Enginlik Serisine Devam Ederken – Abaddon Geçidi

Expanse benim çok beğendiğim bir seri. Çünkü bu seri 2000’lerden sonra uzay operası olarak yayınlanan okuduğum serilerin arasında hem en rahat okunanı hem de romandan romana karakterlerin içinde bulunduğu olayların genişliği mantıklı biçimde artıyor. Şöyle diyeyim, ilk kitapta bireysel olan soru ve sorunlar son kitaplara doğru intergalaktik imparatorluklar ölçeğine yürüyor. Bu anlamda yeni dönem uzay operası denildiğinde aklıma ilk olarak rahmetli Iain M. Banks’ın Kültür serisi veya Alaister Reynolds’un Revelation Space serileri geliyor.Ancak bu seriler Expanse ile kıyasla yavaş okunuyorlar.Kafanızda canlandırmak için hayal gücünüzü gerçekten zorluyorsunuz. Expanse ise bildiğimiz kavramların üzerine inşa edilen bir seri olduğu için çok daha hızlı gidiyor. Ben Mars, Birleşmiş Milletler ve Kuşaklıları (Belter) kafamda Avrupa Birliği, Amerika ve Orta Doğu/Avrasya olarak canlandırabiliyorum ve abuk durmuyor. Sağolsun James S. A. Corey mahlaslı yazarlarımız da oldukça fotografik bir anlatıma sahipler. Bu da okunurken anlamayı ve kafada canlandırmayı kolaylaştırıyor.Serinin bütünüyle alakalı olarak daha çok şey söyleyebilirim ama bu yazı dahilinde konumuz serinin üçüncü kitabı olan Abaddon Geçidi.

İsim tanıdık olsa da konunun Warhammer 40.000’le alakası yok.Bu kitap benim Josephus Miller üçlemesi olarak adlandırdığım, ilk iki kitapta büyük anlatı olarak işlenen protomolekül sorununun serim ve düğümünün çözümünü oluşturuyor. Bittabi ortada Rocinante ekibi başta olmak üzere muhtelif karakterlerin kendilerine ait sorun ve anlatıları var ama son tahlilde bu kitabın sonuna geldiğimizde tabir yerindeyse yazarların masayı derleyip topladıklarını hissediyorsunuz.

Dünya-Kuşak-Mars Tarafı

2.kitabı Venüs’e “park edilmiş” protomolekülün ürettiği halka Abaddon Geçidinın (Ring Gate) herkesi şoke etmesiyle bitirmiştik. Bu kitap bu sondan çok kısa bir süre sonra başlayan bir seri. Evrendeki herkes bu kapının ne anlama geldiğini, insan ırkının hayatını nasıl etkileyeceğini falan tartışıyor.

Bu tartışma ortamını biraz olsun yatıştırmak ve gelecek sene olacak seçimlerde oy kazanmak için Dünya’daki tek yönetim haline gelen Birleşmiş Milletler din adamları, sanatçılar ve zengin seçkinlerden oluşan ve kapıya gidecek olan bir uzay gezisi oluşturuyor. Anlatıya sahip karakterlerimizden Pastör Anna bu sayede konuya dahil oluyor.

İlk Kitaptan hatırlayacağınız bir sahne: MCRN Donnager’in yokedilişi

Kuşaklılar ise bu kapıya basitçe Dünya ve Mars gemi gönderdikleri için gemi yolluyorlar. Mars’ın, ve Kuşaklı Dış Gezegen Müttefikliğinin (Outer Planet Alliance – OPA) merak ettiği bir şey daha var. Kitabın başında gezegensel çekim güçlerinden faydalanarak, neredeyse kaynak makinası, koli bandı ve iman gücüyle bir arada duran ve bir motordan oluşan gemisini olabildiğince yüksek hıza çıkartmaya çalışan kuşaklı bir genç, Mars devriyelerinden kaçmaya çalışırken halka Abaddon Geçidine dalıyor ve diğer taraftan çıkmıyor. “E ne oldu orada peki?” sorusuna da yanıt bulmak için daha önceden tanıdığımız bir gemiyi gönderiyorlar.

