Gülten Dayıoğlu ve Türk Alt Kültürü Üzerindeki Olası Etkileri
Ölümsüz Ece (1985)
Eğer Herodot Tarihi’nin çocuklar için yazılmış versiyonunu okumak istiyorsanız, size önereceğim iki şey var; biri Disney Ansiklopedisi ki bulması zor, diğeri de Ölümsüz Ece. Ece, 3000 yıl önce Anadolu’da yaşamış adil Kral Gudin’in en küçük kızıdır. Normalde kraliyet ailesine her çocuk doğduğunda geleceğini görüp kral ve kraliçeyi haberdar eden biliciler, bu çocuğun hayatını görmeye güçlerinin yetmediğini, Akdeniz’deki kahinlere danışmaları gerektiğini söylerler. Bu tabii ki bizim bildiğimiz Delfi Kahinesi’dir, yani Sokrates’e Yunanlıların en bilgesi olduğunu söylemiş hanım. Delfi Kahinesi, küçük kızın adının Ece, yazgısının bilmece olduğunu söyleyerek ona bir taç armağan eder.
Kral Gudin, insanlığın geleceğini çok merak etmektedir. Krallığında ruhun ölümsüz olduğuna inanılmaktadır. Bilicileri, Gudin’e bir ritüelle bunun mümkün olduğunu söylediğinde sevinçten havalara uçar. Ama bunun için bedeninden vazgeçmesi, yani ölmesi gerekmektedir. Biliciler, kralın ruhunun üç bin yıl süreyle çeşitli bedenlere girerek yaşayabileceğini, ama bu hayatlar sırasında geçmişini hatırlamayacağını, sonra da doğduğu topraklara dönerek bilincini geri kazanabileceğini anlatırlar (Şu an anlattığım şey çocuk kitabı değil Game of Thrones olsaydı arka tarafta çok temiz bir kral suikasti teması görüyor olurduk). Ama Kral Gudin, halkını bırakamaz. Onun yerine küçük kızı Ece gönüllü olur. İnsanlığın geleceğini yaşayarak bir tarih haline dönüşmeyi kutsal bir görev olarak gören küçük kız, ritüeli kabul eder ve çeşitli bedenlerde, ülkelerde yaşayacağı üç bin yıl sonra babasının ruhuyla buluşacağına yemin eder. Böylece, biliciler küçük prensesi hazırlarlar…
Üç bin yıl sonra, kazı bilimcisi bir hanım (arkeolog demiyorum, zira Dayıoğlu romanlarında hep Türkçe kelimeler kullanır) yaşadığı köyde “Deli Ece” diye bilinen küçük bir kız bulur. Köy halkı, antik şehir yıkıntılarının yakınlarında yaşamaktadır. Halk, sürekli kalıntılara gidip “Ben Ölümsüz Ece’yim!” diye sayıklayan bu kızın, annesi gebeliğinde kalıntılara “işediği” için cinler tarafından çarpılmış olduğuna inanmaktadır. Ta ki kazı bilimci hanım küçük kıza inanana kadar. Bu arada Anadolu insanının üzücü cehaleti ve Ece’nin annesi vasıtasıyla ilkel bilgeliği de romana güzelce yansır. Ece’nin şu sorusunu ise hiç unutamam; “Kızım, uyan, annen geldi!” dendiğinde doğrularak “Hangi annem? Üç bin yıldır çok annem oldu! ” der.
Ölümsüz Ece, 1985’te basıldı. O yılların Türkiye’sinde reenkarnasyondan bahsetmenin ne kadar cesur bir şey olduğundan geçtim, kitabın dili ve anlatımı, özellikle Ece’nin yaşadığı geçmiş hayatlar söz konusu olduğunda çok özenlidir. Eski Mısır’da halkın arınmak için düzenli olarak kendilerini kusturmak gibi batıl inançları aktarmasından tutun, ilk kültürlerin köle yaşamına, ilk Amerikalılar’dan tutun Sokrates’in ölümüne kadar her şeyi anlatır küçük Ece. Çocuklar için bence bulunmaz bir ilk kaynaktır ve ne yalan söyleyeyim, özellikle Guillermo del Toro’nun bu eserin filmini çekmesini çok isterdim.
Işın Çağı Çocukları (1987)
Hem sona kaldığı için, hem de bu yazının fazla uzamamasını istediğim için aslında Hollywood’a en uygun olan kitaba biraz üvey evlat muamelesi çekeceğim, ama ne yapalım. Hem belki birileri merak edip okur.
Doğan üstün zekalı bebekler, çok gizli bir derin devlet projesiyle hastanelerden kaçırılmaktadır. Kayıp bebekler dünyada adeta bir fenomen halini almıştır, anne babalar yastadır, ama kimin neden ve nereye kaçırdığı hiç açığa çıkmaz. Bildiğin X-Files. Çıkışı da 1987. Öğreniriz ki, bu çocuklar dağlardaki bir çiftliğe gizlenip özel besinlerle beslenerek bilim insanı olarak eğitilmekte. Amaçları da, insanlığın yararına icatlar yapmak. Bunlardan bir kısmı, uzayda bitki yetiştirebilme amacıyla uzaya çıkar, ancak kurdukları koloninin dünyayla iletişimi kopar. Kendilerini dondurarak beklemeye başlarlar. Yani çocukların baş rol oynadığı Marslı ve Interstellar soslu bir bilimkurgu filmi çekilirdi bundan.
Peki Gülten Dayıoğlu Kimdir?
Vikipedi’ye bakarsak, yazar 1935 doğumlu. Hukuk eğitimini yarıda bırakıp ilkokul öğretmeni olmuş, sonra istifa ederek, çocuk yaşta başladığı yazarlığı meslek haline getirmiş. İyi ki de öyle yapmış, yoksa Parbat Dağı’nı hiç bilmeyecektim. 2016’nın George R. R. Martin’le kanka olduğunu düşündüğüm için hanımefendi hakkında yazmaya tırsıyor olsam da, her insanın kıymetini yaşarken bilip yazmak lazım. Umarım daha uzun yıllar bizimle birlikte olur ve umarım benim çocuklarım da onun yeni kitaplarını okuyarak büyür.
Gülten Dayıoğlu, özellikle Yeşil Kiraz nedeniyle sıkça İpek Ongun’la aynı kulvarda görülmüş bir yazardır ki, düpedüz haksızlıktır bu. Yine Ben Büyüyünce ya da Fadiş gibi romanlar yüzünden Kemalettin Tuğcu’ya da yakın görülür. Dayıoğlu’nun her kitabında gerçekler yadsınmaz, ama çok güçlü bir umut vardır demiştim. Bu nedenle Kemalettin Tuğcu ile bir tutulmaması gerektiğini düşünüyorum. İpek Ongun’a gelince… Bir Genç Kızın Gizli Defteri’ndeki Serra’nın dünyası toz pembeyken, Yeşil Kiraz’da Özal döneminin bütün çarpıklıkları üstü örtülü olarak olsa da gözler önüne serilir. Nazik insanlar yoktur, alt sınıfı ezen, aşağılayan, yararlanmak isteyenler vardır. Kiraz bu ortamda hayatta kalmaya çalışır. Kanımca Gülten Hanım sıkılmış ve serinin pek çok kişiye gerçek dışı gelen ikinci kitabında fantastik bir öyküye sarılmıştır; ben kitabı bir kaç yıl önce bir yaz tatilinde ucuzluktan bulup okumuş ve Suraba Krallığı’nın öyküsünü hayli ilginç bulmuştum. Burada yerim olmadığı halde anmak istediğim bir kitabı da, Midos Kartalının Gözleri’dir.
Dayıoğlu hakkında yazmamın ikinci nedenini de söyleyip, artık yavaştan bitireceğim. Her düşüncenin, fikrin ya da hayalin bir kökeni vardır. Bilinçaltımızda yoğrulan düşünceler ya somut gerçekten, ya bir başkasının gerçeğinden, ya da birden fazla zihnin şekillendirdiği fikirlerden çıkar. Normalde yazılarımda kişisel ruh halimden ya da hayatımdan bahsetmeyi sevmiyorum. Ama ülke içinde yaşadığımız şartlarda sürekli kendimi ve ne istediğimi sorgular oldum ve kendime yeni bir eğlence icat ettim. Her yazdığım şeyin, duygumun ya da görsel arşivimin kökenini arayıp bulmaya çalışıyorum. Bunu yaparken, birden çok kez çocukluğumda okuduğum Gülten Dayıoğlu kitapları çıktı karşıma. Acaba kaç kişiyi benim gibi etkilemiştir diye merak ettim. Kahramangiller’de sohbet etmeyi sevdiğim pek çok arkadaşımın da okumadığını öğrenince, onların da affına sığınarak bir tür sosyal sorumluluk projesi haline geldi bu yazıyı yazmak. Şu ara Gülten Dayıoğlu’nun genetik bilimler ve klonlamayı irdelediği Mo’nun Gizemi adlı serisini çokça görüyorum. Henüz okumadım, ama bir ara mutlaka okuyacağım. Çocuklar için olduğunun farkındayım ama hey, benim büyüdüğümü kim söyledi ki? Gülten Hanım, eğer bir gün buralara yolunuz düşer de okursanız, bilin ki hala çocuk kalmamda büyük etkiniz oldu ve bunun için minnettarım! Bana verdiğiniz sayısız ilham ve hayaller için size buradan çok teşekkür ediyorum.
Gelecek haftalarda, çizgi roman yazılarından fırsat bulursam yine çok sevdiğim yazarlardan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı ve yine Türk fantastik (ve korku) yazınındaki rolünü inceleyeceğim. O zamana kadar, esen kalın.