Evrimin En Karanlık Kurgusu: Yenilmez

Bilimkurgu edebiyatı Stanislaw Lem ismine sanıyorum çok şey borçlu. Türe hak ettiği saygıyı kazandırdığını düşündüğüm belli başlı yazarlardan birisi. Ele aldığı konular itibari ile özellikle yaratıcı ve vurucu diye tabir edebileceğim kurguları ile dikkat çeken bir yazar kendisi. Aynı zamanda bilimkurguyu Avrupa’ya taşımış, kanaatimce de kıtadeki en başarılı temsilcisi. Ursula K. le Guin ve J. G. Ballard ile birlikte Yeni Dalga akımının en üretken kalemi aynı zamanda.

Ancak ülkemizde hak ettiği saygıyı maalesef görmediğini düşünüyorum. Türün genel itibari ile içinin boşaltılmaya başlandığı şu günlerde iyice adı silinmeye başlamış, kitapları ‘baskısı yok’ kategorisine doğru meyleden bir isim. Polonya asıllı yazarın yakın dönemde İthaki Yayınları etiketi ile çıkan Yenilmez adlı eseri Lem’i hatırlara tekrar düşürmek için birebir.

Yeni Dünyalara

Bizlere evrimin biyolojik temelli olduğu öğretildi -çoğumuz kendimiz öğrendik, pardon. En güçlünün ya da en iyi uyum sağlayıp kolektif hareket edebilen türün yaşamını devam ettirme şansını yakadığı, diğerlerinin yok olmak durumunda kaldığı. Okuduklarımız buna işaret eder yöndeydi. Şimdi bu kısa özeti aklınızda tutun. Hatırlamak isteyeceğiniz bir yer gelecek.

Yazar Stanislaw Lem

Kitabımızda insanoğlu uzayda hareket etmeye ve yeni gezegenleri keşfetmeye çıkmış, bayağı bayağı uzaylı olmuş durumda. Öyle ki bir keşif gezisi sırasında uzay gemilerimizden bir tanesini sebepsiz yere kaybedip, peşinden başka birini göderecek durumdayız. Lakayıt bir giriş mi oldu. Ama durum tam olarak bu. Gelişen teknolojimiz sayesinde yeni dünyalara doğru kilometre yaptığımız sırada uğradığımız Regis III çöl gezegeninde kaybolan Kondor adlı gemiyi bulmak, akıbetini öğrenmek amacıyla Yenilmez gemisi yola çıkar.

Yenilmez yolculuğunu tamamlar, gezegene ulaşır. İlk bakışta sadece kum ve tozdan ibaret gibi görünür Regis III. Lakin yapılan araştırmalar belli bir ekosistemi olması gerektiği yönünde sonuçlar doğurur. Ciddi ciddi okyasunu vardır, içinde balıkları ile birlikte hemde. Ancak karada canlı popülasyonuna rastlanmaz. Bulunan fosiller çok ama çok eskiden varolduklarına işaret etse de kara hayvanı -canlısı- yaşamı koca bir soru işareti olarak kalır. Evvela Kondor‘a ne olduğunu araştırmakla yükümlü mürettebat çok geçmeden amacına ulaşır. Kayıp uzay gemisi tam manasıyla ölü bir şekilde, kumlarla gömülü bir vaziyette bulunur. Ne oldu, neler yaşandı, ne zaman oldu gibi sorular birbirini kovalar. Bir şeyler netlik kazanmaya, bir takım aksilikler felakete dönüşmeye başladıkça olaylar karanlık bir hal almaya başlar.

Bildiğimiz tüm teori ve kanıtlanmış gerçeklerin tersine bir “hayat” barındıran gezegen insanoğlu için kıyamet olma potansiyeli kazanır. Öyle ki canlı hiçbir şey onun kumları arasında olmamalıdır…

Biz Böyle Öğrenmedik

Az önceki başlıktan sonra çok temel bir evrim tanımı yaptık. Şimdi o tanımı unutun. Çünkü Yenilmez bu süreci, evrimi sizin için yeniden tanımlayan bir kurguya sahip. Bunda hiç olmadığım kadar ciddiyim. Daha önce okuduğum kitaplarda belli noktalarda benzer akışı görmüştüm. Düşman olan taraflar arasındaki karbon temelli yaşam ve üretilmiş “yaşam” biçimi farklarına tanık olmuştuk. Makinelerle insanlar ya da biyoorganik yaratılarla insanlar arasında vs. gibi. Lakin burada ortaya atılan şeyin bu tarife uymadığını çok geçmeden anlıyoruz. Farklı bir gerçeklik, bambaşka bir perspektikortaya koyuyor. Stanislaw Lem için boşuna bu türün en dahi kalemlerinden birisi demediğimi haklı çıkarmak için okunacak kitaplardan biri de kesinlikle Yenilmez. Kalıpların dışına, alışılmış kurgu ve hikayelerin aksine yeni olanın peşine düşen bir isim olarak burada da okurun ağzını açık bırakmayı biliyor.

