Uzayda Büyük Kavuşma: Juno ve Jupiter
Babil’den Jüpiter’e: MUL.APIN
Jüpiter, insanoğlunun keşfettiği ilk gezegenlerden biridir. Nasıl olmasın, Güneş, Ay ve Venüs’ten sonra gökyüzündeki en parlak dördüncü cisimdir. Bilinen en eski yıldız kayıtları, Mezopotamya halklarına aittir. Halklar diyorum, çünkü bu kayıtları yapan kişiler anonim ve Orta Doğu çıkışlı Babil, Akkad, Elam gibi kültürlerin hepsi yün yumağı gibi birbirine karışmış. Kimin nasıl katkısı olduğu pek belli değil. Aslında ben buna seviniyorum. Çünkü yıldız çizelgelerinin herhangi bir medeniyetin ya da kişinin adı geçmeden, insanlığın kültür mirası olmaları çok daha anlamlı geliyor. Şimdi bu konuda teoriler çok, işi bilenlerden yükselen itirazları da öngördüğüm için şöyle açayım;
Bilinen ilk kayıtlar, yazının bulunması ile başlıyor. Bu da bizi Sümer’e getiriyor. İlk astronomi kayıtları çivi yazısıyla yapılmış. Ama bu kayıtlar elimizde yok. Bu kayıtların kayıtları var, bunlar da Babil uygarlığına ait ve M.Ö. 1200’e tarihlendiriliyor. Mul. Apin adlı bu katalogda, 66 tane yıldız ve takımyıldızın kaydı var. Tabii ki Jüpiter de bunların arasında. İlk kimin keşfettiğini bilmemiz maalesef mümkün değil. Sonuçta gökyüzünden bahsediyoruz ve insanların yapacak başka işi olmadığı için, dünyanın çeşitli yerlerinden bir kaç kişinin aynı dönemlerde fark edip kaydetmiş olması yüksek ihtimal. Mezopotamya demişken; nasıl Romalılar bu gezegeni en büyük tanrıları Jüpiter olarak görüyorduysa, Babilliler de ona en büyük tanrıları Marduk’un adını vermişlerdi.
Yıldızların, eski çağ insanlarının interneti olduğunu şu yazımda söylemiştim. Eski çağlarda astronomi çok iki önemli amaca hizmet ediyordu; din ve tarım. Kişilik atfedilen yıldızlara bol bol sembolizm yüklenirken, diğer yandan ilk tarım takvimleri çiziliyordu. Aslında çizmekten çok, binasını yapıyorlardı. Stonehenge gibi yapılar bunun eseridir. Eski Mısır tapınakları, yıldızlara, hatta kışın güneşin yükselişine göre inşa edilmiştir. Aztek piramitlerinin her biri zaten dev birer takvimdir. Yani demin Mezopotamya halkları dedim diye sakın aldanmayın, M.Ö. 3000’li yıllarda Çin, Mısır, Hindistan, hatta Avrupa’da astronomi hayli ilerlemişti. Mesele şu ki, bunlar yazılı kayıtlara geç aktarılmış, ya da elimize ulaşmamıştır.
Yani uygarlıklar gökyüzünü benzer zamanlarda keşfetmiş, ama yerle pek uyum sağlayamadıkları için keşiflerini zamana dayanacak şekilde saklayamamış ya da terk etmek zorunda kalmışlar. Düşününce çok ilginç geliyor, değil mi? Mesela eski Mayalar zaman hesaplamalarında uçmuş ve 365 tam güne Gregoryen takvimden çok daha fazla yaklaşan kusursuz bir zaman çizelgesi elde etmelerine rağmen, sabanı bulamamışlar.
Mesela Hindistan’daki gökyüzü gözlemleri M.Ö. 3000’lere kadar uzanırken, yazılı kayıtlar ancak Vedik Dönem’de başlıyor ki, bu da en erken M.Ö. 1500’lere denk geliyor. Ya da, Jüpiter’in aylarından Ganymede’nin Galilei’den neredeyse iki bin yıl önce, M.Ö. 362’de Çinli bir astronom olan Gan De tarafından keşfedildiği iddiası var. Bu adam, Jüpiter’in ilk bilinen detaylı gözlem kayıtlarından bazılarını oluşturmuşsa da, uydudan “kırmızı bir nokta” olarak söz ettiği için, mesele kesin değil. Biraz daha konuşursam astronomi tarihine daha detaylı girmek durumunda kalacağım ve bu kendi başına bir yazı konusu olduğu için şimdilik erteliyorum.