Kılıç ve Büyünün Efendileri #1: Lord Dunsany
Bazen yazı dizisi yazı dizisini doğuruyor; Rol Yapma Oyunlarında Korku Öğesi’ni tamamlamaya çalışırken, haliyle Lovecraft’e büyük bir bölüm ayırmıştım. Ancak Lovecraft’in Dreamlands’i kimden esinlendiğini anlatmasam haksızlık olurdu ve korku öğeleri gibi spesifik bir yazı dizisinde kendisine hak ettiği yeri veremezdim. Bu nedenle, o yazı dizisine referans olabilecek bu seriyi yazacağım ki, orada şöyle bir değinip geçtiğimde merak edenlerin okuyabilecek daha fazla şeyi olsun.
Şimdi size anlatacağım adam, yazdıklarıyla Tolkien’den tutun Lovecraft’e, Michael Moorcock’tan tutun Neil Gaiman’a, Arthur C. Clarke’den tutun David Eddings’e, Ursula K. LeGuin’den tutun Robert E. Howard’a kadar fantastik, korku, bilimkurgu yazınına bulaşmış neredeyse herkese ilham vermiştir (Hiç abartım yok, araştırırsanız göreceksiniz). Bu adam Edward Plunkett yani 18. Dunsany Baronu, ya da daha sık bilinen adıyla Lord Dunsany’dir.
Peki, Kimdir Bu Lord Dunsany?
1878’de Londra’da dünyaya gelmiş bu adam (aslen İrlanda’lıdır), bugün her geek’in hayalini kurduğu bir yaşamın içine doğmuştur. Sadece 21. yüzyıl geekleri olarak algılamayın; Lovecraft, Robert E. Howard gibi yazarlar da eminim bu adamın şartlarına sahip olmak isterdi. Ancak Lord Dunsany’nin hayatı pek öyle şenlikli değildir, babasını çok genç yaşta kaybederek Baron ünvanını almıştır. Cheam, Eton gibi okullarda okumuş, ardından askeri koleje gitmiştir. Dublin’de dev bir kütüphanesi olan bir şatoda yaşamıştır. Hayatı İngiltere’nin malikaneleri ile İrlanda’nın yeşillikleri arasında mekik dokuyarak geçmiştir. Yirmili yaşlarında aşk evliliği yapmıştır ve karısına hayat boyu aşık kalmıştır. Beatrice Child Villiers yani Lady Dunsany eşinin yazdıklarını temize çekmeye yardım etmek başta olmak üzere her anlamda destek vermiş ve bu evlilikten tek oğulları Randal dünyaya gelmiştir. Anlayacağınız bütün bu şansına rağmen son derece aklı başında ve sade bir yaşam sürmüş, sevdiği işi yapmış, genç yazarlara daima destek çıkmıştır. Bu nasıl hayat, adam oyun yöneticisine yemek ısmarlayıp yaratmış karakteri diyenler için dahası da var:
Öncelikle, bu adam askerdi. 2. Boer Savaşı’nda (Britanya- Güney Afrika arasında olmuştur) ve 1. Dünya Savaşı’nda çarpıştı. Usta bir avcıydı, nişancılıkta ödülleri vardı. Satranç ve krikete meraklıydı. İzcilik de yapmıştı. Hayvan hakları için mücadele etmişti. Har vurup harman savurmamış, pek çok kuruma bağışta bulunmuştu, yeni yazarlara kütüphanesini açmıştı. Adam 1800’lerin Batman’i adeta, okudukça dertlenmiştim ben şahsen. Bugünün “ne kadar malın/etki alanın varsa o kadar süpersin” düsturundaki geekler arasında fazla bilinmemesi ve popüler olmaması çok normal.
Tabii bu kadar anlatıp rüyayı bozmamak da olmaz, Lord Dunsany’nin politik duruşu son derece muhafazakardı; kendi döneminde kadın haklarına, İskoç’ların bağımsızlık kazanmasına filan da karşı olduğu için çok eleştirilmişti. Kadın hakları kısmı fena da, İskoç kısmını bilemeyeceğim malum geçenlerde adamlar kendileri reddettiler bağımsızlığı. Ancak dönemin tabiriyle “alışılmadık” (weird) hikayeler yazan birinin, zamanında sağcının hası olarak politikaya atılmış ve liberalleri aşağılayıcı bir üslupla naif barış yanlıları (naive peacemongers) diye tanımlamış olması bence hayli ilginç. Bir not daha düşmek gerek, Lord Dunsany muhafazakarlığına rağmen hiçbir zaman Lovecraft gibi ırkçı olmamıştır (Gerçi Lovecraft’in sırf teorideki ırkçılığı da tartışmalı bir konudur).
Peki Ne Yazmış ki Millet Bu Kadar Etkilenmiş ?
Öncelikle başta Lovecraft demiş olmama aldanmayın, yazım tarzı arasında pek benzerlik göremezsiniz. Yazım dili İncil’imsi ve kinayelidir; hatta arada kendi üslubuyla da dalga geçer. Hikayelerindeki öğeler tuhaf bir gerçeklik algısı yaratır; insanlarla savaşan/ insan yiyen hayvanlar, alegorik tanrılar, zaman ve ölüm kavramlarına dair tek cümle olmasına rağmen çok daha fazlasını barındıran felsefi anlatımlar vardır. Fantastik edebiyat, bu adamdan önce belli çağların ulusal kahramanlarını düz bir şekilde anlatırken, Dunsany bu ulusallığı yok eder ve geçmişi ötekileştirir; ona göre geçmiş asla bilemeyeceğimiz, sadece yıkıntılarını gördüğümüz devasa, bilinmeyen yaratıklarla dolu unutulmuş bir dünyadır. Biz onun sadece kırıntılarını keşfederiz.
Geçmişin ulusu ya da belli bir coğrafi konumu yoktur, gizemleri vardır. Fantastik dediğimde de yanlış anlamayın, adamın gerçekten tırstıran korku hikayeleri de vardır (Lovecraft kendisini 1919 gibi keşfetmiş ve bu yabancılaştırmalı ortam tasvirleriyle rüyavari anlatımlarının resmen fanboy’u olmuştur). Bu adamın 1900’lerin başında bilimsel gelişmeleri ve özellikle arkeolojiyi takip ettiğini de göz önüne alırsak, geçmiş zamanların masalsılığını ötekileştirme yoluyla korumaya çalışması son derece anlaşılır.
Neden derseniz eğer, Lord Dunsany’nin yaşadığı 19. yüzyılda edebiyatta Oryantalizm akımı modaydı. İnsanlar hiç bilmedikleri, görmedikleri ülkelerin manzaralarını, kültürlerini ve kahramanlarını merak etmeye başlamışlardı. Aslında bu çok acıklı bir konudur. Avrupa, bu ülkeleri sömürgeleştirirken yazarları da değişik kültürlerinden esinlenip doğuyu romantik bir üslupla aktarıyorlardı. Gerçek ise savaşlar ve yok edilen aileler, toz toprak ve hastalık içinde yaşayan insanlardı. Bu insanların nesillerdir sırtlarından gelen parayla yapılmış kültürel hazinelere el konularak küçük bir adaya taşınması da cabası. Kısacası bu oryantalizm akımı nice insanı gaza getirerek doğuya seyahat etmelerine ve pek çoğunun belasına bulmasına neden olmuştu.