Yılların Film Türleri Üzerindeki Etkisi ve Kara Mizah

Filmler, güncel olay malzemelerinden ve en çok da insanlarda uyandırdığı hislerden beslenen, günden güne gelişen canlı bir olgudur. Yeri geldiğinde büyük kitlelerin tepkilerini konu edinirken yeri geldiğinde de toplumun ufak parçalarına yönelir. Her bir kesim bu film eserlerinde kendilerine hitap eden bir mesaj veyahut direkt olarak kendilerinden parçalar bulur. Ve bu canlı olgu ile sürekli iletişim hali mevcuttur.

Film tercihleri, bazen insanların kafalarını dağıtmak için kullanılsa da insanları harekete geçirmeye endeksli yapımlar aslında sinema severler farkında olsun olmasın daha önemli bir yer kaplayabiliyor. Bugün daha çok film türlerindeki zamane olayların etkilerini, türleri asıl belirginleştiren unsurları ve tüm bunların gelişimlerine ek olarak da kara mizahı anlatmaya çalışacağım. Öncelikle yıllar üzerinden yazmaya başlayacağım.

1910 Yılları: Fırtına Öncesi Sessizlik

Bu yıllar, hepimizin de bildiği üzere sinemanın ilk emeklemelerini yaptığı, basit ve sade evreleri. Ancak bir diğer önemli husus, bu vakitlerde dünyayı kasıp kavuran ilk savaşın yaşanıyor olması. I. Dünya Savaşı esnasında İngiltere-Fransa gibi Avrupa ülkeleri gözlerini ve ellerini beyazperdeden çekip Osmanlı topraklarına yöneltmişti. Dolayısıyla 20. yüzyılın 2’nci döneminde çok fazla Avrupa esintisi göremiyoruz. Bu aynen tüm taraf devletler ve komşuları için geçerli bir söylem. Sinema o zamanlar böyle savaş manşetlerinin arasında yer alacak kadar değerli değil, henüz.

1910 yıllarında bu yüzden sinemada Amerikan etkisini görüyoruz. Amerikan yapımı, Amerikalıları ve galibiyetlerini, ne kadar harika işler yaptıklarını anlatan filmler ile karşı karşıyayız. Gelin görün ki bu filmlerin hepsi savaş ile alakalı. Amerika, taa o zamandan sinemada egoistlik taslamaya başlıyor. Büyük devletler arasında gerçekleşen kanlı mücadeleler esnasında, Amerika; kendi savaş dünyasının ne kadar faydalı olduğunu, nasıl zaferler elde ettiklerini ve taze kanlarının gücünü haber ediyor, açık açık tüm dünya milletlerine. Bu dönem, yalnızca bir Fransız filmi görebiliyoruz Amerika baskınlığının içinden.

Sinemada Lale Devri Zamanı

1920 Yılları: I. Dünya Savaşı Sonrası Verilen Mola

I. Dünya Savaşını geride bıraktığımız bu yıllarda beyazperdede herhangi bir savaş veya gerilim filmine rastlamak oldukça zor. Çünkü gerçekleşen savaş, milletlerde ve dünya genelinde şok etkisi yaratıyor. Kimsenin hiçbir platformda savaşa dair konuşmaya ya da savaşı anlatmaya mecali yok. Savaş mağdurları, askerlerin çektiği zorluklar ve bunun getirdiği ekonomik güçlük tarzında insanların moralini daha da dibe çeken konular sinemadan uzak kalıyor.

İnsanlar, savaş yerine üzerlerinde oluşan stresi atabilecekleri tatlı yalanlar etrafında şekillenen pembe filmleri tercih ediyor. 2 bölümlük molanın başlangıcı olan bu dönemde, sinemada daha çok eğlence ve komedi hayatına dair film yapımları görebilmek mümkün. Bunlara verilebilecek örnekler bir hayli fazla; Kameralı Adam, Altına Hücum, Sherlock Jr., Şafak… Eğlence, komedi, romantizm veya macera üzerinde yoğunlaşılmış yapıtlar.

Ha hiç mi savaş anlatılmıyor? Anlatılıyor anlatılmasına ama bıraktığı yaraların hale can acıtan seviyesinde olduğu I. Dünya Savaşı değil, Rus-Japon savaşı. O da zaten tamamen bu savaşı anlatmaktan ziyade, savaş esnasındaki devrimin ilk adımları  aktarılıyor izleyenlerine. Potemkin Zırhlısı olarak adlandırılan film bu ilk mola döneminde ele alınabilecek nadir savaş eserlerinden.

Böylelikle sinemada komedi ve romantizmin, bir yandan da maceranın ilerleme kaydetmeye başladığını çıkarabiliriz. Gerilim ve dram halkın isteksizliği ile arka planda, üstelik itilmeye de devam edecek.

