Modern Prometheus'un ilk baskısı

Frankenstein – The Modern Prometheus’un ilk baskısı

Mary Shelley günümüze kadar gelmiş bir hikaye ve bir canavar yaratmış olabilir, fakat daha da önemlisi bu roman, bilim ile edebiyatın sentezini ortaya çıkaran ilk romandır. Yani 19 yaşında bir kadın olan Mary Shelley ilk “bilimkurgu roman yazarı”dır. Günümüzde halen kadınları “geek” statüsüne yakıştıramayanlara duyurulur…

1818’den sonra bilim, elektrikle bulduğu ivmeyi devam ettirdi, fakat organik değil, mekanik bir şekilde ilerledi. Frankenstein’ dan sonra gelen hikayeler de bunu yansıttı. Edgar Allen Poe Ay’a roket gönderdi, H. G. Wells zaman makinesi hayal etti ve Jules Verne okurlarını denizaltı ile 20,000 fersah derinlere daldırdı. 1900’lere geldiğimizde, teknoloji atları arabalarla değiştiriyordu ve otomasyonlu fabrikalara yol açıyordu. Romanlara da rakip olarak, film sektörü gelişmişti.

bilimkurgu1

Metropolis’in Hel adlı robotu

İlk uzun metrajlı bilimkurgu filmi “Metropolis”teki en akılda kalan karakter, teknoloji ve seri üretim ile bunalmış bir işçi sınıfının isyancılarına tuzak kuran bir robottur. Bu robot aslında bilim adamı Rotwang’in ölen sevgilisini tekrar hayata getirme çabasıdır. Aslında “Metropolis’in Robot”u, “Frankenstein’ın Canavarı”nın mekanik çağa adapte olmuş halidir diyebiliriz. 1931’de Universal Pictures, Frankenstein’in filmini çektiğinde, canavarı güncelleyerek boyununa iki vida yerleştirip, hareketlerini de robot hareketlerine benzettiğinde, Mary Shelley’nin yarattığı canavarı makineleştirerek, hikayesinin özündeki fikirlerden uzaklaştırmış, günümüze gelen Frankenstein’ın canavarvari tiplemesinin kaynağı olmuştur.

Barry the Robot

Robby the Robot

Filmlerin robotlarla olan aşk hikayesi gördüğümüz gibi çok erken başladı ve hiçbir zaman dinmedi. 1956’da Forbidden Planet filmi ile, ekrandaki robotlar bir evrim daha gerçekleştirdi. “Robby the Robot” ilk “kişiliği” olan robottu. Metropolis’in Hel’inden daha az insana benzese de, insanlara sempati duyan kendisine has bir karakteri vardı. Robby, Forbidden Planet’ den sonra Lost in Space ve The Addams Family gibi dizilerde de rol aldı.

Silent Running'in dronları

Silent Running’in dronları

Silent Running’in yöneticisi Douglas Trumball, Robby’den ilham aldığını, Silent Running’deki robotlarin fiziksel olarak daha da az insana benzemelerini, fakat aynı şekilde karakterli olmalarını da istediğini söylüyor. 1972’de gösterime giren Silent Running’de üç “drone” var, Huey, Dewey ve Louie. Bu dronelar iki ayak üstünde duran birer kutu şeklindedir. Trumball hareketlerine ve mimiklerine insanımsı bir tarz verebilmek icin, bacaksız, elleri üstünde duran oyuncular kullandı.

George Lucas, Silent Running’i izledikten sonra Trumball’i arayip, Star Wars’ın görsel efektlerini yapmasını ister. Trumball başka projeleri olduğu icin reddeder ama Huey, Dewey ve Louie’yi canlandıran ekibe yönlendirir. Böylece Silent Running’deki dronelar, Star Wars’taki R2 unitlerin ilhamı olur… En önemli katkısı ise; mimiklerle karakter hissi verebilmek için, o kutunun içinde bir oyuncunun olmasıdır.

C3PO ve R2D2'nin ilk konsept çizimlerinden biri

C3PO ve R2D2’nin ilk konsept çizimlerinden biri

C3P0’nun oyuncusu Anthony Daniels’a göre: “C3P0’nun ilk konseptlerini gördüğümde belliydi ki, bu robot için Metropolis’ten esinlenilmişti… “ Lucas’a sorduğumda onayladı; Ralph McQuarrie’e verilen talimat bu yöndeydi.”

Silent Running’deki dronelardan esinlenmiş bir R2D2 ile Metropolis’teki robottan esinlenmiş C3P0’dan kurulu bir ikili yaratmıştı Lucas, fakat birşey daha vardı; bu robotlar birbirleri ile muhabbet eden arkadaştılar! Sinemada daha önce böyle bir ilişki görülmemişti… Rivayetlere göre, Lucas bu ikilinin ilişkisini, Kurosawa’nın Hidden Fortress filmindeki Tahei ve Matashichi karakterleri üzerine kurmuştur.

Tahei ve Matashichi

Tahei ve Matashichi

Peki, bu bilimkurgu tarihine dair özet bize neyi anlatıyor?

Yaratıcılık sürecinde sıfırdan var etmiyoruz; ilhamlarımızın ve tecrübelerimizin üstüne bir şeyler inşa ediyoruz… Mary Shelley, annesinin öyküsü olmasaydı, Aldini’nin şovu olmasaydı, Lord Byron’un yarışması olmasaydı, içinde bulunduğu felsefik ortam olmasaydı, Frankenstein eserini ortaya çıkaramazdı. Lucas’ın tarzı daha hesaplı, daha soğukkanlı, ama doğal yaratıcılık sürecini kontrol altına alan bir yaklaşımdır. Eğer yaratıcılığımız, tecrübelerimizin birikimi ve senteziyse, o zaman bu kaynakları analiz edip, temel taşlarına bakıp, bilinçli bir şekilde o sentezi yaratabiliriz. Burada önemli olan, birleştirenin kendi sesini katması… Söylediğin şarkı bir cover olabilir, ama tarzın çok farklı ise, aslında yeni bir şey üretiyorsun demektir!

Lucas’ın kullandığı bir taktik daha var; o da izleyiciye bağ kurdurma… Bilimkurgu kurtları, Jedi şovalyelerini, 1950’lerde yazılmış Asimov’un Foundation (Vakıf) serisindeki “Second Foundationer”lara benzetebilir. Onlar da evrendeki düzeni koruma adına insanların zihinini etkileyebilen (“Jedi mind trick” yapabilen) bir tarikattılar. Lucas, Jedi’larına samuray ve büyücü özellikleri katarak, hem Asimov’un “Second Foundationer”larından ayırdı, hem de izleyicilerin bildiği bir kaynaktan faydalandı. “A New Hope”ta Obi Wan Kenobi kılıçlı bir Gandalf’tır adeta, Luke’a ışın kılıcını anlatırken “Daha medeni bir zaman için daha seçkin bir silahtı” der ve izleyicileri, Jedi’ların tarihini anlamaları için kendi bilgi kaynaklarından boşluğu doldurmaya davet eder.

Yaratıcılık süreci, ister istemez var olan fikirler üzerine kurulur. İlham alma ve koplayama arasında iki önemli fark vardır; birincisi, yaratanın kendi sesini eklemesi, ikincisi ise benzerliklerle bağ kurdururken, direk kullanılan nesneye ilgi çekmek değil de, altında yatan konseptleri hikayeye çekebilmektir.

Konuk Yazar: Deniz Opal

Yorumlar