Bu gemi ilk iki kitapta Nauvoo olarak geçen Mormonların, Ganymede istasyonunda yaptırdıkları nesil gemisi. Tabii OPA tarafından sahiplenildikten sonra geçen sürede her tarafına silahlar falan takılıp takıştırılmış ve müttefikliğin en büyük silahlı gemisi olarak Behemoth adını almış. Bu OPA için bir meraktan ziyade gövde gösterisi aslında. Bu gemide güvenlik subayı olarak görev alan Boğa lakaplı Carlos Baca’da diğer anlatı karakterlerimizden birisi.

Kitapta bize olayları Marslılar tarafından gösteren Bobbi gibi bir karakterimiz yok. Dolayısıyla o tarafta neler olup bittiğini çok göremiyoruz. Bu çok da büyük bir eksiklik değil.

Holden ve Ekibi

Kitaplar arasında bağlantıyı sağlayan Holden ve ekibi ise kitaba Firefly benzeri bir tandansta başlıyorlar. Kuşaktaki uzay gemisi gerektiren işleri yapıyorlar. Hatta kitabın başında böyle bir işin bitimini kutluyorlar falan.

Expanse’ın uzay gemileri hep öyle güzel görünecek değil…

Ancak Holden’ın ufak bir sorunu var, 2. kitabın sonundan hatırlayacağınız üzere, yalnız kaldığı her an Dedektif Miller’ın protomolekül tarafından yaratılan hayaletini görüyor. Nitekim kitabın başındaki olay olduğunda Miller lafının ortasında “Vay anasını, yaptılar!” diyerek kayboluyor. Holden bu olaya anlam veremiyor ama Miller hayalet formunda çok da şuurlu konuşmuyor yani bu yeni bir şey değil.

Lakin 2 gün sonra haberlerde çıkınca bir aydınlanma “haa”sı atıyorlar olayı anlattığı Naomi ile beraber. Ve hemen akabinde kendilerini Uranüs’ün uydusu olan Titania’ya götürecek bir işi kabul ediyor Holden. Titania, Naomi’nin tabiriyle “Üzerinde küçücük bir uzay istasyonu olan minik ve bombok bir uydu”. İşi veren şirket de çok güvenilir değil – hatta Naomi basbayağı bunlar mafya demeye getiriyor – lakin Holden bu kapıdan, Miller’ın hayaletinden ve protomolekülden falan bayağı tırstığı için bu kapıya en uzak yere gitmeye çalışıyor.

Tabii ki evdeki hesap çarşıya uymuyor, şirket son anda “Ya geminizin durumunu söyleseydiniz başkasıyla anlaşırdık, şu anda sizinle iş yapmamız mümkün değil.” diyerek fıyıyor. Ekip “Ne durumu, kim, nedir?” falan derken kendilerine bir mahkeme celbi veriliyor. Çünkü Mars gemisini geri istiyor ve bu konuda davalık olmuşlar. Neredeyse celbi aldıktan hemen sonra, Monica Stuart adlı bir gazeteci ve ekibi eğer kendilerini belgesel yapmaları için halka Abaddon Geçidina götürürlerse onları bu davadan koruyabilecekleri teklifiyle geliyor. Bu belgesel mekaniği ile hem Rocinante’nin ekibi konuya dahil oluyor hem de roman boyunca tayfa hakkında biraz daha bilgiye sahip oluyoruz.

Holden’ın anlatısı ile belki de çok sayıda eserde gördüğümüz, “Korkuyu yok etmenin tek yolu onunla yüzleşmektir – kaçmak değil” mesajını alıyoruz. Zira bu korku yüzünden gerek Naomi, gerekse Amos ve Alex ile ilişkileri bozuluyor. Gerginliği yüzünden doğru kararlar falan veremiyor. Lakin ikinci kitaptaki gibi Millerlaşma eğilimi de yok. Şahsen ben Renegade Holden’ı daha fazla sevdiydim ama işte yazarlar paladinleştirmeyi uygun görmüşler.

nna. Kitaptaki karakterden en büyük farkı kızıl saçlı bir Rus olmak yerine sarışın bir Amerikalı olması…

Karakterler

Bu kitap dahilinde perspektife sahip ana karakterler Anna Volvodov, Carlos “Bull” Baca ve Clarissa Melpomene “Melba” Mao.

