Dipten, Zirveye ve Ötesine – Bir Vampirin Özgeçmişi
Karanlık giyimli diye tabir ettiğimiz birkaç kişi odaya toplantılar, koçumla birkaç şey konuştuktan sonra yanıma gelip, yaşantım boyunca beni hala sinirlendiren o cümleyi kurdular. “Bu maçı vereceksin, 3. raund’un sonunda.”
Lanet olası bahisçiler..
Maçı vermedim, asla. Kendimi dünyaya tanıtma fırsatını yakalayacağım bu final maçını nasıl olurdu da verebilirdim ki? Üçüncü raundun sonunda birinin kıçı yere yapıştıysa bile, bu ben değildim. Zenci rakibimi sıkı bir sağ kroşe ile ringe gömmüştüm. Dövüşün bitiminde ortada tek bir gerçek vardı, o da zenginler şaibeli bir bahisle daha mutlu olamamışlardı. Bu kez mutlu olma sırası her seferinde kaybedenlerdeydi…
Salondan çıkıp, evime yol alıyordum. Yanımda birkaç arkadaş daha vardı, o geceyi kutlayacaktık. Köşe başlarını dolduran adamlar önümüzü kesene kadar. Dürüst ve kitaba uygun bir adamsan eğer, sonuç buydu. Birinin yoluna taş koyarsan, o taşı kafana çarpar. Bu sularda yüzen daha büyük balıklar olabileceğini bilemeyecek kadar toy ve gururluydum. Aslında hala gururumdan bir şey yitirmiş değilim ama toyluğumu attım diyebilirim.
Büyük bir kavga çıktı, önemli olan sayıları değildi, ne yaptıkları da değildi. Tek korkumuz hain bir bıçak ya da kahpe bir tuzaktı aslında. Beklediğimiz gibi çıktı da, Simon arkadan böbreğine saplanan bir bıçakla yere düşerken bir an olsun afallamıştık, bu da en büyük hatalarımızdan birisiydi. Her birimiz için fazladan bıçakları vardı, hepimiz nasibimizi almıştık, limanın ayyaşlardan başkasına ait olmadığı saatlerde yerde yatan ve boğazlanmış domuz gibi kanayan üç adamdık artık. Daha fazlası değil, kral ya da şampiyon değil, koca ya da sevgili değil, yerde yatan ve kanamakta olan üç adamdık..
Simon ve Will öldüler.. Bir daha doğmamak üzere. Ben ise hayattayım. Tam 141 yıldır bu dünya üzerinde dolaşıyorum. Ve bütün bunları üstadıma borçluyum, borçlu olmak denemez aslında, karşılıklı bir anlaşmaydı. Ölmek üzereydim ve her genç, aptal çocuk gibi ölmek istemiyordum. Mesele bundan ibaretti, bir doktor olduğunu ya da kanamayı durduracağını sanmıştım. Kimin aklına gelirdi ki, o karanlık varlıkların aramızda dolaştıkları?
Gerçeğiz…
O gece, gerçekten öldüm. Biyolojik anlamda, bu dünyadaki varlığımı terk ettim. Bir daha asla dövüşemeyecektim, bir daha asla bir ringde duramayacak, o altın kemeri kaldıramayacak ve insanların arasından zafer çığlıklarıyla ayrılamayacaktım. Bir daha olmayacaktı…
En azından o zamanlarda böyle düşünüyordum, ta ki bütün bunları yapamasam bile geride kalan hayatımı bunlara adamadan yaşayamayacağım anlamına gelmiyordu bu. Elbette daha farklı bir yolla bunu yapabilirdim, o da benim yerime dövüşebilecek çocuklar yetiştirebilirdim. Tabii ki, bütün bunlardan önce halletmem gereken işlerim, kapatmam gereken hesaplarım vardı. Bu kısmı biraz hızlı geçtim sanırım ama dediğim gibi, gece ölmek üzere ve gün yaklaşıyor…
Birkaç gün boyunca açlığımı bastırmak için, sürekli Londra’nın her türlü sokaklarında dolaştım. Kendimi kontrol etmek istiyordum, hayatım boyunca disiplinliydim ve açlığa tahammülü olan bir adamdım. Fakat hayatı boyunca hiç uyuşturucu kullanmamış bir adam gibiydim şimdi, ilk fırttan sonra başlayan bağımlılık bütün direncimi kırıyordu sanki, beni zayıf düşürüyordu. Yine de, kendimi tuttum çünkü ilk avımın kim olacağını biliyordum ve böyle geçirdim bir haftamı, her gece Londra’yı arşınlayarak…