A’dan Z’ye Warhammer 40K Evreni – Roboute Guilliman’ın Dönüşü
Bu aralar Games Workshop’a ne oluyor bilmiyorum ancak son on yıldan beri bir saniye ilerlemeyen Warhammer 40K dünyası her geçen ayla beraber dev değişimlere sahne oluyor. Bunlardan ilki, benim bildiğim kadarıyla, yaklaşık beş seneden beri beklediğimiz Abaddon’un 13. Kara Haçlı Seferi’nin gerçekleşmesiyle beraber Cadia’nın düşmesi ve Thousand Sons’un primarch’ı Magnus’un Space Wolfların ana gezegeni Fenris’i küle çevirmesiydi.
Geçtiğimiz ayda ise Macragge’da statis field’ın içinde zamansız bir halde boğazı kesik halde bulunan Roboute Guilliman hayata döndürüldü ve “The Gathering Storm” üçlemesi ile beraber Terra’ya dönerek “Lord Commander of the Imperium” sıfatı ile imparatorluk içinde aktif bir rol oynamaya başladı.
Bu yazıda bu değişimleri ele alacağım. Ancak ilk olarak sizi bir 10000 sene öncesine götürerek Emperor’s Children’ın primarch’ı Fulgrim’in nasıl kaosa düştüğünü anlatarak başlamam lazım zira Roboute’un boğazın kesilmesi ile başlayan olaylar zinciri oradan başlamakta.
Laeran Seferi
Fulgrim, diğer primarchlar ile kıyasla benim en sevdiğim primarchlardan birisi. Zira tüm bu kaslı ergenlerin arasında sanat denilince saygı gösteren tek isim. Her ne kadar kendisinin heykel becerisi çok iyi olmasa da, rememberancer loncasını gereksiz görmeyen ve bilakis destekleyen bir primarch, ki bu yüzden “Fenikeli” (the phoenician) olarak biliniyor. Ki kendisinin temel düşüncesi her konuda, sanat dahil, mükemmel olmalıyız şeklinde özetlenebilir halde.
Neyse, takvimler 30000 yıllarını gösteriyor ve İnsan İmparatorluğu her yere akınlar düzenliyor. Akın düzenlenen yerlerden birisi de Laer gezegeni. Laer gezegenindeki uzaylılar genetik manipülasyon ile çalışacakları iş için en mükemmel hale getiriliyorlar. İşte, insani kavramlarla ifade edersek, eğer şarkıcı olacaksa laer ses telleri ona göre şekillendiriliyor, savaşçı olacaksa hızlı pıhtılaşan kana ve sert zırha sahip oluyor gibi. İlk bakışta Fulgrim’in dünya algısı ile çok paralel görünen bu canlı türü, Fulgrim’in “İnsan zaten en mükemmel yaratımdır, onu bir yaratık ile karşılaştırmak bu mükemmelliğe hakarettir ve bu yaratıkların hakkı da katledilmektir” demesiyle topluca yok edilmeye çalışılıyor ki buna Laeran seferi diyoruz.
Fulgrim, bu yaratıkların bir atolü delicesine savunduklarını farkediyor ve kendisinin başında olduğu bir cerrahi müdahale gücünü oraya sevkediyor. Burası bir komuta veya yönetim binasından ziyade bir tapınak olduğunu şaşırarak fark ediyorlar. Beş duyunun beşine de hitap eden bir cümbüş halde içerisi. İçerideki yaratıklar ise savaşmak yerine diğer eylemi yapar haldeler, 40000’li yıllardan bakan bizler için burayı ifade edebilecek tek bir tanım var: Slaanesh tapınağı. Neyse, Laerlileri kese kese geliyorlar ve tapınağın tam ortasında gümüş bir kılıç buluyor Fulgrim. Bu kılıç içinde, yine tahmin edebileceğiniz üzere, bir Slaanesh iblisi gizli ki, bu iblis zamanla Fulgrim’in bedenine giriyor, kardeşi Ferrus Manus’u öldürüyor. Ve bir anlamda sizinle konuşan bir kılıcın hiç bir zaman iyi bir fikir olmadığı gerçeğini de yüzümüze çarpıyor Games Workshop.
Bundan sonra bayağı bir olay oluyor ama bizi ilgilendiren nokta Fulgrim’in Terra kuşatmasından sonraki olayları. Bu tarihte zaten Fulgrim bir daemon prince’a dönüşmüş halde. İnsan formundan başkalaşarak belden aşağısı yılan, belden üstü ise çok kollu ve her kolunda zehirli birer kılıç taşıyan bir varlık haline geliyor. Bu formunda kardeşi Ultramarineların primarch’ı Roboute Guilliman’ı boğazından bıçaklayıp zehirliyor ve Warp’a kaçıyor. Guilliman teknorahipler tarafından statis field içerisine konuluyor. Ve aradan 10000 sene geçtikten sonra Warhammer 40k denilen günümüze geliyoruz.
Bana Yanan Altından Kılıcımı Getirin, Altından Zırhımı da!
Roboute Guilliman’ın canlanması oldukça değişik ve normal şartlar altında asla müttefik olmayacak bir grubun müdahalesiyle oluyor. Azize Celestine, Teknorahip Belisarius Cawl ve başlarında Eldar ölüm tanrısının beden olarak seçtiği Yvraine’in bulunduğu bir grup eldar Cadia’nın yokoluşu sırasında webway’e kaçıyorlar. Yvraine’in “içine kaçmış” olan tanrının şöyle bir olayı var, ölü olan herkesi canlandırabiliyor. Webwayden Macragge’a çıktıklarında Cawl aslında kendisinin 10000 yıl önce Guilliman tarafından iki şeyi gerçekleştirmek için görevlendirildiğini söylüyor:
- Beni canlandır
- Sangprimus Portum ile gelecek nesil space marine’leri yarat
Şimdi şunu kabul etmek lazım Belisarius Cawl baştan aşağı bir plot device. Daha önce ne adını ne sanını duyduğumuz bu şahıs 40000 senelik tarihte en önemli iki olayı gerçekleştiriyor ve okuduğum kadarıyla Horus Heresy dahilinde bu arkadaşın adı dahi geçmiyor. Neyse, Sangprimus Portum denilen şey 20 primarch’ın genetik materyalini taşıyan bir artifact. Yine Cawl’a benzer bir biçimde bu artifact’te daha önce duymadığımız ama sonucunda ortaya Primaris Space Marine denilen bir kavramın ortaya çıkmasında anahtar rol oynayan bir şey. Hani ortada Fabius Bile gibi çok daha önceden bu meseleye kafayı takıp birisinin Açıkçası anlatı açısından bu kısımlar süper zayıf – zaten games workshop’da bunu biliyor olacak ki bu hikayenin anlatıldığı The Gathering Storm bir roman değil bir campaign.
Neyse eldar teknolojisi ile Primarch’ı canlandırmaları sırasında Macragge’a Black Crusade saldırıyor. Roboute uyanır uyanmaz bunlara bir primarch’ın neden bir space marine’i yer paspası olarak kullanabileceğini pratik olarak gösterdikten sonra 10000 yıllık uykusunda nelerin değiştiğini gördüğünde en başta, muhtemelen “Nasıl bir denyoluk lan bu” dedikten sonra, Macragge’da savaş konseyi topluyor ve Dünya’ya gitmeye karar veriyor. Tabii Chaos bu duruma acayip gıcık gittiğinden ve elleri armut toplamadığından ötürü bu gidişin Terran Crusade olarak adlandırılmasına yetecek kadar savaşa girdiklerini söyleyebilirim. Bu savaşa Magnus’da dahil oluyor ki bunu anlamlandırmakta güçlük çektiğimi söyleyebilirim. Zira Magnus’un Roboute ile direkt bir çatışması yokken niye adama gıcık gitsin bilemiyorum. Nitekim bu crusade bir black fortress’da sona erecek gibiyken ortama Eldar Harlequinleri ve Cypher giriyor. Evet Cypher! Hani şu Dark Angelların tırım tırım aradığı ve heretik mi değil mi olduğu çok belli olmayan Cypher. Nitekim bu ekip Roboute’u kurtarıyor ve kendilerini Luna’da buluyorlar webwayden geçip.
Magnus bunları takip ediyor ve Luna üzerinde düelloya tutuşuyorlar etraflarında devasa bir savaş sürerken. Tahmin edilebileceği üzere Magnus psişik özellikleri ile galebe çalacakken Dünya’dan gelen silent sisters ekibi adamın psişik özelliklerini nullayınca Guilliman Magnus’u eşek sudan gelinceye kadar dövmekle kalmayıp kazığa oturtarak (impale diyor kitap – onların yalancısıyım vallahi) postalıyor.
Akabinde Dünya’ya inip Golden Throne’a gidiyor Roboute ve çok da hoş olmayan bir görüşme gerçekleşiyor baba ve oğul arasında. Pederin kılıcını da alıyor bu arada. Tam olarak ne konuşulduğunu söylemiyor kitaplar ama Horus Heresy’nin Master of Mankind’inde çizilen imparator portresine sadık kaldıklarını söylemek mümkün. Bu kitapta imparator, primarchları bir araç olarak görüyor. Kendilerine baba demeleri onun onları oğul olarak kabul ettiği anlamına gelmiyor. Nitekim primarchları isimleri ile değil de numaraları ile çağırması falan buna paralel. Nitekim sonrasında High Lords of Terra ile görüşüyor ve imparatorluk içinde yeniden yapılandırılmaya gidileceğini ifade ederek kendisini Lord Commander of the Imperium ilan ediyor. Derken Dünya’da bir warprift açılarak Khorne’un güçleri saraya saldırıyor.
Ancak Roboute, arkasında Sisters of Silence, Adeptus Custodes ve Primaris Space Marineleri ile beraber bu saldırıyı püskürtüyor. 8 tane bloodthrister’ın yokedildiğini öğrendiğinde Khorne yeni öfke denizlerine yelken açıyor. Sonrasında da Guilliman Indomitus Crusade olarak adlandırılan ve Cadia’nın yok edilmesiyle beraber açılan Great Rift yüzünden Dünya’dan izole olan gezegenleri ele geçirmek için yeni bir akın başlatıyor ve zaman bu noktada duruyor bizim için.
Şimdi… ben bu hikayeyi yemedim arkadaşlar. Resmen baştan aşağı handwaving ve plot device kokan bir anlatı bu. Ve Terra üzerinde warp rift açılıp sekiz tane bloodthirster gönderebilmek nasıl bir kafa ben bilmiyorum. Yani şöyle düşünün, bu gezegen tüm imparatorluk içinde en sıkı korunan yer. Dahası ortada bir Golden Throne ve imparator gerçeği var lan! Psişik olarak öyle at koşturulabilecek bir yer değil orası. Ama hikaye gereği ve primarislerin ne kadar testisli olduğunu göstermek adına böyle bir şey yapıyorlar. Bu dönemleri yazacak olan romancılara da şimdiden kolay gelsin, nasıl örtüştürecekler var olan lore ile hep beraber göreceğiz.