Güneş Tutulurken Büyüyen Kadın: Dolores Claiborne
“Sonunda bu dünyaya dayanabilenler en esaslı cadılar oluyor…”
… ve bazen cadılık, bir kadının dünyada tutunabileceği tek şey haline geliyor. Anne olmaktan, eş olmaktan, orospu olmaktan, işçi olmaktan, tacize uğramaktan, hizmet etmekten, damgalanmaktan, sahiplenilmekten arta kalan zamanlarında da yaşamaya çalışıyor. Sesini duyurmaya, soluk almaya, var olmaya çalışıyor. Günün birinde “cadının teki” çıkıp isyan ettiğinde, hayata tutunmak için çıkardığı tırnaklarını, kendinden bir şeyler alıp götürenlere batırıveriyor. Akıttığı her damla, kopardığı her parça için hesap vereceğini biliyor ama sonunu göremese de bir şeylerin gidişatına dur diyebildiği için, sesini çıkarabildiği için kendiyle gurur duyuyor.
Dolores Claiborne, ünlü yazar Stephen King’in 1992 yılında kaleme aldığı bir roman. Dolores’i diğer King romanlarından ayıran en önemli şey, anlatının bölümler ya da paragraflar arası boşluklar içermemesi ve bu yönüyle başından sonuna bütün olarak, arada geri dönüşlerle anlatılan sarsıcı bir hikâye olmasıdır. Eserin bir diğer önemli özelliği, olağan üstü öğelere pek yer vermemesi, odağına bir kadını ve yaşadıklarını alması ve bu yönüyle, heyecanı en üst seviyede tutmasına karşın tüylerimizi ürpertmeyen, insana dair meselelerin daha çok öne çıkarıldığı bir roman olarak göze çarpmasıdır. King’in, annesi Ruth Pillsbury King’e ithaf ettiği kitap, yayımlandığı sene Amerika’nın en çok satan romanı olmuştur.
Ciddi King fanlarının, çocukluk dönemlerinden bu yana ellerinden düşüremedikleri kitaplara dair, etraflarına yapmak zorunda kaldıkları açıklamalar olmuştur her zaman. Ben kendi yolculuğum boyunca sıklıkla, okuduklarımın “edebi değer taşıyıp taşımadığı” sorularına yanıt vermek zorunda kalmışımdır mesela. King’i sıradan bir bestseller ya da fantastik-gerilim edebiyatı yazarı olmaktan çıkaran – ki kendisi esasen İngiliz dili okumuş bir dilbilimcidir – en önemli fark, onun ayrıntılara ve betimlemelere, karakter yapısına, olay örgüsüne ziyadesiyle önem veren bir yazar olmasıdır. Dolores benim bu anlamda en beğendiğim romanlardan biridir (buna çok benzer duygular hissettiğim bir diğer roman da Lisey’s Story’dir).King’in Dolores’te ele aldığı olay gerek bütünlüğü, gerek kusursuz ilerleyişi, gerekse karakterlerinin sağlamlığıyla okurunun hayal dünyasında oynamaya başlayacak kadar görselliğe dayalı bir anlatıdır. Roman neredeyse bir film ya da tiyatro yorumunun yapılması için yalvarmaktadır ve elbette birçok insanın zihninde dönen filmde Dolores karakteri, “Misery” filminin sinema yorumunda, yapımın bir Oscar ödülüyle hatırlanmasını sağlayacak nefes kesen “Annie Wilkes” performansının da etkisiyle, Kathy Bates tarafından canlandırılmıştır. Gerçekten de King’in Dolores karakterini, “Misery” setinde tanışıp çok etkilendiği Kathy Bates için yazdığı söylenir. DoloresClaiborne’un 1995 yılında beyazperdeye uyarlanan versiyonunu seyredenler, başta King olmak üzere Dolores’i Kathy Bates olarak hayal eden tüm okurların ne kadar haklı olduklarını mutlaka anlamışlardır.
Yaşadığı kasabada bir “cadı”(bir kaltak, bir suratsız, bir psikopat) olarak bilinen ve yalnız yaşayan Dolores Claiborne, evinde hizmetçiliğini ve son dönemlerinde bakıcılığını yapmış olduğu Vera Donovan’ın ölümüyle ilgili olarak sorgulanır ve dedektife olayın iç yüzünü anlatırken, senelerdir uzak olduğu ve çok sevdiği tek evladı Selena ve ölmüş kocası Joe St. George hakkında gün yüzü görmemiş gerçeklerden de bahseder. Hayatını kazanmak için hizmetçilik yapan ve böylece kızının eğitimi için de para biriktiren Dolores, kötü huylu ve alkolik bir adam olan Joe’dan şiddet görmektedir. Huzursuz aile hayatını elinden geldiğince kızına ve çevresine yansıtmamaya çalışan Dolores’in yolu bir gün varlıklı ve oldukça huysuz bir kadın olan Vera Donovan ile kesişir. Vera, çalışanlarının tabiri caizse canlarına okuyan bir işverendir ve Dolores’i de ağır şartlarda çalıştırmasına karşın, zamanla iki kadının arasında güçlü bir bağ kurulur. Sosyal statüleri ne olursa olsun “kadın” olmaktan dolayı kurulan bu bağ, zamanla “cadı” olmakla da kuvvetlenir. Zira Dolores, eşinin kızına yaptıklarını kısmen de olsa yalnızca Vera ile paylaşmıştır ve Vera ona her konuda olduğu gibi, bu konuda da yardımcı olmuştur. Çünkü bazen bir kadının işlediği en masum suçu gizleyebilmesi için bütün evren ona yardım eder.
David Joss Buckley tarafından tiyatro sahnelerine de uyarlanan Dolores Claiborne, ülkemizde Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş ve Dolores’i canlandıran Fulya Koçak 2012-2013 sezonunda Tiyatro Eleştirmenler Derneği tarafından Yılın Kadın Oyuncusu ödülüne layık görülmüştür.
Kadının dinmek bilmez mücadelesinin ve bazen en yakınından gördüğü şiddet ve ihanet neticesinde bireysel olarak verdiği mücadele bir yana, içinde bulunduğu toplum tarafından da yalnız bırakılıp ötekileştirilmesinin kusursuz bir kurguyla anlatıldığı Dolores, King’in en göze çarpan eserlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Ben de, yıllar sonra yaşanan Güneş tutulmasının yarattığı duygusal coşkunlukla, başta Özgecan olmak üzere var olmak ve yaşamak için mücadele vermiş bütün kadınları anmak ve eseri ilk kez okuduğum lise zamanlarıma kısa bir geri dönüşte bulunup hayatıma şekil veren en sevdiğim yazarı onurlandırmak amacıyla Dolores’i yazmak istedim bu hafta. Kadının şiddet görmediği, tacize uğramadığı, yaftalanmadığı, “müsait” olup olmamasına göre değer görmediği, cinsiyetçi ayrımcılığa kurban gitmediği bir dünya hayaliyle, bütün Dolores’leri, bütün “cadı”ları ve Özgecan’ları alınlarından öpüyorum.