Samhain: Cadılar Bayramı’nın Kökeni
Türk halkı olarak pek meraklısı olduğumuz geleneksel bayram kavgası mevsimine geldik sayılır. Gerek Cadılar Bayramı, gerek Noel, gerek yılbaşı kutlamalarından önce mutlaka Ekşi Sözlük gibi popüler sitelerde bu işin tartışmasının yapıldığını görmemiş olamazsınız. “Kutlanmalı mı, kutlanmamalı mı?” Milletçe “Medeniyet 101” kuralı sayılabilecek “İsteyen istediğine inanır ve kutlar, kime ne?” noktasına bir türlü gelemediğimiz için, bu tip tartışmalar sakız gibi uzar da uzar, sonuca varmaz ve bir sürü insan bu bayramların kökeni üzerine bir şeyler yazarken bulur kendini. Ben de daha önce bu kavgalarda görmediğim türden bilgileri yazarak, sıramı savmak istedim. Ancak, daha önce bilmeyen arkadaşlar için kısa bir Samhain tanımlaması yapacağım.
Öncelikle, Samhain yani 31 Ekim’i 1 Kasım’a bağlayan gece, sonbahar ile kış ekinokslarının (23 Eylül- 21 Aralık) ortasına denk gelerek “yılın karanlık yarısı”nın başlangıcına tekabül eder. Tabii bol güneş ışığı alan bir ülkede yaşayan bizlere bu çok da anlamlı gelmez. İklim, coğrafi konum ve ışık, inançların neredeyse temelini oluşturur. Bahsettiğim inanç Keltler’den çıkmıştır, yani bizim çok daha kuzeyimizde yaşayan bir halktan.
Fiat Nox!
Kuzey Avrupa’da kış ayları ülkemizdekinden çok daha karanlıktır, hava koşulları çok daha serttir. Dolayısıyla kış başlangıcı, insanlar için büyük bir değişim ifade eder; açık ve güneşli tarlalardan çıkıp, ufacık tahta kulübelere girme zamanıdır. Bugün erken kararan havanın çoğumuzu ne kadar depresif bir hale soktuğunu düşünürsek, o dönemde elektriği sadece şimşek formunda gören insanların ruh halini hayal etmek kolaydır. İnsanın korkutucu bulduğu tüm yaratıkların karanlığı sevdiği düşünülürse, en karanlık mevsim gelmeden evlerini ve çevrelerini kötülüklerden arındırmak istemeleri, ibadet ettikleri tanrılara hediyeler vermeleri normaldir. Samhain hasatın sonudur. Ancak 21 Aralık’taki gibi keskin bir başlangıç ve bitiş sembolize etmez. İki arada bir derede eşik zamanıdır. Geçiş dönemidir (Bir diğer geçiş dönemi, bahar ve yaz ortasındaki Beltane’dir). Bu nedenle gerek maddi gerek manevi her şeyin kesinlikten uzaklaştığı düşünülür. Bu, yaşayanların dünyası ile Ruhlar Alemi için de geçerlidir; 31 Ekim gecesi iki alemin arasındaki duvarların kalktığına inanılır.
Eski Kelt inançlarında, tabiri caizse öteki tarafta yaşayanlar Aos Sí olarak adlandırılır. Bunu ruh ya da peri olarak çevirebiliriz; iki kavramı da kapsarlar. Özellikle Britanya kökenli söylenceler, peri halkının insanlardan kaçarak başka bir diyarda yaşadıklarını anlatır. Bu alem konusu biraz karışık, kutsal kitaplardaki “öteki taraf” kavramı gibi değil. Başka, daha derinde bir dünya gibi düşünün; bizim dünyamızla iç içedir ama göremeyiz, ancak perdeler inceldiğinde yanlışlıkla Peri Diyarı’na geçebiliriz. Hristiyanlık yayılırken Pagan inançlarına sahip halkın saklanması için sislerin arasına saklanan, bugünkü Glastonbury ile aynı yerde bulunduğuna inanılan Avalon Adası, bu konunun en gizemli ve popüler örneklerindendir.
