Grendel – Efsaneden Öteye, Bir Canavarın Ruhani Yolculuğu

2007 yılında çekilmiş “Beowulf” filmini bir çok kişi izlemiştir sanıyorum. Hani içinde Angelina Jolie, Anthony Hopkins, John Malkovich olan. Aslında, tamamen animasyon olsa da, bu ünlü isimlerin simaları filmde kullanılmış, açıkçası güzel de bir iş çıkarılmıştı. Her ne kadar filmin senaristleri arasında Neil Gaiman’ın adı geçiyor olsa da, film sıfırdan yazılmış bir senaryoya sahip değil. Aslında, “Beowulf & Grendel” adlı bir Anglosakson mitinin filmleştirilmiş hali. E pekala, Beowulf and Grendel efsanesinin, yalnızca “Beowulf” adı ile sinemaya uyarlanmış olması filmin baş kötülerinden Grendel’i üzmüştür eminim. Zira her ne kadar bir canavar olsa da, Grendel’in de duyguları var!

İşte olayımız burada başlıyor. Zira, John Gardner Grendel romanında “Beowulf” un adından bile söz etmez. Varlığı orada olsa da, hikayenin esas kahramanı Grendel (ki türü ya da varlığı hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir, bu sebepten kuzey diyarlarının Troll’ü müdür yoksa bir başka canlı mı bilinmez) yani kendi iç dünyasında aşamadığı sorunları, insanoğlunun yaptıklarına bir türlü anlam veremeyişi ile cevaplar arayan bir canavar.

Bir Canavarın Gözünden Toplum Eleştirisi

Söz konusu efsane hakkında ufak bir bilgi vermem gerekirse, 11. yüzyılda yazılmış, 19. yüzyılda isimlendirilmiş, hatta Tolkien tarafından da araştırılmış bir efsane. Bir çok kez filme çekilse de, “Grendel” romanında anlatılanların hiçbiri, izlediğiniz herhangi bir filmde bulunmayacak türden. Zira, Grendel dışarıdan izlediği insanları sürekli olarak sorgulamakta, varlığına bir amaç getirmek için mücadele etmekte.

Beowulf (2007) filminde Grendel.

Beowulf (2007) filminde Grendel.

Küçük bir canavarken, içinde annesiyle yaşadığı mağarada etrafı araştırmaya ve çevresini tanımaya başlayan Grendel, zamanla mağaradan tek çıkış yolu olan ve ateş yılanlarıyla çevrili gölün içinden çıkarak, insanların dünyasına ayak basar. Zamanla ağaçlara, kuşlara, keçilere, koçlara alışır. Kurtları izler, onların avlanmasını izler. Daha sonra insanları fark eder. Yavaş yavaş insanlara yaklaşıp onları inceler. Anlattıklarını, konuştuklarını dinler, hareketlerini izler. Bu işte bir yanlışlık olmalı ki, kendi kendine sorular sormaya başlar. “Bir insan eğer yemeyecekse, neden diğerini öldürür?” , “Neden onlar şölen evlerinde ziyafet çekerken, biz karanlık bir mağarada yalnız başımıza yaşamak zorundayız?” 

Anası; “Sorma, sorma!” diye feryat eder. Grendel, küçüklüğün bunalımıyla dışlanmış olmayı, daha sonra nefreti öğrenir. Beraberinde gücünün verdiği kibri tadar. Lakin Grendel’in eylemleri kötü olsa da, John Gardner’ın kaleminden okuyup, Grendel’in ağzından olayları dinlediğinizde “Haksız da değil.” diyorsunuz. İşin aslını söyleyeyim; anlatım dili biraz ağır. Zira Shakespeare sevenler için fevkalade olan roman, bu tarza uzak olanlara yorucu gelecektir. Hele ki bir de, ağdalı bir anlatımla birlikte aklı karışan Grendel’in düşüncelerini bazı noktalarda tekrar tekrar okumanızı gerekebilir.

Bildiğiniz Bütün Ejderhaları Unutun!

Kitap hakkında çok fazla konuşmayacağım. Alıp okumanızı tavsiye ederim, zira empati yeteneğinizi geliştirecektir. Lakin asıl tavsiyem, Rol Yapma Oyuncularına! Çünkü, kitapta bahsi geçen, Grendel’le birlikte uzun uzun konuşan bir Ejderha var ki; onun olduğu bölümü okurken adeta mest oldum. Zira bildiğiniz üzere ejderhalar genelde kötü, kibirli yaratıklardır. Lakin, yüzyıllar boyunca yaşayan ve Dungeon & Dragons gibi oyunlarda, en efsanevi kahramanların bile erişemeyeceği bir zekaya sahip olan ejderhalar yalnızca kibirli bir şekilde böbürlenirler. Bu her türlü romanda, oyunda, hatta bu külliyatın babası Tolkien’in Smaug’u dahi aynıdır.

grendel2

Lakin gelin görün ki, John Gardner’ın ejderhası (çünkü bir ismi yok, varsa bile kitapta adı geçmez. O yalnızca Ejderha’dır) tamamen hayal ettiğim, olması gerektiğini düşündüğüm türde bir ejderhadır. Ejderha, kendisiyle konuşmak isteyen Grendel’i karşılar. Başlangıçta, kibirli bir havayla konuşmaya başlar. Bu aslında beklediğim bir şeydi. Lakin daha sonra Grendel’e hayat, evren, insanlık hatta tanrılar hakkında bilgiler aktarır. Geçmiş ve geleceği bilen olduğunu iddia eder, milattan sonra 500’lü yıllarda yaşamış bir varlığa teknoloji ve insanlığın gelişimden bahseder, Grendel’in cevabını bulamadığı sorulara onun anlamayacağı türden cevaplar verip kafasının karıştığını görünce, olayları daha basite indirgeyerek, yüksek bir zekanın karşısında olayları anlamaya çalışan kıt bir canavara olayları anlatmaya çalışır. Grendel’e örnek gösterdiği kupayı işaret ettikten sonra; “Sakın benim kupama dokunayım deme!” diyecek kadar da aç gözlüdür.

Yani demem o ki, rol yapma oyuncuları bu kitabı alıp arşivine eklesin.

Son!

Grendel’in hikayesinin sonunu, filmleri izlediyseniz halihazırda biliyorsunuzdur. O yüzden bu yazıyı okurken, herhangi bir spoiler kaygısı güttüyseniz içinizi ferah tutun. Zaten hikayenin sonu ve başı belli. Önemli olan, bir canavarın gözünden dünyayı ve insanlığı anlamak, tarihin yalan ve yanlış kaydedilişine tanık olmak, kendimizle ilgili kendimizin bile cevap veremediği sorulara Grendel’in getirdiği yanıtları okumak asıl önemli olan. Okuyup, seveceğinizi düşünüyorum. Şimdiden iyi okumalar.

Yorumlar