Popüler Kültür Mimarları – Yoshiyuki Tomino
Evangelion’u ilk izlediğimde ise darmadağın olduğumu hatırlıyorum fakat bunun tek sebebi bu seriyi izlemiş insanların herhangi bir şekilde baş karakterle empati kurabilmek yada bu seriden eğlenebilmek gibi bir hedef olmaksızın izliyor olmalarıydı. Bunun tam aksine, seri izleyicisini herkesin zayıf karakterli/hasta olduğuna ikna etmeye çalışan, bu yüzden tüm süreyi izleyicileri bir sinir krizine sokmak için harcayan bir yol çizmekteydi. Şahsen, sizlerin dürüstçe başkalarına ne kadar zayıf karakterli/hasta olduğunuzu gösterme çabasına gireceğinizi sanmam. Kitleleri eğlendirme işi bu olamaz. Ben bunu daha ziyade, hepimizin ne denli virane insanlar olduğumuzu kabul ettirme çabası olarak değerlendiriyorum.
Eğer insanlara çöküntünün doğal bir şey olduğunu ve bu dünyanın işleyiş şeklini reddeden bir bilinç yapısını kabul etmeleri gerektiğini empoze etmeye çalışırsanız teorik olarak sonraki adımda onların bir silah bulup birilerini kendi can sıkıntılarına kurban seçmesinin önünde bir şey kalmaz. Gerçek sanatın ahlaki/zihinsel çöküntünün doğal norm haline gelmesini arzulayabileceğini sanmıyorum. Çöküntüden daha ziyade bahsettiğim şey bunu izleyen insanların aynı şekilde düşünmeye başlaması, yani kalıplaşma. Ben onların toplumun bir parçası olarak kendi kimliklerini geliştirmeleri, sağlıklı ve dolu dolu yaşamaları, insanlara kendilerini kanıtlamak için engellere karşı yılmadan mücadele etmeye ve hayatlarının sonuna dek onları mutlu bir şekilde üretmeye teşvik etmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Bunların aksi olabilecek hiçbir yargıyı kabul edebilmem mümkün değildir.
Shingeki no Kyojin hakkında: Öncelikle söyleyeyim, kendimi bir Shingeki no Kyojin hayranı olarak tanımlamıyorum. Yine de tıpkı One Piece’de olduğu gibi, bu Manga’nın da teorik olarak yaratıcısının kendi iç dünyasından hareket ederek geniş kitlelere yayılabilmesine saygı duyuyorum. Isayama’nın okul yıllarında kabadayılığa uğrayan birisi olmasından hareketle bu travmasını eserlerine ilham kaynağı olarak kullanmasını da takdir ediyorum. Benzer şekilde Titan’ların yüzünün duygusuz suretler olması, bunları çizmek için bu tür yüz fotoğrafları biriktirerek bunları çizmesi okuyucuyu sarsmak için ideal bir seçim.
Öte yandan her ne kadar çizim yapmakta başarılı bir insan olmadığını söyleyerek alçak gönüllü davransa da bu aslında aynı zamanda onun çok çalışmak ve kendini mükemmelleştirmekten imtina eden birisi olduğunu da ortaya koyuyor. Dahası eserin kişisel yönünü abartması, onu gençlerin aksine bir yetişkin birisi için okunması zor bir eser kılıyor ve Manga’nın gereksiz yere grotesk ve zalim oluşu da onu pornografiden çok da farklı bir yerde değerlendiremeyişime sebep oluyor. Vardığımız noktada eser yaratıcısının kendisini anlatma amacının çok dışına çıkıyor. Bu açıdan onun Mangaka’lık yolunun başında birisinin ilk önemli eseri olması bile, kendisinin bu odaksızlığı göz önüne alındığında şaşırtıcı olamıyor.
Wind Rises hakkında: Hayao Miyazaki’nin Zero’lar hakkındaki bu filmi mühendisliğin zorlukları üzerine ideal bir örnek oluşturuyor. Sadece Zero’ların tasarımcısı olan Jiro Horikoshi’nin değil, aynı zamanda uçak üretim tarihi üzerine not düşen bir film. Bilindiği üzere uçaklar atomik enerji gibi tehlikeli değillerdir ama bu yönleri bile onları hiç bitmeyen bir deneme-yanılma-geliştirme sürecinin dışına çıkartmaz.
Eğer askeri havacılığa ilgimin nereden geldiğini merak ediyorsanız babamın da savaş yıllarında uçak tasarımında çalışmış insanlardan birisi olduğunu söyleyebilirim. Babam Nakajima havacılık şirketinde taşeron olarak çalıştı ve uçaklar için kauçuk/lastik aksam üretirdi. Babamın çalıştığı fabrikayı 5 yaşındayken gördüğümde kendimi “Bu kadar büyük makinalarla oynayabilmek harika olmalı!” demekten alamadığımı anımsıyorum. Eninde sonunda farkettiğim şey babamın bile intihar silahları üreten bir sektörün çarklarından birisi olduğuydu. Sizler de bu filmde aslında hoşlanmadıkları şeyleri üretmek zorunda kalan mühendislerin dünyasını göreceksiniz.