Anna Volovodov

Anna Volovodov Europa’da çalışan bir pastör (Bu arada kitapta adı beni sinir eden bir biçimde yanlış. Tam adı Annuşka Volovodov olarak veriliyor, Annuşka Rusça samimiyet ifadesi, yani Mehmet’e Memo demek gibi Anna isminin sevimli hali Annuşka olarak geçer. Soyad ise Volovodova olması lazım lakin erkek gibi almışlar.).

Bahsettiğim üzere kapıya gidecek gemide yer alacak din adamlarından birisi olarak seçiliyor. Şahsen bu karakterin bende çok bir yer edindiğini söyleyemem. Anlatı mekaniği açısından da konuya yabancı bir insanın verdiği tepkileri veriyor ve roman sonlarına doğru bir iki yerde Deus Ex Machina olarak kullanılıyor ancak işte ben çok özdeşleşemedim bu karakterle o yüzden çok hitap etmedi bana.

Carlos “Bull” Baca

Carlos Baca (Bakka diye okunuyor) ise Fred Johnson’un adamı ve aynı onun gibi OPA tarafında olan bir Dünyalı. Fred Johnson bu güvenden ötürü kendisini Behemoth’a kaptan olarak atamak istiyor ama OPA’nın kuşak vurgusu yüzünden bunu tepki çekeceğinden ötürü yapamıyor. Bunun yerine Behemoth’un güvenlik subayı olarak atanıyor ki olaylar kontrolden çıkarsa toplayabilsin. Bu adam sayesinde de OPA’ın içindeki gezegenli/kuşaklı ayrımını ve birlik içindeki fraksiyonlanmayı görüyoruz. Karakter olarak benim sevdiğim bir karakter oldu, nitekim adamın motivlerini rahatça kavrayabildim.

Clarissa Melpomene “Melba” Mao

Clarissa Mao ise ilk iki kitabın sonunda hapse atılan Jules-Pierre Mao’nun büyük kızı. Evet, Juliette’in ablası bu karakter. Clarissa’ya çok benziyor ve bu benzerlik romanın belli bir yerinde sahte iz olarak kullanılıyor. Yani Miller hayalet olarak geldiyse Clarissa niye gelmesin ki? Lakin bu kız ailesinin bitirilmesinden, kısmen de haklı olarak Holden’ı sorumlu tutuyor. Kitabın başında Holden’ı gözden düşürerek öldürme planını devreye aldığını görüyor ve uzaya gitmeden hemen önce karakterin anlatısına dahil oluyoruz.

Sonuç

Özetlemek gerekirse eğer ilk iki kitabı okuduysanız, bu kitabı konuyu derleyip toplaması ve sonunda geri kalan kitaplara açık kapı bırakması hasebiyle okumanızı şiddetle öneririm. Kabul, ben pastör Anna ile daha kafadan isim konusunda takık olarak çok empati kuramadım, ama diğer karakterlerin oldukça ilginç olduklarını düşünüyorum. Holden’ın paladinvari awful good’luğu ara ara rahatsız etse de – ki bence serinin genel olarak sahip olduğu sorunlardan birisi bu, diğeri de kötü adam yaratma kabızlığı – anlatının temposu hızlı, akıcı ve 3. kitap olması hasebiyle bildiğiniz temaları kullanarak hem var olan sorulara yanıt veriyor, hem de yeni sorular ortaya koyuyor.

Şahsen gözlerim Avasarala aradı, biraz daha Amos ekşını aradı ama insan her istediğini elde edemiyor işte.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar