Bir Tanrının Bunalımlarına Dair: Tanrı Olmak Zor İş
-
Zülfikar Yamaç
- Kitap
- 5 Ekim 2017
Her şeye gücü yeten bir varlık, tanrı olmanın iyi önleri hakkında konuşacak olsak yığınla şey buluruz. Ol deyince oldurmak, her şeye sözü geçen kişi olmak, olmuş ya da olacak olan her şeyi bilmek gibi şeyler hakkında zaten çok zaman konuşuldu. Bayağı keyifli görünüyor. Peki tanrı olmanın olumsuz yönleri neler olabilir. Bunlar hakkında çok da düşünülmez, konuşulmaz. Gelin bu olumsuzluklar etrafında neler kurgulanmış onlara bakalım. Konumuz; Tanrı Olmak Zor İş.
Arkadi ve Boris Strugatski kardeşler kuşkusuz bilimkurgu edebiyatının en verimli yazar ortaklığını ortaya çıkardılar. İkili resmen tek bir bireyin sahip olabileceği tutarlılık ve uyuma sahip eserleri literatüre kazandırdılar. Bunlardan bir tanesi de Tanrı Olmak Zor İş. Tanrı olmanın zorlukları, külfetleri üzerine kesinlikle sıra dışı bir eser.
Yeni Dünyalara
Kitap bilinmeyen bir tarihte ve adı verilmeyen bir gezegende geçiyor. Olay ve yer bilgisini ver(eme)dikten sonra lafı uzatmadan devam ediyorum. Konumuz, bu bilinmeyen gezegendeki Arkanar adlı şehirdeki Don Rumata isimli varlıklı bir asilzadenin hayatı. Günlerini uyuyarak, kendisi gibi asil ve zengin insanlarla içerek, eğlencesine kılıç tokuşturarak geçiriyor kendileri. Yani ömrü boyunca harcayamayacak kadar çok parası olan herkes ne yaparsa onları yapıyor. Şımarıklık züppelik gırla anlayacağınız. Görünürde sorumsuz, eğlencesine düşkün, hiçbir şey umrunda olmayan birisi Don Rumata. Ama sadece görünürde. Ya da sadece görünmesi gereken zamanda ve yerde. Hiçbir şeyin göründüğü kadar basit ve yüzeysel olamayacağına harika bir örnek onun hayatı.
Çünkü Rumata adıyla okuduğumuz, tanıdığımız beyefendi aslında dünyalı bir tarihçi. Asıl adı Anton olan ve görev sebebiyle bu gezegene gönderilmiş olan bir bilim adamı. Görevi ise dünyamıza çok benzeyen bu gezegendeki toplumsal yapıyı, yönetim sistemini, ticaret yöntemleri vs. gibi konularda araştırmalar yapmak. Topluluğun alışkanlıklarını, eğilimlerini üstlerine rapor etmek. Kısacası kimsenin kendisinden haberdar olmadığı bir toplum bilimci diyebiliriz.
Görevlendirildiği bu Arkanar adlı şehirde ortaçağa paralel bir dönem yaşanmaktadır. Toprak sahipleri ile köleler, soylular ile fakir halk arasındaki uçurumun akıl almaz derinliklerde olduğu bir dönem. Kaba kuvvetin el üstünde tutulduğu, okuma yazma bilmenin ise darağacına kısa yoldan gitmek anlamına geldiği zamanlar. Cahillik, bilinçsizlik ve otoriteden korku had safhada anlayacağınız. Böyle bir toplumda söz konusu sosyolojik gözlem görevi bir süre sonra bunalıma dönüşür. Zira akışa müdehale edemez, sadece inceleme yapmakla yükümlüdür Don Rumata. Ancak gördükleri, şahit oldukları öyle bir raddeye ulaşır ki kendisini çıkmaz da bulur.
Her şeye gücü yetebildiği halde hiçbir şey –Arkanar’ın kaderini değiştirecek hiçbir şey- yapamaz. Bir tanrıdır ancak yapabileceklerinin “sınırı” var. İnsanlığı kurtarmak için bilgisini ve gücünü kullanamaz. Zaten insanlığın huyudur. Bilime ihtiyacı olduğu anda ortada güvenilecek tek bir bilgi kırıntısı dahi bırakmadığını fark eder. İş işten çoktan geçmiştir oysaki. Welcome to the ignorance…
Sosyal Bilimkurgu İsteyene
Başka dünyalarda hayat, yaşam bulma konusu ile ilgili yığınla materyal tükettik bu zamana kadar. Alien fimlerinde olduğu gibi belamızı da bulduk. Maymunlar Gezegeni okurken halimize de şükrettik. Ancak bunlardan hangisinde toplum düzenlerini, yaşayış şekillerini anlamak için tarihçi göndermiştik? Sanırım hiçbirinde. En azından ben şahit olmadım. Bu sıra dışı fikir, bilimkurguya bu açıdan yaklaşmak da Strugatski kardeşlerin aklına gelirdi. Sovyet bilimkurgusunun en eleştirel kitaplarının bazılarına imza atan kardeşler burada da harika bir kurgu ile okurun karşısına çıkıyorlar. Bunda kitabın yazıldığı coğrafya ve dönemin ideolojik yapısının etkisi direkt olarak göze çarpıyor.
Başka bir gezegende bir toplum nasıl yaşar? Nelerden beslenir, nelerden etkilenir, hangi hareketleri yapacak, hangi aşamalardan geçecek vs. Bunlar gibi yığınla sorunun cevabını Tanrı Olmak Zor İş’te okuyoruz. Bütün kurgusal ögelerini bir kenara bırakalım. Sırf bu özelliği ile de eseri sosyolojik bir başucu kitabı olarak tanımlamak mümkün. Zira eser, bilimin bizi başka bir gezegene götürmesini fikrini çoktan aşmış. Burada toplumları anlamaya, değerlendirmeye çalışıyoruz. Bilimin yarından sonra yapacaklarını bir kaç gün ileriye taşıyor. Yarın, uzayda canlı hayatı bulacağımız tarih olsun. Hemde bilinçli bir insan toplumu. Sonrasını düşünebiliyor musunuz…
Karakter Meselesi
Don Rumata karakteri ya da Anton, genelde okuduğumuz bilim adamı tiplemesi ile pek örtüşmüyor. Duygusal yönden hassas bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Daha insancıl ve şefkatli. Üzerinde çalıştığı araştırma için bir zayıflık oluşturduğu aşikar. Lakin bunun böyle olması ya da kişiliğinin izlediği seyrin nedeni uzmanlık alanı. Toplumu, insanı anlamak üzere çalışıyor oluşu. Bilimsel açıdan burada insanları anlamak için insani olması gerekiyordu. Bu da onu, denekleri ya da laboratuvarın ta kendisi ile toplum ikili ilişkiler kurmaya itiyor. Kitabın kurgusu gereğince asık suratlı, acımasız bir eleman düşünülemezdi.
Kötü kalpli birileri yok mu peki, kesinlikle var. Arkanar şehrinin söz konusu toprak beyi ya da diktatörü tam da bu suratsızlık seviyesinde bir karakter. Orta Çağ hakkında ders kitaplarında öğrendiğimiz her şey bu kitapta gerçek oluyor. Şimdi adına diktatör dediğimiz bu şahıs her şey hakkında söz sahibi. Bir bakıma tanrı olan o gibi de duruyor. Şehirde ondan habersiz kuş uçmuyor oluşu bunun temel göstergesi.
Don Reba adlı söz konusu derebeyi ile Don Rumata gibi sonradan asilzade iki kişi arasında geçen diyaloglar asıl hikayeyi ortaya çıkarıyor. Don Rumata’nın “farklı” olduğunu, dokunmaması gerektiğini anlıyor Don Reba. Karşısındakini tanrı olarak kabul etmiş de diyeniliriz. Aralarındaki iktidar savaşı, diyaloglar bir gövde gösterisi adeta. Bir tarafta sınırsız güç ve bilgi, diğer tarafta cahilliğin getirdiği küstahlık. Bunun yanında kitap kesinlikle çok ciddi, espriden eser yok adeta.
Tanrılık Müessesesi
İnsanoğlunun açıklayamadığı bir şeyden korkmak, sonra onu daha da anlayamayacağı bir kalıba sokmak gibi bir huyu var. Anlamadığımız şeyden korkar ona önce ona saygı duyarız, çekiniriz. Bize bir zararı yokmuş gibi görünüyorsa da tanrı adını veririz. Her zaman formül bu şekilde oldu ve sanırım olmaya da devam edecek. Kitap, emekleme dönemindeki bir toplumda modern teknoloji ve bilimle tanışmış bireyin kıyaslamasını yapıyor. Bilim ve mantık yolu ile yaşayan bir toplum ile sağda solda tanrıyı arayan bir toplumun arasındaki fark şu: herkes Don Rumata ile uğraşırken dikkatli davranıyor. Çünkü onu ve alışkanlıklarını anlamış değiller.
Birçok değişkeni, dinamiği ile Tanrı Olmak Zor İş, bilimkurgu edebiyatına aşina olanlar için dahi zor bir kitap. Bir kere konunun akışı öyle hızlı değil. Tam tersine ağır ağır, sindirerek okumak kitabın arka planında gerçekleşenleri anlamak için elzem. Sosyal konular, bir toplum nasıl inşa edilir, neleri yaşamak zorundadır vb. gibi sorulara cevap olan bir bilimkurgu eseri söz konusu. Okumak için sakin, zihninizin boş olduğu zamanları tercih etmenizi öneririm. Kitabın diline alışınca da rahatlıkla kendinizi kurgunun içinde bulacaksınız.
Alışılmışın dışında kurguları ile bilimkurgu okumayı seven herkesin en az bir kere deneyim etmesi gereken yazarlar Sutrugatski kardeşler. Bu yazıda hakkında konuştuğumuz kitapları ise sanırım en dikkat çekici eserlerinden biri. Kitabın son söz kısmında yer alan yazım süreci ile ilgili yazışmalara dikkat çekmek istiyorum. Ortak yazarlık yapmak daima zor olmuştur. Fikirler mutlaka bir yerde çelişir, anlaşmazlık kaçınılmazdır. Lakin bu Sovyet abi kardeşin aralarındaki konuşmalarda hiç de böyle bir çelişki -hele anlaşmazlık- göze çarpmıyor. Aksine tek bir kalemmiş gibi bir uyum söz konusu. Hani tek başına kitap yazamayan omca yazara karşın iki kişi tek bir beyin gibi hareket ediyorlar cidden.
Tanrı Olmak Zor İş, bilimkurgunun en garip hikayelerinden birisi. Bir tanrının karşılaştığı zorluklara ve bunalımlara konsantre olan sosyal bir eser.