Kurgu bir eser okuduğumuz zaman anlatıcının tanrı olduğunu kabul ederek başlarız. O her şeye kadirdir. Olup biteni bilir, bize aktarır. Bazen gizli tutar sona saklar, bizi şaşırtmak ister. Bazen ketumdur sır vermez az bilgiyle yetinin der. Stanislaw Lem bu kitabında cömert bir tanrıyı oynuyor. Bilimsel bilimkurgu diyeceğimiz türde bir eser söz konusu olduğunda teknik bilgi aktarımı can alıcı derecede önemli hale geliyor. Ne nedir ve bu kitapta neden yer alıyor gibi soruların cevabı verildiği zaman okurun kafası rahat ediyor. Yenilmez bu açıdan yeteri kadar bilgiyi okura sunmaktan çekinmiyor. İçinde yer alan kurguda ne varsa, ne kullanılıyorsa okura sunmakta elini korkak alıştırmamış.

Ancak yine de dediğim gibi bilimsel bir kurgu, ağır bir konusu var o yüzden sağlam konsantrasyon istiyor. Odaklanmakta zorlandığınız an ucu kaçabilme potansiyeline sahip. Özellikle ilk elli sayfaya bu anlamda dikkat. Sakin kafayla, gözünüzde canlandırarak okuyunuz.

Ya Böylesi de Varsa

Umarım yoktur. Ciddi gerilim sebebi olacak bir şey çünkü. Bahsettiğim şey eserin içinde yer alan evrim yaklaşımı. Yine aynı yere geldim ama zaten kitap bu noktanın etrafında var oluyor. Ölü evrim denen şeyin ne olduğunu burada öğrendim ve hiç de hoşuma gitmedi. Kitap aslında bu yönüyle bilimin bilmek istediği bir şeye bilimkurguya yakışan bir yaklaşım uyguluyor; yaşam illa bizim anladığımız şekliyle mi var olmak zorunda? Bizim bildiğimiz yaşam mantığı oksijen, su, yeterli oranda güneş ışığı gibi etmenler üzerine inşa oluyor. Misal Satürn’ün en bütük uydularından Titan bildiğimiz kadarı ile metan denizleri barındırıyor. Tamam, bildiğimiz istavrit balığının o ortamda yaşaması mümkün değil. Peki ya uzay istavriti varsa? Lem bunun tam tersinin mümkün olabileceğini , yaşam -ya da var olmak diyebiliriz- bizim bildiğimiz anlamda var olmak zorunda değile dikkat çekiyor.

Tabi birde madalyonun bildiğimiz yüzü ya da en çok sorduğumuz soru geliyor akıllara; kimse var mı? Yenilmez’e göre var. Kitapta Lir adlı bir uygarlıktan bahsediliyor. Haklarında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz bu halk, yaşam formu, bireyler, artık ne derseniz deyin isimlerinin geçmesiyle bile merakımızı gideriyor ve şahsen mantıklı geliyor. Zira biz başka gezegenlere yola çıkabildiysek -hiç birimiz göremeyeceğiz- başkaları da mutlaka vardır. Ve bu vesile ile karşılaşma olasılığımzı yükselmiş oluyor. Bu durumun hepimizi heyecanlandırdığı aşikar. Özellikle bu türdeki kitap ve filmlerde sıkça işlenen mezvu Yenilmez’de kendi içinde netlik kazanmış. Galaktik bir diplomasi ortamı kulağa hiç fena gelmiyor.

Ve Sona Gelirken

Kitabın bir yanıyla “space horror” olduğunu görüyoruz. Bilinmeyen bir takım sebepler akla hayale gelmeyecek şeylere neden oluyor. Hele ki yabancı bir gezegende işler iyice çığırından çıkabiliyor. Düşünsenize, özgürce nefes dahi alamadığınız bir atmosfer altındasınız. Başınıza gelenlerin mantıklı olması için hiçbir neden yok gibi görünüyor. En büyük amacı, hedefi uzayı bilebilmek olan insanlık aynı zamanda en büyük korkusu ile de baş başa.

Yenilmez’in teknik kısımları hakkında sanırım en çok canımı sıkan şey çevirisi oldu. Kullanılan dilin yorucu olması, özellikle bazı terim ve açıklamalarda tercih edilen kelimeler okumayı zorlaştırıyor. Çevirmen değilim lakin okuduğum onca bilimkurgu kitabından sonra kelime seçimi, cümle yapısı gibi konularda daha rahat okunmasını isterdim.

Harika bir kapak rengi ve tasarımı olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğim kitap, Stanislaw Lem ismine bir kere daha saygı duymamı sağladı. Olay örgüsündeki “her şey insan için değilmiş demek ki” fikri, konuyu işleyişi ve uzay denen o boşluğun ne denli sırlarla bezeli olduğuna dair yaklaşımı ile okunması gerekenler listesinde kesinlikle yer almalı. İthaki Yayınları güzel başladığı seriyi aynı performans ile sürdrümeye devam ediyor…

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar