Dune: Diploması Dergâhına Dersler
Günümüzden 53 sene kadar önce, 1965 yılında yayımladığı Dune romanıyla adını bilimkurgu edebiyatının devleri arasına yazdıran Frank Herbert, aslında okuyucularına aksiyon ve kum solucanlarından çok daha fazlasını verdi. Onun asıl başarısı, hayal ürünü evrenlerde anlattığı reddedilemez gerçeklerdi.
Evet harika olaylar yaşadık, çoğu zaman sevdiğimiz karakterlerin ölümlerine veya özgürlüklerine kavuşmalarına şahit olduk, çöller hakkındaki bakış açımızı değiştirdik, fedakarlık uğruna vazgeçilmiş aşklar gördük, canı pahasına koruyan dostlar tanıdık ve bambaşka bir dünyaya uyandık. Ancak Dune; dostlarım, sembolleştirilmiş pek çok diplomatik anlam kaynıyordu. Herbert, bu ölümsüz olguyu anlatabilmek için akışı kelimesi kelimesine dahi bozmayarak uygun ortamlar yarattı ardından bizlere seslendi: “Yasaların çapraşık üslubu, birbirimize karşı duyduğumuz şiddet hissini saklama ihtiyacının etrafında şekillenmiştir.”
Diplomasiyi en derin temellerine kadar işleyip zaman zaman onu hicveden Herbert, Dune’un hiçbir eş türünde göremediğimiz gerçekçi ve sağlam fikirlerle karşımıza çıkıyor. Bunun güzel yanı asıl dünyamızdan uzaklaştığımız kadar yakınlaşabiliyor olmak. Tıpkı yağlı boya resimlerindeki matematik problemlerine benziyor. İki tezatı birbiri içinde harmanlayarak bilim kurguda birleştirmek bu seriye ayrı bir kalite değeri katıyor.
Başlı Başına Fikir Kitabı: Dune Mesihi
Diplomasinin en yoğun haline, serinin ikinci kitabı olan Dune Mesihi’nde rastlamak mümkün. İmparator Paul Muad’dib’in özgürleşme hikayesi çevresinde dönüyor gibi gözükse de yapıt, karşılıklı fikirlerin mükemmel cümlelerle çarpışmasından ibaret. Okurken artık anlayabilmek için baştan başladığımız cümleler ve bitiminde ne kadar haklı olduğunu düşünürken zıttının noktalarında kaybolmak… Hepimizin idrak edebileceği üzere bu karşıtlıklar ve haklılık payları günümüz veya geçmiş tanımaksızın diplomaside bolca tanık olduğumuz yaygın bir durum.
Haliyle Dune Mesihi bizim için hangi cümlenin altını çizeceğimize şaşırdığımız bir kitaptı. Kitabın içinde de zaten yazar Cengiz Han ve Hitler üzerinden konuşmalar yapıyor, asker gücünün önemini, neleri değiştirebileceğini ve diplomasideki göz ardı edilen rolünü anlatıyordu.
“Öldürme niyetinizi laf ebelikleriyle gizleyebilirsiniz, ama bir başkasına uygulanan şiddetin ardında hep şu düşünce yatar: Ben senin enerjinle besleniyorum.”
Diplomasi Kanla Beslenir
Zira denk güçlerin her daim üstünlük savaşı vardır. Diplomasinin tek elden yürütülmesini, o elin de kendilerine ait olmasını arzularlar. Ancak sonuca temiz yollarla varılamaz, en mantıklı düşünceyi savunan değil, en mantıklı kanı akıtan kazanır. Herbert kaleminde de bunu bolca görme ihtimaliniz doğal olarak yüksek.
Barındırdığı başarılı veyahut başarısız komplolarıyla eşleştirdiğimiz Dune serisi, yönetimi ve beraberinde getirdiği diplomasinin baskın elini en değerli kanı döken insanların eline emanet etti. Evrenin farklı yerlerinde yaşamış kişiler Muad’dib adında bir Tanrının Prenses Irulan’la yaşadığı aşkı, Lonca ve Landsraad ile kurduğu dostluğu, CHOAM’da bileğinin hakkıyla kazandığı gelirleri ve Büyük Hanedanlar arasındaki saygınlığını anladı. Kimse kardeşinin ve onun eline bulaşan Harkonnen kanının kokusunu ve bu kokuyla desteklenmiş tehditlerin varlığını yüksek sesle anlatamıyordu. Çünkü diplomasi bunu getiriyordu. Çünkü diplomasi tarçın kokulu baharattan çok daha güçlüydü. Çünkü diplomasi bireyleri kelimelerle satın alabilir, onlara istediği yalanı sunabilirdi. Çünkü diplomasi kanla beslenirdi ve evrende akıtılabilecek bolca kan vardı.
İmparator Paul Atreides de istesin ya da istemesin diplomasiyi elinde tutabilmek için cihadın yollarını kapatamadı. Gücünü beslemesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
“Bunun tek bir nedeni var: Ben emrediyorum. Bu bölgedeki otoritemi vurgulamak istiyorum. Ben bu diyarın en büyük enerji tüketicisiyim; ölünceye dek ve öldükten sonra da öyle olmaya devam edeceğim.”
Dinden Özgür Diplomasi Çizgisi
Jessica başta olmak üzere Atreideslerin hiç sevemediği ama paçalarını kurtaramayacaklarını bildikleri geri dönülemez, absürt bir yoldu bu. Paul Muad’dib ve kardeşi Alia halkının gözünde tanrılaştırıldıklarında, bunu otoriteleri için bir araca dönüştürdüler. Sonrasında ise ucunu tutamadıkları için yönettikleri evrenin dört bir yanından hacıların istilasına uğradılar. Diplomaside dini kullanırken çok ince bir çizgi vardır; diplomasiyi dinden özgürleştiren bir çizgi. Geçildiği müddet dahilinde din bağımlılığı doğar. Çünkü diplomasi her ne kadar yönetenlere halkı yönlendirme şansı verse de halka da yönetenleri biçimlendirme hakkı verir.
Bir İmparator olarak Paul Atreides’in, halkının dini ihtiyaçlarını karşılaması lazımdı çünkü onların gözünde artık Tanrıydı. Vaziyet buralara varınca geri dönemezsiniz. Din insanların zayıf noktasıdır, pek çoğu içlerindeki boşluğu doldurduğuna inanır ve bu sayede din ile size bağlanan halkınızı, bunun yararsız olduğunu söyleyerek bir kenara itemezsiniz.
Ve artık diplomasi dine bağımlı hale gelir. Aynı mecburi melanj bağımlısı olan biri misali. Melanjı beğenmemeniz, vardığınız noktayı etkilemez çünkü eğer ondan mahrum kalırsanız, yenilen siz olursunuz. Dini diplomasinizin bir parçası yapmanız, konseyinize Korba tarzı din temsilcileri atamanız, Alia ve Korba’nın yaptığı gibi, dini törenlerle halka istediklerini vermeniz gerekir. Yasalarınızda dini de göz önünde bulundurmak mecburiyetinde kalırsınız. Dini yok sayarsanız, büyük bir kitle kaybı yaşarsınız. Vaatlerinizde ve emirlerinizde dini kullanmanın sonucu, Jessica’nın da demek istediği üzere; ava giderken avlanmaktır.
“İnsanların yaptığı en sıradan işlere bile ayinsel damgamı vurdum. Sofraya otururken Muad’dib’in adını söylüyorlar! Benim adımla sevişiyor, benim adımla doğuyorlar… Sokakta karşıdan karşıya geçerken bile benim adımı söylüyorlar.”
Diplomasiyi Reddetmek
Bunun anlamı risklidir. Her nefesinizin değeri vardır çünkü onları kaybetmeye ciğerinizden daha yakınsınızdır. Dune serisinde de bu tür komplocu gruplara bol bol yer veriliyor. İnsanı aydınlatan kısmı; normalde asla bir araya gelmeyecek kişilerin takım oluşturma çabasıdır. Bir prenses, yüz dansçısı, lonca temsilcisi ve rahibe ana benzeri. Kimsenin akıl erdiremeyeceği bir çete. Hepsi de kısıtlamalarının dışına çıkmak istiyor, yalnızca bu ortak amaçta birleşiyorlar. Kendi haklarını kendilerinin yaratmasını isteyen, bir elin beş parmağını geçmeyecek insanlar.
Bu tür bazen küçük bazen biraz daha büyük kuruluşlara, her dönemde rastlayabilirsiniz. Scytale, Edric… Sadece ufak parçalardır ve tamamlanmaları gerekir. En ufak kopukluklar bile onlar için, ölümün habercisi olabilir. Ki bunu Scytale’de zaten görmüştük. Onlar diplomasiyi en iyi şekilde algılayıp nasıl yok edileceğini değil, nasıl kendi çıkarlarına çevirebileceklerini düşünürler. Çünkü diplomasiyi ortadan kaldıramazsınız, varlığı da kötülüğe fazlasıyla yeten bir güç, yokluğuyla kaosa sebebiyet verir. Buradan yola çıkarak kendi işlerine gelen yönetimi kovalayan bu gruplar; öldürme, intikam alma, kan akıtma veya isyan başlatma niyetinde değil; tehdit unsuru barındırarak kendi özgürlüklerini yaşama ve söz hakkına kavuşma emelindedir.
“Amacımız hükmetmek değil, sömürgelikten ve devlet tarafından dayatılan tüm kısıtlamalardan kurtulabilmektir.”
Uzun Lafın Kısası…
Yermeleri, yorumları ve aktarma biçimiyle diplomasiyi elindeki en iyi araçla dışa vuran, onu her görüşten tanıtmaya çalışan Herbert, eserlerine görülmemiş sesler ekleyerek bizleri bir başka şekilde etkilemeyi yine başarıyor kısaca. Yaptığı göndermeler, ayak altından hatırlatmalar ile dünya tarihinin ona sunduğu meyveleri bolca kullanması dilini daha etkin kılıyor. Bu sayede bilim kurgunun içinde saf ama tam anlamıyla canlı bir olguyu zihnimizde barındırabiliyoruz.
Okuduğunuz için teşekkür ederim, bu konudaki iyisiyle kötüsüyle tüm fikirlerinizi beyan ederseniz çok sevinirim. Başka Dune yazılarında, farklı konular altında görüşmek üzere.