2001: Bir Uzay Destanı – Uzayla İmtihan

Sinema sektörünün edebi eserlerden esinlendiği, birbirinden güzel hikaye ve romanların uyarlamalarının beyaz perdede izleyici karşısına çıktığına çok sefer şahit olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Sıklıkla son dönemde karşılaştığımız çizgi roman malzemelerinden Tolkien’in Orta Dünya kitaplarına, çeşitli bilimkurgu kitap ve hikayelerine kadar uzanan liste say say bitmeyecek türden. Bu yazıda da buna benzer bir yapımdan bahsedeceğim. İki dahinin kafa kafaya verdiği bir kitap var elimizde.

2001: Bir Uzay Destanı. Çoğumuzun adını Stanley Kubrick’in başyapıt niteliğindeki filminden duyduğu eser. Filmin yönetmeliğini yapmasının yanı sıra Arthur C. Clarke imzalı kitapta da hatırı sayılır payı var. Öyle ki yazara kitabın fikrini aşılayan da ta kendisi. Anca bildiğimiz edebiyat uyarlamalarının aksine film kitaptan daha evvel piyasaya (planladığı gibi) çıktığını da söyleyerek sizi kitaba davet ediyorum.

Bir Gariplik Var

Kitabın öyküsünü, ortaya çıkışını anlatan önsöz ve 2001’e Dönüş adlı bölümden sonra kitap bizi üç yüz milyon yıl öncesine Afrika’ya götürüyor. Evrimin insan olarak kendisini göstermeye başlamasından çok önce maymun-adam olarak tanımlanan bir kabilenin hayatı ile başlıyoruz okumaya. Hayatını etraftan topladıkları meyveler, ağaç kökleri, ufak tefek memeli hayvanlar ile idame ettiren bir topluluk. Tamamen hayvansal içgüdüler ile yaşayan -bir nevi atalarımız- topluluğun hayatı bir gecede kökünden değişir. Hemde öyle bir değişim ki tüm insanlık nasibini alır.

Çağlar öncesinden 20.yüz yıla geçiyoruz. Yazıldığı yıldan çok fazla değil yaklaşık yirmi ile otuz yıl sonrasına götürüyor yazar bizi. İnsanoğlunun uzayla haşır neşir olmaya başladığını görüyoruz. Ay’da artık bir koloni kurulmuş, Mars’a insanlı yolculuklar yapılmış, uzay hiç olmadığı kadar yakına gelmiştir. Aktif olarak çalıştığı dönemde sayısını hatırlamadığı kadar çok uzaya çıkmış olan astronot Dr. Floyd Heywood, acil bir görev ile aya gitmek zorunda kalır. “Tek kişilik” bir yolculuk ile Ay’da kurulmuş olan üsse, koloniye ulaşan Dr. Floyd durumun vahametini gördüğünde adeta şok olur. Eşi benzeri görülmemiş bir cisim/yapı yapılan kazı çalışmaları sonucunda gün yüzüne çıkarılmıştır; benzersiz bir ölçü ile inşa edilmiş simsiyah bir taş, monolit. Doğal yollardan oluşması mümkün olmayan bu cisimle ne yapacaklarına karar veremeden işlerin daha da karışacağı ortaya çıkar. Zira bulunan -T.M.A.1 olarak adlandırılan- cisim Ay şafağı ile birlikte hiç kimsenin tahin edemeyeceği bir şey yapar. Uzayın derinliklerine radyo dalgaları ile bir nevi mesaj gönderir. İstikamet ise Güneş Sisteminin kuşkusuz en güzel ve en ilgi çekici üyesi Satürn gezegeninden başkası değildir…

Yıllar 1996’yı gösterdiğinde tüm zamanların en hızlı ve en teknolojik uzay gemisi Discovery, üçü soğuk uykuda toplam beş mürettebatı ile bin kilometrenin üzerinde seyredene hızıyla doğruca Satürne’e doğru yola çıkar. Ay’da ortaya çıkan anomalinin nelere sebep olacağını öğrenebilmek amacıyla çıkılan yolculuk milyonlarca kilometre boyunca devam eder. Görev başındaki Astronotlardan Frank Poole ve David Bowman -neredeyse her seferinden David Bowie diye okudum- dünyada kullanılan en gelişmiş yapay zeka örneklerinden bir tanesi ve aynı zamanda geminin sinir sistemini oluşturan HAL 9000 ile yollarına devam ederler. Ancak içindeki bulundukları mutlak yalnızlık ve verilen görevin baskısı bir süre sonra akıllara durgunluk verecek olaylara kapı aralar.

İnsanoğlunun uzayla olan en büyük imtihanı hiç olmadığı kadar dehşet verici bir hale gelir.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar