Dresden Dosyaları – Fırtına Büyücüsü
-
Özgür Ozan Çakmak
- Kitap
- 29 Ocak 2016
Dresden Dosyaları, Jim Butcher tarafından 2000 yılında çevrilen “Storm Front” romanıyla başlayıp en son 2014 yılında “Skin Game” ile 15 kitaba ulaşan kendi çapında dev bir seridir. Hatta bu son kitap, bu seneki problemli Hugo ödüllerinde hem “Üzgün Kuçular” hem de “Kuduz Kuçular” tarafından en iyi roman dalında aday gösterilmiş ama ödülü alamamıştır.
“Sence Dresden dosyalarını bu kadar güzel yapan şey nedir?” diye sorarsanız yanıtım “değişim” olur. Dresden Dosyaları’nda hem ana karakterimiz Harry Dresden, hem de onun gözleriyle ile bize sunulan paranormal Chicago, 15 kitapta gelişen olaylarla değişir, kimi açılardan ilerler, kimi açılardan geriler. Roman serisi zaten ciltteki rakam arttıkça karanlıklaşır. Ki, Jim bey seriyi apokaliptik bir üçlemeyle bitireceğini çok önceden söylemiştir.
Gelelim Türkçe’ye İthaki Yayınları tarafından “Fırtına Büyücüsü” olarak çevrilen birinci kitabın incelemesine…
Fırtına Büyücüsü
Roman bize Harry Dresden’in gözünden, birinci tekil şahıs perspektifinden anlatılır. Harry bir büyücü ve aynı zamanda özel dedektiftir. Paranormal olayları inceler, kayıp şeyleri bulur, aşk iksirleri yapmaz ve doğumgünü partilerine gitmez. Rehberde verdiği ilan da aşağı yukarı bu şekildedir.
Postacıyla yaptığı diyalogdan Harry’nin standart, Gandalf tipi “bilge, yaşlı, kadim sırlara sahip, mistik şeyler söyleyen” büyücüden ziyade, gayet senin benim gibi bir insan olduğunu görebiliriz. Postacı dalga geçmeye çalışır, kızıp elinden sertçe mektubunu alır. Çok da istememektedir, zira bu şekilde isme gelen mektupların ya reklam ya da fatura olduğunu hayıflanarak bize söyler. Ay sonunu nasıl getireceği konusunda hayıflanırken telefonu çalar. Telefonu eski model bir şeydir, zira yeni model elektronik aletler Harry’nin aurasına girdikleri anda duman çıkartarak bozulma eğilimi gösterirler. Telefonda Monica Sells adında bir bayan vardır ve kocasını kaybettiğini söylemektedir. Harry kadına ofisinde randevu verir. Telefonu kapatır kapatmaz bir kez daha çalar. Bu sefer arayan polis arkadaşı Karrin Murphy’dir. Bir cinayet işlenmiştir ve Harry’nin uzmanlığına ihtiyaç vardır.
Harry gider, gördüğü sahne sevişirken kalpleri patlatılmış iki cesettir. Cesetlerden birisi bir vampirin işlettiği eskort ajansından bir kadın, ve şehrin ileri gelen mafya babalarından Marcone’un korumalarından birisidir. Murphy olayı açıklamasını ister ancak kahramanımız kaçamak yanıt verir. Zira normal insanlara söyleyemediği (ki söylese muhtemelen manyak muamelesi göreceği) bir durumu vardır: Damokles laneti. Şimdi durum şu ki, Harry güçlerini kötüye kullanarak bir şey yaptığı için bir nevi şartlı salıverilmiştir. Bu türden bir olayı araştırdığını duyarlarsa kendi kellesi gidecektir. Geçiştirmeye çalışır, ancak başarılı olamaz. Kapıdan çıkıp randevusuna yetişmek için acele acele yürümeye başlarken önünde bir limuzin durur ve Marcone onu gideceği yere kadar bırakmayı önerir.
Roman bu şekilde başlar. Daha sonra hikayenin içerisine asistanı Bob, muhabir Susan Rodriguez, Gardiyan Morgan ve çok sayın madamımız vampir Bianca Hanım’la ile tanışırız. Bu karakterler ilerleyen romanlarda da karşımıza çıkacakları için özellikle altını çizdim.
Hikaye anlatımının benim Stephen Kingvari dediğim bir yapıda olduğunu söylemeliyim. Karakterlerin duygu durumları diyaloglarla verilirken (yani “x soğuk davrandı” yerine gayet soğuk davranılan bir diyalog okursunuz), Butcher kendi yarattığı paranormal Chicago’yu ve paranormal olayları da çok renkli biçimde anlatmakta. Mesela hikayenin bir yerinde gelen aşk iksirinin etkilerini okurken gülmekten karnınız ağrıyabilir durumdan ötürü, ama bana inandırıcı geldi. Belki de ben de hep o şekilde hayal ettiğimdendir bilemiyorum.
Bir dipnot; bu ve ikinci roman kendi yazarı tarafından bile bu serinin en zayıf romanları kabul edilir. Ben buna çok katılmıyorum, bu kitabı çok beğendiğim için diğer kitapları aldım ve açıkçası “urban fantasy” alanındaki nadir iyi kitap ve kitap serilerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Bu konuda en iyi bulduğum Neil Gaiman’ın Neverwhere’i hala bu arada.
Yani alır da çok sarmazsa bahsettiğim üzere, ana karakterlerin girdiği overtür kitaplar oldukları için ben okumanızı öneririm. Daha sonraki romanlarda işin içerisine periler (Sidhe diye geçer ve kış tarafı Kraliçe Mab, yaz tarafı Kraliçe Titania tarafından yönetilir), diğer vampirler (Beyaz, Kızıl ve Siyah olmak üzere üçe ayrılırlar burada vampirler), kurtadamlar, düşmüş melekler ve akabinde melekler ve haçlı şövalyeleri (İsa’yı çarmıha gererken kullandıkları üç çividen yapılan üç kılıcı kullanan üç adamdan bahsediyoruz, ordu falan düşünmeyin yani), hayaletler ve diğer öğeler girince acayip zengin bir dünyaya sahip olduğunuzu görüyorsunuz. Ayrıca kendi içinde de tutarlı. Harry ne kadar kudretli olursa olsun, kendisinden üst birisi hep oluyor. Bu tarz romanların içine düştüğü “Level 20 faytır “, “öhöm-drizzt-öhöm” gibi bir sendrom göremedim ben 15 küsur kitapta.