Pixel Günlükleri 1: Pixel Art Ne Değildir?

Bugün size geçmişten gelen, bir ara unutulmaya yüz tutan, ama şu günlerde dünya çapında yeniden popülarite kazanan bir hobiden bahsedeceğim. Yaşı 30 ve üzeri olanlarımızın çok aşina olduğu pixel art grafikli oyunlar dönemi, renk ve çözünürlük kısıtlarının ortadan kalkması ve 3D’nin popülerleşmesiyle sona erdi ermişti. Ancak önce mobil platformlar, sonra da günümüzün retro oyun çılgınlığı sağolsun, pixel art dolu dizgin gündemde yeniden.

Fez adlı oyundan bir sahne.

Fez adlı oyundan bir kare.

Her ne kadar dünya üzerindeki popülaritesini ülkemizde göremesek de, birçoğunuzun pixel art hakkında az ya da çok bilgi sahibi olduğuna eminim. Yine de ben herkese hitap etmek adına baştan başlayayım: Pixel art, pixellerle yapılan sanat…

…değildir.

Malumunuz, pixeller, özünde monitörlerimizin renk atayarak görüntü oluşturduğu ufak noktaları temsil ediyor. Bu yüzden de 3D’sinden illüstrasyonuna, vektörelinden index-painting’e kadar tüm dijital görsel sanatlar pixellerle yapılıyor zaten.

Pixel art (bundan böyle PA diye bahsedilecektir) ise şöyle tanımlanabilir: Sanatçının, imaj üzerinde pixel seviyesinde kontrol sahibi olduğu görsel tekniğe PA denir. Burada pixel seviyesinde kontrol tanımı kafa karıştırıcı olabilir, o yüzden şöyle açıklamaya çalışayım: Yaratılan imajdaki herhangi bir pixel, kullanılan program tarafından otomatik olarak modifiye edilmemelidir. Photoshop kullanmış olanların anlayacağı bir örnekle; airbrush, gradient, blur, smudge gibi toollar, anti-aliasing gibi özellikler, filtreler, scale/transform ve türlü şeffaflık, aynı anda çok sayıda pixeli bizim %100 kontrolümüz olmadan modifiye etmektedir. Öte yandan pencil ve anti-alias’ı kapatılmış bir paint bucket, tamamen kontrol edilebilir şekilde, seçilen alana tek bir renk atamaktadır.

Bu yüzden diyebiliriz ki Photoshop kullananlar için yegane legal PA araçları, pencil ve anti-aliasing’i ve tolerance’ı kapatılmış ve şeffaflığı %100 paint bucket, polygonal lasso ve magic wand’dır. Tabii ki zoom, pan gibi imaja dokunmayan araçları bunun dışında tutuyorum.

Özetle, PA yapmak için tek renkle alan boyamak ve tek tek pixel boyamak dışında bir yol yoktur.

Peki bu ilk bakışta pek çok kişiye tuhaf gelen kural kendimize acı çektirmek için midir? Elbette ki hayır. Gelin biraz ne olup bittiğini anlamak için PA’nın geçmişine bakalım.

Önce Kaneviçe Vardı

Bilgisayar teknolojisi keşfedilmeden çok önce, bazılarımızın (yaş grubu olarak anneannesinin adı Merve olamayacak olanların) büyüklerinden görmüş olduğu kaneviçe (cross-stitching) tekniği vardı. Bu teknikte, etamin denilen delikli kumaşlar kasnağa gerilir, genellikle daha önce kareli kağıda renkli kalemlerle çizilmiş olan imaj, çapraz dikişle atılan renkli kalın ipliklerle etamine geçirilir.

PA_g2

Pokemonlu kaneviçe.

Anlayacağınız özünde dijital olmayan ve biraz daha zahmetli bir PA’dır kaneviçe. Peki niye böyle bir teknik ortaya çıkmış? Çünkü kumaş üzerine imaj yansıtmak için öğrenimi kolay, sürdürülebilir, affedici ve estetik bir tekniğe ihtiyaç olduğu için. Yıkandığında çıkmaması da bonus (elbette mozaik ve boncuk gibi benzer kafada bir çok geleneksel sanat da mevcuttur, kaneviçeyi özellikle belirtmemin nedeni, daima kareli düzende yapılmasıdır).

İşte PA da dijital dünyada budur. Kısaca öğrenimi kolay, sürdürülebilir, affedici ve estetik bir tekniktir. Aynı kaneviçe gibi, bilgisayar grafiği oluşturmak için grafik programlarımızın olmadığı dönemlerde, önce kareli kağıtlara boyanan imajların, kodlara sıra ile geçirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Ancak o günlerde adı PA değildi, belki bir adı da yoktu. 1980’lerde kullanılmaya başlayan PA terimi, daha ziyade bu teknikle, üründen bağımsız, sanat maksatlı imaj yapılmasını kapsıyordu ancak zaman içinde tekniğin adı haline geldi.

Biraz detaylandırmak gerekirse, PA’ın avantajları:

  • Birden farklı sanatçı tarafından aynı stille imaj yaratmanın mümkün olması
  • Kolay animasyon yapılması
  • Küçük ekranlar için net görseller yaratılabilmesi
  • Düşük çözünürlükle uyumlu olması
  • Hafıza kullanımında tasarruflu olması
  • Renk kullanımının görece az olması (günümüz teknolojisinde bunun önemi azalsa da yok değildir; az renk, aynı zamanda kolay seçilir, noise bırakmaz ve istendiği zaman rahatça değiştirilebilir)
  • El yeteneğine nispeten daha az dayanması

Tabii ki dezavantajları da çoktur, aksi taktirde herkes PA kullanıyor olurdu:

  • Büyük görseller hazırlamak için dijital boyamaya göre çok daha fazla emek istemesi
  • Serbest elle yapılan estetik hamlelere izin vermemesi
  • Renk kullanımının az olması (bol renk istendiğinde dezavantaj da olabilir)
  • Hayat kolaylaştıran birçok aracın ve filtrenin kullanılamaması
  • Boyutlandırma ve döndürmeye çok uygun olmaması
  • Çizgilerde kırıklıklar görülmesi
Bir Lucas Arts klasiği Sam & Max: Hit the Road oyunundan bir kare.

Bir Lucas Arts klasiği Sam & Max: Hit the Road oyunundan bir kare.

Dikkatinizi çekerse bu liste teknoloji ne kadar geriyse o kadar uygun. Dolayısıyla dönemin tek makul seçeneği olan PA grafikler, 82-93 arası geliştikçe gelişti. Prince of Persia ile ilkel bir motion capture bilgisayar oyunlarına girdi. 4, 16, 32 diye artan renkler, çözünürlükler ve git gide ustalaşan grafik sanatçıları, ortaya Monkey Island 2, Fate of Atlantis, Street Fighter 2 gibi görsel şaheserler çıkartmaya başladı. Bu dönemde ben ve çevremizdeki bir çok gamer, Amiga ve 386’larımızda PA ile haşır neşir olduk. PA grafiklerin yanında, “digitized” denilen fotoğraftan devşirme grafiklerle de dönemin devrim yaratan oyunları Dark Seed ve Mortal Kombat yapıldı. Digital painting hayatımıza yavaştan girmeye başlamıştı. O dönemlerde tek tük karşımıza çıkan 3D grafikli oyunlar aklımıza şu soruyu getirirdi:

Bu yazı, "Pixel Art" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar