Amerikan Tanrıları: Mitolojinin Yarattığı Şaheser
-
Özlem Buket Duru
- Kitap
- 16 Eylül 2016
Hikaye İçinde Hikaye
Hayır, şüphesiz 1001 Gece Masalları gibi değil. Ancak Gaiman’ın tarzını bilenlerin, demek istediğimi anladıklarını sanıyorum. Gaiman size pek çok hikaye anlatır; asıl olayla hiçbir ilgisi yokmuş gibi gözüken, ama varlıkları ana hikayenin olmazsa olmaz baharatını veren bir sürü karakter vardır. Gaiman’ın anlatım tarzının en kuvvetli yönü, ana hikaye veya yan hikayelerin içine serpiştirilmiş, yüzde yüz yaşanmışlık yansıtan detaylardır.
Amerikan Tanrıları sizi kimi çürümüş, kimi refah içinde yaşayan Amerikan kasabalarının atmosferine sokacak. Sonra da eski Amerikan yerlilerinin, Afrikalıların, Mısırlıların, İrlandalıların, hatta Rusların bu kocaman kıtaya göç ederken yanlarında getirdiği tanrıları göreceksiniz. Kapitalizmin bağrında hayatta kalmaya çalışan tanrıları izlerken, onları ilk getirenlerin hikayelerini de öğreneceksiniz; Afrikalı kölelerden gelen Voodoo, kıtaya ilk defa ayak basan Vikingler, Yemen’deki Güneş Tapınağı’ndan gelen Belkıs, gündüz, akşam ve geceyi temsil eden Zoryalar… Eğer mitoloji bilginiz pek çok kişi gibi sadece Yunan ve Roma ile sınırlıysa, sırf farklı halkların tanrılara bakış açısını öğrenmek adına bu kitabı mutlaka okumalısınız; eğlenceli ve sağlam bir başlangıç yapacağınızdan kuşkunuz olmasın. Romanın içeriği çok zengin ve anlatırsam bu yazı tanıtım olmaktan çıkar. Bu nedenle Amerikan Tanrıları : Mitolojik Yol Haritası adlı bir yazı daha kaleme alacağım, detayları oradan öğrenebilirsiniz.
Yazım Süreci
Neil Gaiman’ın, Amerikan Tanrıları gibi zengin bir yapıtı esinlendiği pek çok kaynak olmuş. Bunların en başında gerçek bir mekan var: House on the Rock. Buradan resimlerine bakabilirsiniz. Romanda geçen atlı karınca ve Kayadaki ev gerçekten var. Anlatı olarak ise, romanın başında Gölge’nin okurken gördüğü Herodot; yani “Yalanların Babası”nın taktiğine sık sık başvurulmuş; etkileyici yan hikayeler, onları anlatanların ağzından olay akışına eklenmiş.
Gaiman’a sık sık Diana Wynne Jones’un Eight Days of Luke’dan esinlenip esinlenmediği sorulmuş. Eight Days of Luke, 1975’te yayımlanmış bir çocuk romanı. David adlı bir çocuk haftanın her günü bir karakterle karşılaşır ve sonradan bunların, günlere isimlerini vermiş Norse tanrıları olduğu ortaya çıkar. Gaiman esinlenmediğini, ama iki kitabın uzaktan kuzen sayılabileceğini söylemiş. zira kendisinin de Norse tanrılarının günlere adını vermesiyle ilgili bir hikayesi varmış, ama Jones’un kitabını görünce bunu iptal etmiş.
Çok daha güçlü bir esin ise, John James’in 1966’da yazdığı Votan adlı romandan gelmiş. Gaiman bunu okumaya başladıktan çok kısa süre sonra bir kenara bırakmış, çünkü Norse mitolojisi hakkında yazılmış en iyi eser olduğunu düşündüğü bu kitabın, Amerikan Tanrıları’nın yazım sürecine yansımasını istememiş. Ancak kendi kitabı basıldıktan sonra okuyup bitirmiş.
Amerikan Tanrıları, ne yazık ki ülkemizde pek bilinmeyen Amber Günlükleri’nin yazarı Roger Zelazny ve şair Kathy Acker’a ithaf edilmiş. Başka bir ilginç bilgi saha; Gaiman, aynı gerçeklikte geçen ve serinin ikincisi kabul edilen Anansi Çocukları adlı kitabını Amerikan Tanrıları’ndan daha önce düşünmüş. Ancak Anansi Çocukları, ikinci kitap değil. Amerikan Tanrıları 2, 2012’den beri yazılıyor. Umarım bir an önce kavuşuruz.
Çeviriden Haber Ver
Valla haberler iyi. Yıllar önce Altıkırkbeş Yayınları’ndan Ferhan Ertürk’ün çevirisini okumuştum. Bildiğiniz gibi kitap ilk 2001’de yayımlandı ve 2011’de, onuncu yıl edisyonu için bazı ek metinlerle güncellendi; bunların arasında Gaiman’ın ilk basımda koymaya çekindiği, Gölge’nin İsa ile yaptığı bir konuşma da var. Şahsen ben abartılacak bir yönünü bulamadım ama ben dindar bir insan değilim, Amerika’da da en az bizdeki kadar yobaz topluluklar var sonuçta.
İthaki’nin 2015 basımının çevirisi ise 2011 tarihli ve Niran Elçi’ye ait. Çeviri de kendisinden beklenecek kalitede. Ancak benim okuduğum birinci baskıda dipnot olması gereken bazı kısımların ihmal edildiğini düşünüyorum. Tabii bu bildiğim kadarıyla editöre bakıyor, o yüzden ricam Alican Saygı Ortanca’ya yönelik. Mesela Gölge’nin kuzgunla konuştuğu kısımda Edgar Allan Poe’un şiirine yaptığı göndermeyi herkes anlamayabilir. Bunlar sonraki basımlarda eklenmiş (bu yüzden bulabilirseniz ikinci baskı alın), ama özellikle yiyeceklerle ilgili yeni dipnotlar eklemeleri gerektiğini düşünüyorum. Zira Gölge ile Bay Çarşamba midelerine düşkün kişiler ve Amerika’ya özgü fast food zincirlerindeki bazı yemeklerin çevirileri, açıklanmadığı sürece insana komik gelip havadan koparabiliyor. Bunun dışında sert kapaklı baskı her zamanki İthaki kalitesinde, yani kütüphanenizde şahane duracak bir kitap.
Filmi Yok mu Bunun?
Yok, ama herhalde Starz kanalı için dizisinin çekildiğini herhalde artık sağır sultan bile duydu. Projenin başında Hannibal ile tanıdığımız Bryan Fuller ile televizyon dizileri için senaryo ve çizgi roman yazarlığı yapan Michael Green var. Neil Gaiman da yapım yönetmeni olarak projede bulunuyor. Açıkçası beklentimin çok düşük olduğunu söylemem lazım. Çünkü ne Gölge’yi canlandıracak Ricky Whittle’ın, ne de Bay Çarşamba’yı oynacak Ian McShane’in görünüşlerini pek sevmedim (bu söylediğim tabii ki aktörlüklerinden bağımsız). Ama Laura Moon’u canlandıracak Emily Browning beni kalbimden vurdu, zaten çok severim.
Tabii bu benim şahsi kanaatim, siz hepsini beğenmiş olabilirsiniz. Aslını isterseniz dizi yapılması bile gözümde artı puan, çünkü böyle dev bir eseri bütün karakterleriyle 2-2,5 saatlik bir filme sığdırmaya çalışmak çok yazık olurdu. Özellikle tatilin bittiği bugünlerde kendinizi sonbaharın yoğunluğuna hazır hissetmiyor veya mevsim dönümünden ötürü mutsuz hissediyorsanız, kendiniz için yapabileceğiniz en güzel şey bu kitabı okumak. Ortalama bir tuğla boyutunda olması gözünüzü korkutmasın, hızla eriyecek. Eski tanrıların modern dünyadaki yaşam mücadelesini okurken, kendi sorunlarınızı unutacak, hatta belki de küçülecekler ve insan olduğunuz için sevineceksiniz; çünkü Gölge’nin de dediği gibi; “Bizim, bize inanacak kimseye ihtiyacımız yok. Biz bir şekilde yaşayabiliyoruz. Yaptığımız bu işte.”