Noel, Hanukkah, Yılbaşı ya da Kış Dönümü: Yule’un Kökeni
Yule ya da Yuletide Nedir?
21 Aralık benim için her zaman özel bir gün olmuştur ve hayır, doğum günüm olmasıyla hiçbir ilgisi yok! Bugünün temsil ettiği en uzun gece aynı zamanda çok derin bir sembolik mana taşır; en uzun karanlıktan sonra güneşin doğuşu yabana atılmayacak kadar güçlü bir yenilenme anlamına gelir. Eski toplumlar için Yule, dünyanın güneşe tekrar yaklaşmaya başlamasının kutlandığı Işık Festivali’dir. Bu kutlamaların Almanya’nın kuzeyinden çıktığı düşünülmektedir. Bunu bize düşündüren, eski Alman takviminde Yule’dan bir önceki ve sonraki ayların Ærra Jéola (Yule’dan önce) ve Æftera Jéola (Yule’dan sonra) diye geçmesidir.
Yule’un en bilinen adetleri, yanan dev bir kütüğün (Yule log) etrafında ziyafet çekmek, oyunlar oynamak ve kapıdan kapıya dolaşıp şarkılar ya da kafiyeli şiirler söylemektir (carole ya da wassailing). Bu kütüğün etrafı aşağıda gördüğünüz gibi güzel meyveler, tütsüler ve çiçeklerle süslenir, bunlar tanrılara armağandır (offering). Yule’un en popüler yiyeceği ise, şöyle ateşte çevrilmiş kocaman bir domuz pastırmasıdır (Adamlar avlanıyor o tarihte, şimdi şarküteriye gidip kendinizi satsanız alamazsınız). Özellikle Noel ağacı altına konan keçi ya da geyik figürü de çok popülerdir. Eskiden insanlar keçi kılığına girip milleti korkutarak birbirlerinden hediye isterdi. Bunlar çok sevilen adetlerdir ve eski medeniyetlerden bugüne kadar en değişmemiş haliyle gelenler arasındadır.
Peki her şey bu kadar şirin mi? Değil. Eski kültürlerde Yule, “Wild Hunt” ile özdeşleştirilir. Wild Hunt yani Vahşi Av, Yule’un özellikle kuzey kültürlerinde -İskandinav panteonunun baş figürü diyebileceğimiz, tek gözünü bilgelik için feda etmiş – savaş tanrısı Odin ya da Wodan ile birlikte anılmasına da neden olmuştur. Yule gününde ava çıkmak ve avlanan yaratıkların kanını dökmek adetti, bu kana “Hlaut” yani kurbanlık kan adı verilirdi. Bunun nedeni de çok açık; insanların kışın getireceği karanlık ve açlıktan ödleri kopuyordu. Dolayısıyla avlanabildikleri kadar avlanıyorlardı ki, et depolayabilsinler. Ayrıca muzaffer avcı, ölüme karşı zafer kazanmış sayılırdı. İbadethanelerde dev ateşler yakarak avladıkları hayvanları pişirirler ve bu bollukta kendilerine ziyafet çekerek kalanını kış için saklarlardı.
Roma’da ise Saturnalia adıyla 17-23 Aralık arası kutlanır, bu hali bugün bildiğimize çok daha yakındır. Bu kutlamalarda sınıfsal farklılıklar kaldırılır ve herkes eşitmiş gibi yer içer, oyunlar oynanır, müsabakalar yapılırdı.
Bu bayramı sevmemin bir nedeni, 5-10 günlük değişim görülse de herkesin kutlaması, en azından özel bir şeyler yapmak istemesidir. “Aralık geldi çok mutluyum!” dediğinizde illa ki size katılacak birini bulursunuz. Cadılar Bayramı, Paskalya gibi bayramlar ülkemizde pek bir şey ifade etmez, kendi bayramlarımız ise uzun zamandır sadece tatil anlamına geliyor. Oysa yılbaşı denince iş -çoğu zaman- değişir. Güzel süslenmiş bir yılbaşı ağacına burun kıvıranı daha görmedim. Sırf dekorasyon kısmı bile neşe kaynağıdır. Yule ya da Noel’in 12 gece sürdüğü de göz önüne alınırsa, Aralık’ın neden “Kutlamaların Ayı” olduğunu anlamak çok zor değil. Bence bu kadar önem vermemiz de tesadüf değil!
Peki Yule, nasıl Noel’e dönüştü? Bunun nedenlerini tam olarak aktarabilmem için, en başından başlamam gerek. Gaz ve toz bulutuna kadar olmasa da, en az dört, beş bin yıl geriye gitmeliyiz. 21-25 Aralık arasındaki günlerin sembolik önemini, bunun kuzey yarımküredeki dinleri nasıl etkilediğini, sonra bütün bu dinlerin Roma İmparatoru Constantine tarafından Nicaea’da nasıl “modernize edildiklerini” başka türlü açıklayabilmem mümkün değil.
Güneş, Ay ve Yıldızlar
Güneş, bu gezegende hayatın şekillenmesinin temel nedeni. Olmasaydı, olmazdık. Bunu eski kültürler de anlamıştı. Güneşin her sabah yükselişi ve gerek soğuk havayı ısıtması, gerek bizleri gözleri karanlıkta çok daha iyi gören avcı hayvanlara karşı avantaj sahibi haline getirmesi, kutsallaştırılması için yeterliydi. Tarım toplumlarına girmiyorum bile.
Üniversitede Uygarlık Tarihi dersine giriyordum. Bir derste, hocamız Babillilerin astronomide ne kadar ilerlediğinden bahsediyordu ve kızın biri dayanamayıp şunu sordu: “Peki madem o kadar eskiden bu kadar biliniyordu, nasıl unutuldu?” Eski medeniyetlerin yıldızları bu kadar iyi gözlemlediğine inanamamıştı. İnsanoğlunun anlayışı çok güçlü, ama unutma ve yok etme yeteneği de öyle. Bu dersi bize İlkçağ’daki bilim adamları ve hemen sonrasında gelen Karanlık Çağ güzelce öğretiyor.
Yıldızlar, eski çağ insanlarının internetiydi. Geceleri yapacak pek bir şeyleri olmadığını düşünürsek, sürekli yıldızları izlemeleri normaldi. Tabii periyodik değişimleri saptamaları da öyle; dolunay ve tutulmalar gibi. Bunların kaydını tutarak bugün bildiğimiz yıldız takımlarını oluşturdular. Bilinen ilk yıldız takımı kataloglarından biri, Babillilerin MUL.APIN’idir. Bir dosya adına benziyor değil mi? Hayır hayır, kesinlikle Erich von Daeniken’ci bir yaklaşım sergilemiyorum. Eski insanları küçümsemememiz gerek diyorum sadece , hepsi o kadar. Ama bence asıl küçümsemememiz gereken şey, insanların hem özdeşleştirme, hem de kendi anlattıklarına inanma yeteneğidir. Neredeyse bütün dini figürlerin kökeninin değiştirilerek, işin bir şekilde asıl hayat kaynağımıza getirilmesi tesadüf olmasa gerektir.