Zindanlar ve Ontoloji – Varlık Nedir?
Modern Dönem: René Descartes ve John Locke
Gelelim İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nda “Rendekar” olarak adlandırdığı Rene Descartes’a. Bu filozof modern felsefenin babası olarak bilinir ve yazmış olduğu “İlk Felsefe üzerine Düşünceler” (Meditations on First Philosophy) adlı kitabına her şeyden şüphe ederek başlar. Bu şüphe edimi sonucunda vardığı nokta ise “her şeyden şüphe ettiğimde, varlığına şüphesiz emin olduğum şey her şeyden şüphe eden bir zihnin, yani benim zihnimin, varlığıdır”. Ve bu noktadan devam ederek kafasında bir mükemmellik, yani Tanrı, idesinin bulunduğuna ve bu ide dışarıdan gelmediğine göre ortada bir Tanrı’nın varolduğundan şüphesiz biçimde emin olduğuna seyreder ve bu noktadan sonra da dışarıdaki dünya da kanıtlanmış olur zira “mutlak iyi olan bir Tanrı beni kandırmaz”. Nitekim bu kitabın kilise babalarına adanmış olması da çok garip değildir zira Descartes, her ne kadar modern felsefenin babası olsa da, Tanrı kanıtlamasıyla işe başlar ve hem kendi hem de Tanrı’nın varlığından son derece emindir.
Bu düşünceye itiraz John Locke tarafından gelecektir. Bu düşünür der ki insan zihni doğuştan boş bir levhadır (tabula rasa) ve bu levhaya ben duyu bilgilerimle bilgiler kazırım. Bu bilgiler arasında bağıntılar kurarak da başka fikirlere ulaşabilirim. Nitekim Tanrı fikri de böyle eriştiğim bir bilgidir. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken nokta varlık ve bilmek için Tanrı kavramı zorunlu değildir. Bu benim zihnimin içinde bulunan özelliklerden gelen bir şeydir.
Varlığın Kökeninde Duran Tanrı Analizi: Karakteristikleri, Entropi ve Boyut Farklılıkları
Şimdi, bu şekilde kısa bir felsefe tarihi verdikten sonra elimizdekilere bakalım. Basitçe Tanrı dediğimiz kavram ağırlıklı olarak varlık fikrinin temelinde bulunur; kadirimutlak, zamandan bağımsız ve her yerde varolan bir varlıktır (Omnipotence, Omnipresence, Omniscience). Ancak bu dünyayı yaratmış olmasına rağmen bu dünyanın da dışındadır zira değişime konu değildir, bu yüzden de entropiye uğramaz. Aynı zamanda da mutlak olarak iyidir zira insanı yaratmış ve mükemmellik idesini koymuştur.
Tanrı’nın bu boyutdışılığı kendisinin “gizemli yollardan işini yapmasını” (God works in mysterious ways) zorunlu kılar zira biz insan olmaklığımızdan ötürü bu boyuta bağımlı haldeyizdir ve bizden başka boyutta olan bir varlığın eylemlerini anlamamız da çok olası değildir. Burada kaba bir alegori vererek açıklamaya çalışayım, üç boyutlu bir varlık olarak siz iki boyutta her şeyi yapma imkanına sahipsinizdir; ortada bir çöp adam boyutu olduğunu da varsayalım. Sizin bu boyut üzerine kalemle etkileşmeniz bu evrende varolan canlılar tarafından sizin anladığınız gibi anlaşılamaz, dahası bu boyuttaki varlıklar sizin varlığınızı hayal etseler de nasıl bir gerçeklik olduğunu algılayamazlar. Nitekim bu bağlamda “Eğer Tanrı mutlak iyiyse neden kötülük diye bir şey var” sorusuna Anselmus’un verdiği yanıtı hatırlamak gerekir: “Bizim iyi kavramımız insani bir iyi kavramıdır ve Tanrı’nın iyiliği ile örtüşmeyebilir. Ben O’nu anlayabilmek için bu kavramı atfederim ve onu böyle anlarım ama O’nun iyiliği benim algımın ötesindedir.”
Fantastik Dünyalarda Varlık Sorunu
Bizim dünyamızdaki Tanrı kavramını açıkladıktan sonra gelelim yazımızın özü olan fantastik dünyalardaki Tanrı kavramına. Bu bağlamda aslında fantastik bir dünyada olmayıp, benzer niteliklere sahip olan Yunan pantheonu ile başlayacak ve akabinde kurgu dünyalardaki tanrılara gireceğim.
Muhtelif Tanrı Tasarımları
Yunan Pantheonu
Yunan Pantheonu başta da belirtmiş olduğum üzere modern anlamda kurguladığımız Tanrı düşüncesine çok uymaz. Mutlak iyi, kadirimutlak, her yerde hazır ve nazır ve zamandan bağımsız değillerdir. Nitekim ölümlülerin işlerine karışabildiklerinden ve fiziksel olarak beden bulabildiklerinden ötürü (örnek verirsek babalarının Zeus olduğunu söyleyen kahramanlara bakılabilir) bu tanrılar aslında varlığın sebebi olmaktan ziyade Homo Sapiens gibi ifade edilebilecek başka bir cinse mensuplardır. Çeşitli güçleri bulunur, doğru, ama evreni yaratmak gibi bir edimleri yoktur. Zaten bu kavramlar, zaman olsun, varlık olsun birer titandır ve bu titanlar bu tanrılar tarafından zincire vurulmuştur. Yerleri de bellidir, Olimpos Dağı’nın tepesinde “takılmaktadırlar” aslında.