1930 Yılları: 2. Molanın Sonu Acı Verici Olacak

1920 yıllarında verilen ara, burada daha da güçlenerek devam ediyor. İnsanlar kendilerini beğenmedikleri gerçeklerden uzaklaştıran filmleri beğenmiş olacaklar ki bu yıllarda bilimkurgu-fantastik  yönünde gelişmelerle karşılaşıyoruz. Hatta sayılarının normal miktarı kat be kat geçtiğini söyleyebilirim. Frankestein, Robin Hood, Görünmez Adam benzeri filmler bu dönem sinemasını arka arkaya meşgul ediyor, hatta o kadar ki devam serileri bile çıkıyor.

Bir diğer yandan I. Dünya Savaşının yenilen devletleri cephesinden herhangi bir ses soluğa rastlayamıyoruz. Savaşın getirdiği sıkışık koşullar bu devletlere sinema ve film yolunda ışık tutulmasının önüne geçiyor maalesef.

Bu dönemde daha çok bilimkurgu ve fantastik, macera türlerinin güzel bir atak yapmış olduğunu görebiliriz. Ortamı tam istedikleri kıvama getirebilmek sonuçta 10 yılı bulmuştu. İnsanların bu yabancı rahatlığa alışması zor olmasa gerekti. Dram yine insanlardan uzak, beslenecek bir kaynak beklemekte, gerilim ise varlığını sorgular bir evredeydi. Ta ki 1939’a kadar.

1940 Yılları: Naziler Baya Popüler

Film dünyasında gördüğümüz bu mola ve eğlence dönemi büyük bir tantana ile sona erdi. Lale Devrini sona erdiren isyan bu sefer II. Dünya Savaşı. İnsanların korkulu rüyası sarsıcı ve çok daha şiddetli haliyle geri dönüyor. Film cephesinde de ağır bir değişim, her türün tepe taklak olması söz konusu. Komedi, bilim kurgu, fantastik, macera beklenmeyen bir çöküşe sürükleniyor.  Bu türlerin sayısı Nazilerin ayakları altında kalarak, kendi molalarına giriyorlar.

Nazi Almanyası ve Nazilerin bu zamanlarda aman demeyin ünlerine! Her film yapıtında neredeyse Nazilerin parmağı, sert rüzgarları ve bıraktığı üstü örtülemez etkiler var. İlk başlarda sadece savaş ve savaş unsurları çevresinde çekilen filmler, bir yerden sonra artık diğer türlerin de içine karışarak karma bir bütün sergilemeye ve 1960-2000 arası sinemasının temellerine ilk çivileri çakmaya başlıyor.

Filmler Nazi Almanyasını, Nazi asker ve subaylarını, savaştan kaçan ya da esir düşen askerleri, savaş sonu eve dönüşün güzelliğini, savaşın bıraktığı harabeleri ve meydana getirdiği yıkımı, halk üzerinde oluşan etkileri anlatmaya yöneliyor. Bu konulara sırasıyla şu film örneklerini verebiliriz; Büyük Diktatör, Denizin Sessizliği, Hayatımızın En Güzel Yılları, Bisiklet Hırsızları, To Be or Not To Be… Bir de Casablanca şeklinde bu konunun farklı alt konularla birleştirildiği enfes filmlerin varlığından söz edebiliriz.

Kısaca dram-gerilim büyük bir şok ile sinemalara dev bir dönüş yapıyor. İnsanlar üzerindeki Buhranın ilk sonuçlarını sinemaya taşıyarak mola dönemlerindeki kısıtlanmalarının acılarını çıkarıyorlar adeta. Bir diğer elde de fantastik-bilim kurgu büyük bir oran kaybı yaşıyor. Bir Zombi İle Yürüdüm öne sürebileceğimiz nadir örneklerinden.

Bu zamanın en hasret kalınmış duygusu aşk olacak ki savaşa karşın bir romantizm türü havası var. İnsanların eksikliğini zirvede hissettikleri bir konu olmasının nedenlerini tartışmaya gerek yok bence. Romantizm türünde Kadının Ferdi, Kırmızı Pabuçlar ve Gilda tarzı filmler görebiliriz.

1950 Yılları: Buhran Geldi Çattı

1950 yıllarında iki büyük savaşın ardından gelebilecek iki farklı türden bahsedebiliriz: Dram ve polisiye. Dramdan başlamam gerekirse eğer, dramın ağırlığını ortaya koyduğu malum. Bu dönemde günümüzde d hala lafı geçen ve adının değeri olan dram filmleri mevcut. Tabii ki 12 Kızgın Adam! Ama sadece bu film üzerinden konuşmak olmaz, zira dram açısından bol bol eserle çevriliyiz: 400 Darbe, Hiroşima Sevgilim, Katilin Busesi, Rıhtımlar Üzerinde…

Dramın efsanevi geri dönüşüne elbette kader arkadaşı gerilim türü de destek çıkıyor. Dram filmlerinin büyük bir çoğunluğunda gerilimin de eşlik ettiğini söylemek mümkün. Bu iki kankayı gelecek dönemin film anlayışı ayırana dek birlikte göreceğiz.

Bir de az uz kendini devam ettirmeye çalışan, gelişim açısından geçmiş döneme göre bir adım daha ilerlemiş bilimkurgu-fantastik türleri var. Bu türleri sadece 2 film ile görebiliyoruz: Kendi Kendine Küçülen Adam, Kara Gölün Canavarı. Fakat tabii ki tacını dramın elinden almaya yetmiyor.

Farklı Bir Gelişim: Sinemanın Uyarı Kabiliyeti

Diğer taraftan da polisiye türünün adım atmaya kalkıştığını değerlendirmek lazım. Şimdi aklınızda soru işaretleri belirmiş olabilir; polisiyenin iki yıkıcı savaş sonrası dönemiyle ne ilişiği var diye. Bunu sormakta ve düşünmekte haklısınız elbette. Ancak unutmamak gerekir ki savaşın açığa çıkardığı düşünceler her daim iyiye yönelmeyebilir. Bu iki çarpıcı savaşın ardından ,özellikle ikincisinin ardından, yoğun bir ekonomik buhran var lafımın ucunda. Bu ekonomik buhranın tehlikeli kısmı, pek çok farklı kitleyi öngörülemeyecek eylemlere itmesi.

Ortaya çıkan bu maddi manevi çöküntü dönemi, suç oranlarında artışa sebebiyet veriyor. Kimileri başka çaresi bulunmadığı için, kimileri de açgözlülükleri uğruna ayaklarına geliveren fırsat trenini kaçırmamak için.

İşte sinema gerçek bir uyarı aracı olarak bu esnada kullanılmaya başlanıyor. Suç oranlarının git gide arttığı bu 1950 dönemlerinde, halkı; suç işlememenin, adaleti yerine getirmenin ve suçluları enselemenin ne kadar da güzel olabileceğini düşündürmeye iten filmlerle karşı karşıya geliyoruz; Bitmeyen Balayı ya da Vertigo benzeri. Böylelikle polisiye de içinde bulunduğu dönemde drama arkadaşlık ediyor.

1960-2000 Yılları: Sinema Ayrı Bir Önem Kazanıyor

Soğuk Savaş’ın büyük bir bölümünü kapladığı bu yıllarda film türleri arasında kaynaşma görüyoruz. Artık tek tük türlerin yoğunluğundan veya öneminden ziyade bir diğer türle nasıl bir karma oluşturduğu ön plana çıkıyor. Ve film evreni hızla değere binmeye başlıyor.

Bunun sebepleri hem maddi şekilde kolayca açıklanabileceği gibi hem de topluluklar üzerinde bıraktığı yargılar sayesinde de gün yüzüne çıkarılabilir. Zaten senaristlerin malzeme açısından sıkıntı çekmediğini düşünürsek türler içindeki birlikteliğin zorluk seviyesinde düşüş yakalamak mümkün.

Günümüz: Gerçekliğe Elveda

Günümüz sinema dünyası tamamen eğlence ve komedinin geç kalınmış sonuçlarını barındırıyor. Demek istediğim; eğer 1920-1930 yıllarındaki lale devrinin devamını görebilseydik bu günümüz dozunda bir sinema yaratırdı. Zira sinema artık komediyi, macerayı ve geri kalan diğer tüm türleri geçerek aşırılık raddesine ulaşıyor.  2000-2019 yılları içerisinde gördüğümüz filmler, artık bunu nasıl farklı anlatabiliriz düşüncesi etrafında tartışılmaya ve oluşturulmaya başlanıyor.

İnsanları nasıl tam olarak ekrana kitleyebiliriz münakaşaları ise, görsel efektlerin ağzı beş karış açık bırakan etkisi ile sona eriyor. Grafik şölenlerini dibine kadar yaşadığımız filmlere tanıklık ediyoruz. İşin güzel kısmı ise bunu her türde görebiliyor olmak.