Shakespeare’nin Bir Yaz Gecesi Masalı ve Marion Zimmer Bradley’nin yazdığı Avalon’un Sisleri (Mists of Avalon) bize bu efsanelerden kaynaklanan hikayeler anlatır. Peri diyarları Mallory’nin Arthur’un Ölümü’nde de geçer, İrlanda kökenli söylencelerle ilgiliyseniz William Butler Yeats de çok iyi bir referanstır. Modern yazında bildiğim en iyi örneği ise, Stephen King ile Peter Straub’un birlikte yazdığı The Talisman’dır. Romanın kahramanı Jack, tadı berbat olan bir iksirle “ötek tarafa” geçip yolculuk edebiliyordu. İlk dört sayısını Neil Gaiman’ın yazdığı bir çizgi roman olan Books of Magic’e de bakabilirsiniz.
Peri Derken?
Eğer kuzey Avrupa efsanelerini incelerseniz, Elf ya da Fae(peri) diye bilinen halkların pek de oyunlardaki gibi şirin olmadığını, çoğunun ölüm veya ölümün ötesiyle özdeşleştirildiğini görürsünüz. Genellikle insanları kandırmayı seven, özellikle yolculara dadanan varlıklardır bunlar. Tepelerin altında yaşadıklarına inanılır; Keltler de pek çok kültürdeki gibi ölülerini yeraltına gömerlerdi. Özellikle geçit mezar kullanırlardı ki, bunlar büyük taşlardan oluşan dar bir geçit içine bir veya daha fazla gömü yerleştirilip, üzerleri taş ve toprakla örtülen tipte mezarlardı.** Üzerlerine yığılan taş ve toprak, tepeler oluştururdu. Ne tasadüf ki, perilerin yaşadığı, altında labirentler olduğuna inanılan tepelere de “Sidhe” adı verilirdi. Bu halklar biraz bizim Türk Masalları’ndaki Kaf Dağı’nın ardında yaşayan perilere benziyor gibi görünseler de, doğaları çok daha karanlıktır. Yani pek bulaşmak isteyeceğiniz türden yaratıklar değillerdir.
İşte bu da bizi geleneksel Cadılar Bayramı kostümlerine getirir. Eski halklar, aralarına karışan Aos Sí’den saklanmak için kılık değiştirirlerdi. Peri halkı gibi giyinirlerdi ki, insan oldukları anlaşılmasın ve başları belaya girmesin. Bu da doğal olarak kostümlerin inandırıcı, yani korkutucu olmasını gerektirirdi. Hasat mevsiminin sonu, zaten ambarların ve kilerlerin tıka basa dolu olduğu bir zamana denk geldiğinden, insanlar kışın kendilerine dadanmasınlar diye peri halkı için de bol yiyecek ayırırlardı. Avrupa kökenli masallara dikkat edin, yolculara musallat olan periler hep yiyecek ister, eğer verilmezse yolcuyu lanetlerler. “Trick or treat?” sorusu işte bunun yansımasıdır.
Masal kahramanlarının başına gelen lanetleri düşündüğümüzde, eski insanların “Aman al yemeğini, yeter ki bana peri laneti yapma!” diye tepki vermeleri de çok olağandır. Peri halkı için sütün yağlı kısmını kapının önüne bırakmak, ya da onlar tarla sürmedikleri (peri halkı sabanla tarla sürmenin toprağa tecavüz olduğuna inanır ve genelde meyvelerle beslenir) için sahip olmadıkları türden ekmek gibi yiyecekler sunmak, özellikle Britanya civarında çok revaçtaydı.
İki alem arasındaki duvarın ortadan kalktığı bu dönemde, perilerin evlere gelip yiyecek istemesi olağan bir şeydi. Tabii peri kılığına girmiş insanların da öyle. Tabii şimdi baktığımızda bunun yardımlaşma veya otlakçılık için mükemmel bir kılıf olduğunu düşünebiliriz, ama kim bilir? Samhain’in olmazsa olmaz özelliklerinden biri de, tıpkı zıt bayramı diyeceğimiz Beltane* gibi bir çok şenlik ateşi yakılmasıydı. Bu ateşlere temizleyici ve koruyucu etkisi olduğuna inanılan bitkiler ve baharatlar atılırdı.