Bilinmeyenle Savaşın Gerilim Dolu Öyküsü: Kafes
-
Gülçin Akturan
- Kitap
- 25 Ekim 2015
Hiç görmediğiniz ve bakamadığınız bir düşmanla nasıl savaşırsınız? Varlığının ne olduğuna dair en ufak bir fikrinizin olmadığı ve görenleri deliliğe sürükleyip canlarına kıymalarına neden olan bir düşmana karşı kendinizi nasıl savunursunuz? Hamile olduğu gerçeğini bu yeni dünya düzeni içinde kabullenmeye çalışan Malorie, bu sorularla yüzleşmek zorunda kalıyor.
Josh Malerman’ın enfes kitabı Kafes’i pek çok kitap satan yerde “En Çok Satanlar” listesinde görmüşsünüzdür. Emin olun ki bu kitabın orada bulunmasının bir nedeni var. Normalde kitap tanıtımlarımda önce kitabı tanıtıp sonra kitap hakkındaki fikirlerimi belirtirim ama bu benim için gerçekten istisnai bir kitap oldu. O yüzden normal tanıtım yazılarımdan biraz daha farklı bir tanıtım olacak bu.
Yine de konudan biraz bahsedip neler düşündüğüme öyle geçmek istiyorum. Malorie ve Shannon, kendi hallerinde yaşayan ve kendilerine özgü dertleri olan iki kız kardeştir. Malorie taşındıkları yeni evde bir çocuğu olacağı gerçeğini kabullenmeye çalışırken en büyük sorununun bu olacağını düşünmektedir. Günlük olayların yanı sıra dünyanın uzak yerlerinden gelen ilginç haberler vardır. Bu haberlerde insanlar bir anda delirip etrafındaki diğer insanlara saldırıp nihayetinde acı verici şekilde intihar etmektedir. Haberlerin geldiği yerlerin uzaklığı nedeniyle Malorie çok telaşlanmasa da Shannon bunun aslında gördündüğünden daha büyük bir problem olduğunu düşünmektedir. Haberlerin yoğunluğu arttıkça ve daha yakın bölgelerde ortaya çıktıkça insanlar da kendi kendilerine bu deliliğe neyin sebep olduğunu anlamaya çalışır. Olayların sayısı artar, çember gittikçe daralır; evler artık bir kafes haline gelmiştir. İnsanlar evlerinden çıkmamaya, çıksalar da gözlerini oldukça kapalı tutmaya çalışır. Pencereler battaniyelerle örtülü ve insanlar korkuyla başlarına neyin geldiğini anlamaya çalışırken Malorie kız kardeşi Shannon’ın bu deliliğe sebep olan şey yüzünden kendini öldürmesiyle bir tokat yemiş gibi olur. Bir gazetede gördüğü ilan üzerine yabancıların toplandığı güvenli bir eve gitmeye karar verir ve görmedikleri bu düşmana karşı birbirini hiç tanımayan insanların hayatta kalma ve insanlıklarını koruma mücadelesi başlamış olur.
Kafes şu zamana kadar okuduğum pek çok kitaptan çok daha fazla cezbetti beni, öncelikle kitabın kurgusu gerçekten nefes kesici. Bir yandan Malorie ve çocuklarının kaçışının heyecanını hissederken diğer yandan da Malorie’nin bu noktaya nasıl geldiğini anlamaya çalışıyoruz. Kurgu o kadar güzel ki, Malorie’nin kaçışı ya da yolculuğu sırasında fiziksel bir gerçeklikten dolayı gerilimi iliklerinize kadar hissediyorsunuz, öte yandan birbirini hiç tanımayan insanların bilmedikleri ve göremedikleri bir düşmana karşı savaşları sırasındaki ruhsal gerilimi yaşıyorsunuz. Kitap bu yönüyle türdeşlerinden ayrılıyor diye düşünüyorum. Kitap boyu süren bir gerilim var ve bunu her yönden hissediyorsunuz.
Malorie’nin çocuklarıyla olan yolculuğundaki kişiliğiyle, evde diğer insanlarla ilk tanıştığı zamanki kişiliği arasında gerçek bir fark var. Onun kişisel gelişim ve değişimini sayfalar ilerledikçe gözlemleyebiliyorsunuz.
Normalde kitapların üzerinde yer alan ve o kitabı öven küçük yazıları çok dikkate almam ve kendi fikirlerimi edinene kadar da bakmam. Bitirdiğimde de genelde o küçük yazıların birçoğuyla aynı fikirde olmam ama Kafes’in kapağıda yer alan bir övgüyle kelimesi kelimesine aynı fikirdeyim. Hugh Howey kitabı şu sözcüklerle anlatmış:
“Bir oturuşta ve parmakların arasındaki çıtırtılar hissedilerek okunması gereken bir kitap. Buna benzer bir korku öyküsü şimdiye kadar hiç anlatılmadı. Josh Malerman bu işi biliyor.”