Ama elbette grafiklerle alışılmamış unsurları birleştirmişseniz, daha da göz önünde yer almışsınız demektir. Çünkü insanlar artık görebilecekleri ya da izleyebilecekleri her tür filmi ya izlemiş, ya da arada kaynamış olarak izlenecekler listesinde unutmuş vaziyette. Hal böyle olunca yapımcıların sürekli olarak yenilikler ve beklenmedik fikirlerle izleyici karşısına geçme ihtiyacı doğuyor. Bu ihtiyacı da en iyi çizgi romanlar karşılıyor.

Çizgi romanlar 2005 senesi itibariyle yavaş yavaş beyazperdeye adımlarını atıyor. Öncelikle zaten bu insanları okudukları çizgi romanlardan bilen insanları kendisine çekiyor. Ardından da yarattıkları karakterler ve sürekli devam çizgisinde ilerleyen hikayeler ile de sinemaya çapasını bırakıyor. Bilimkurgu türü için önemli bir kaynak olan çizgi romanlar, bu türün önüne kırmızı halı serip grafiklerin de desteğini kullanarak son yılların önde gelen türü halini almasını sağlıyor.

Bilimkurgu da beraberinde her zaman fantastiği taşır. Fantastik türünün de, gelişmiş görsel efektler ile kendisine sağlam bir yer ayırttığı bariz. Komedi, gerilim tarzı ana türler de bu iki tür içinde harmanlanarak seyirciye sunuluyor.

Herhangi bir türün yokluğundan ya da azalmasından bahsetmek doğru sayılmaz. Çünkü her türün artık belli bir kitlesi var ve her yıl da sinemalarda görmemek elde değil. Bu da sinemanın maddi olarak sağladıkları ile gelişiyor elbette.

Çünkü son yıllarda sinema, gelirini sadece beyazperdede elde ettiği izleyici sayısından değil, ortaya koyduğu filmin sermayesini oluşturarak yan kazançtan da sağlıyor. Dolayısıyla herhangi bir türün maddi açıdan gözünü korkutan bir durum söz konusu bile değil. İş böyle olunca da vizyonda her türden bir esinti görmek yaygın ve normal bir hale bürünüyor.

Kara Mizah

Kara mizah, 1950 yıllarındaki film öneminin keşfinden sonra ortaya çıkmakta çok zaman almayan bambaşka bir tür. Arka arkaya gelen iki dönemin toplanmasından elde edilen güçlü bir sonuç. Kara Mizah film dünyasına özel olmayan bir tartışma potansiyeline sahip. Doğası gereği belli başlı hedefleri var ve bu hedefler, kendilerine verilen sıfattan pek de memnun değil.

İşin gerçek sorun yaratan kısmı ise savaşın kara mizahla buluşması oluyor. Çünkü savaş; yaşattıkları ile mizaha indirgenmemesi gereken, insanlar tarafından ağırlığı belirlenmiş bir husus. Lakin kara mizahın da besin kaynağının bu tartışmalar olduğu kesin. Direkt olarak bu türü yaşatıyor hatta. Hem devlet isimlerini ön plana çıkarıyor, hem de reklamın iyisi kötüsü olmaz politikası ile güzel bir kitle sayısına ulaşıp maddi açıdan karnını doyuruyor.

Kara mizahın daha göz yumulabilir hali film türlerinin birbiri içine girmesi ile açığa çıkan sonuçlar ile gerçekleşiyor. Türlerin birleşmesiyle açığa çıkan, kullanılan birimin küçülmesi kara mizahı da gündelik-kişisel sorunları trajikomik şekilde anlatmaya itiyor. Böylelikle kendisine çekmiş olduğu hoşnutsuzluk yorumlarında alçalmaya gidiyor.

Kara mizahın benimsenmesindeki asıl sebep, insanların hayatlarının ne kadar kötü olduğunu onları güldürerek anlatıyor olması. Yani izleyiciler ne komedinin getirileri ile tamamen sorunlarından uzaklaşıyor, ne de dramın yarattığı hüzün ile daha da depresif hallere bürünüyor.

Günümüzde de kara mizah dalgalarını mutlaka her yıl hissetmek mümkün. Tek farkı artık kara mizahın ayrı bir tür yerine yardımcı türe dönüşmüş olması. Çünkü geniş çaplı savaşların yokluğu ve barışa, refaha giden adımların izlenmesi insanları, kara mizahın kara bölümünden uzaklaşmaya itiyor. Belli başlı diğer savaşları da bir yere kadar kullanabilen senaristler, yan tür olmanın avuçlarından kurtulamıyor. Ancak her ne kadar yardımcı tür olarak görsek de bazen bir film hakkında konuşurken kara mizahın akıllıca kullanılmış olması ana temanın önüne geçebiliyor.

Bu yazının da böylelikle sonunu getirmiş bulunuyorum. Yorumlarınızı esirgemezseniz çok memnun kalırım.

Yorumlar