Dikenlikler Prensi – Parçalanmış İmparatorluk Birinci Sahne
-
Zülfikar Yamaç
- Kitap
- 28 Mayıs 2015
Uzun zaman oldu fantastik kitap okumayalı. Özlemişim. Son zamanlarda kısa hikaye ve roman okumaları ile zaman geçiriyordum. Tam da ne okusam derken, rafta gördüğüm “Dikenlikler Prensi” doğru seçim gibi geldi. Elime aldım, arkasını okudum. İddialı bir kitap.
Sonrası, aşağıda…
Mark Lawrence kaleminden okuyoruz Dikenlikler Prensini. Yurt dışında “Prince Of Thorns” adıyla piyasaya sürülen bir kitap kendisi ve anladığım kadarıyla çokça okunmuş. Aynı zamanda Parçalanmış İmparatorluk serisinin ilk halkası olduğunu da ekliyorum ve kitabın içeriği hakkında konuşmaya geçiyorum.
Prens Honorous Jorg Ancrath. Dokuz yaşında annesi ve erkek kardeşinin ölümüne şahitlik eder. Hiçbir yere kıpırdayamadığı dikenlerin arasından çaresizce izler olan biteni. Hayatının geri kalanını intikam alacağı günü bekleyerek yaşar. Prens olarak sürdürdüğü hayatına, radikal bir karar alarak haydut olarak devam eder ve daha on üç yaşındayken yalın ayak katıldığı çetenin lideri konumuna gelir. Birbirinden acımasız ve kana susamış elemanlardan oluşan bu grubu zekası ve sarayda gördüğü strateji eğitimleri ile elinde tutmayı başararır ki; bunda da hiç fena değildir. Soygunlar ve baskınlarla geçen hayatının tek amacı annesi ve kardeşinin ölümüne sebep olan Kont Renar’ın kanını kılıcından akarken görmek olan Jorg, bu uğurda evvela kral olan babası ile arasını düzeltmeye karar verir.
Haydutluk ile geçen üç yılın ardından baba ocağına dönen Prens Jorg, burada aklına gelmeyecek entrika ve ihanetler ile karşı karşıya gelir. Kralın iradesine boyun eğmek zorunda kalır bazen. Bazen de intikamı uğruna gemileri yakmasını da bilir. Dostunu düşmanını seçemeden ardı ardına düşmanlar ile uğraşmak zorunda kalır. Geriye sadece dikenliklerin içinde mahsur kaldığında içine işleyen içgüdüleri kalır intikam yolunda yardımcı olacak.
Klasik bir intikam senaryosu gibi duruyor kitap, ki zaten öyle. Gencecik yaşta aile dramına sürüklenen Jorg’un ağzından okuyoruz kitabı, ki bu hoşuma giden ilk şey oldu. Kahramanın ağzından dinlemek olaya kendinizi kaptırmanızı kolaylaştırıyor. Sonra, olayın geçtiği zaman dilimi bir hayli ilginç. Roma İmparatorluğu gibi tarihte bir zamanlar var olan devlet isimlerinden geçmiş zaman olarak bahsediliyor ki, bu durum gittikçe daha da garipleşiyor (özellikle alıntı yapılan kişilerde) Hristiyanlık inancının var olduğunu görüyoruz, Jesus yerine Jesu ama. Bunun dışında teknoloji olarak orta çağ atmosferi var kitapta. Kılıç kalkan tedavülde, mızrak müsabakaları yapılıyor. Bu şekilde okuyunca “Ne olacaktı ya” gibi duruyor. Gel gör ki; okudukça anlıyorsunuz ilginçliği
Yalan yok okumaya ilk başladığımda pek umutlu değildim fakat sonlara doğru ilgimi celp etmeyi başardı kitap. Yer yer aceleye gelmiş gibi olması dışında senaryo güzel işliyor. Pegasus Yayınlarının orijinal kapak ile piyasaya sürdüğü (çok iyi olmuş bu) kitabı tavsiye ederek okunacak sıradaki kitabın başına geçiyorum.
Hadi görüşürüz.