Fantastik Kurgu Pantheonları
Fantastik kurgu panteonlarının büyük çoğunluğunun aslında ad ve güç değiştirmiş Yunan pantheonu olduğunu söylersem sanırım çok da uçmuş olmam sanıyorum. Dahası bu tanrıların çoğunun bedene bürünmesi mümkündür, aklıma ilk gelen tanrıça Mystra oluyor bu bağlamda. Forgotten Realms içerisinde büyünün kendisinden taşarak mümkün hale gelmesini sağlayan bu varlık aslında bu dünyaya bağlı ve bu dünyanın kuralları içerisinde oynayan bir tanrıdır. Time of Troubles’ta bütün tanrı ve tanrıçalarla beraber beden bulabilmesi de bu sayede mümkündür zira tüm güçlerine rağmen aslında uzaymekansal evrende bir yer tutan bir varlıktır. Canlı diyemiyorum zira bu kavram tanımı gereği doğal yollarla ölümlülüğü de içermektedir ve bu varlıklar ölebilse de bu zamanla olan bir şey değildir. Nitekim tam da bu öldürülebilme kavramı bu tanrıların ne kadar tanrı olduğuna dair bir soru ortaya atmaktadır.
Burada belki şöyle bir itiraz gelebilir, Forgotten Realms’te olan Lord Ao ve Dragonlance’deki Chaos tanrısı ne olacaktır. Buna yanıt ise şöyle verilebilir, bu varlıklar her ne kadar varolan tanrı pantheonundan kudret açısından daha büyük olsa da bahsettiğim kategorik öncüllere uygun oldukları için sadece daha kuvvetli varlıklardır – bir tanrı olmaları tam da bu dünyalarda beden bulup etkileşebildikleri için ihtilafa düşmektedir.
“Tanrı”lık Tanımı Üzerinden Pantheon Eleştirisi ve Tanrılığın Süblimliği
Buraya kadar size umarım kafamdaki fikri verebildiğimi umuyorum: Direkt olarak gerçek dünya ile etkileşime geçebilen bir varlık güçleri ne olursa olsun bizim anladığımız anlamda bir Tanrı değildir. Bu dünyanın yaratılabilmesi için kavram gereği bu dünyayı kapsayan ve ondan daha fazla olan bir boyutun varlığı zorunludur ve bu boyutta olan bir varlık da söz gelimi “imansızın kafasına fireball” atamaz veya müritlerine muhtelif güçler bahşedemez. Bir dünya içerisinde direkt olarak etkileşime geçebilmek o dünyanın parçası olmaklığı da beraberinde getirir. Modern anlamdaki Tanrı bu yüzden, Kant’ın da söylediği gibi, duyu algısına gelmez, gelemez ve Tanrılığını koruyabilmesi için gelmemesi de gerekir. Nitekim bu dünya, Platon’un daha entropi denilen kavram yokken ortaya attığı bir biçimde, bozulmaya ve değişime muktedir bir dünyadır.
Fantastik kurgu dünyalarının bizim dünyamızdan farklı olarak çeşitli varlık kategorilerine sahip olduğunu söylemek mümkündür. Ölümlülerin olduğu ve işleyiş açısından bizim dünyamızdan çok farklı olmayan bir boyut bulunmakta, buna ek olarak büyünün çalıştığı ve kendine has mekaniklerinin olduğu başka bir boyut da bulunmakta ve bunların da “üstünde” tanrıların olduğu başka bir boyut da bulunmaktadır. Bu boyutların birbirlerine etkileşiminin olduğunu söylemek de mümkündür.
Ancak sözgelimi “summon” ettiğiniz varlıkların varlıksal durumu nedir? Hayvanları bir kenara koyarak konuşursak algıya sahip ve bu dünyada varolmayan canlılar Descartes’in sorusunu sorduklarında nereye varacaklardır? Bir kere bu şüphe edimi sonrasında zaten kendi varlıklarından emin olacaklarını söyleyebiliriz, bu oldukça emin bir zemindir. Ama akabinde kendilerini kandırmayan bir Tanrı tasarımına ulaşabilirler mi bu tartışılır.
Dahası, belki de radikal bir spekülasyon ile, bu dünyaların esas tanrısının bu dünyaları yaratan yazar veya yazarlar olduğunu söylemek mümkündür ve tam da bizim kategorik kavramımıza uyarlar. Evet bu dünya ile etkileşirler, bu dünyayı var ederler ama bu dünyanın bir parçası değillerdir, bu dünya içerisinde olan her şeyi bilir, görür ve etkileyebilirler ancak bu dünyanın parçası olan varlıklar tarafından henüz varlıkları keşfedilmemiştir.
Kim bilir belki de bizim evrenimiz de başka bir boyutta olan bir kitaptır, bu konuda net bir şey söylemek asla mümkün olmayacaktır zira bizim algımız bu boyuta zincirlidir. Ama Man In Black’in sonundaki uzaylıların oynadığı bir bilyenin içindeki bir atomda olmadığımızı kim nasıl söyleyebilir?