Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Türk Alt Kültürü Üzerindeki Olası Etkileri

Hüseyin Rahmi Kimdi Peki? Hayatı ve Amaçları

1864’te İstanbul’da doğar. Babası, padişah yaverlerinden Mehmet Sait Paşa’dır. Annesini dört yaşındayken kaybeder ki, kadıncağız henüz 22 yaşındadır. Annesine çok düşkün olan Hüseyin Rahmi, bu acıyı asla içinden atamayacaktır. Onu yetiştiren büyükannesi ve onun etrafındaki kadınları çokça gözlemlemiş, bu eserlerine de yansımıştır. Onu edebiyata kazandıran kişi, Ahmet Mithat Efendi’dir. İlk romanı Şık’la büyük ün kazanan Hüseyin Rahmi, “Toplum için sanat!” konusundaki taviz vermez duruşuyla daima Servet-i Fünuncuların karşısında yer almıştır.

Hep derler ki, “Hüseyin Rahmi, sokağı edebiyata getirmiş adamdır!”, “Halkın dilini ve o dönemdeki mahallelerin yaşayışını hep ondan öğreniriz.” İyi de, adamın amacı bu değildir ki! İstanbul’un daha o dönemden oluşmuş elit tabakasına halkı tanıtmak amacıyla yazmamıştı bunları. Aksine, halka yakın dil kullanmasının sebebi çok basittir, halkın yazdıklarını okumasını amaçlamıştır. Edebiyat derslerinde, Hüseyin Rahmi Türk edebiyatında naturalizmin doğal temsilcisidir derler. Ama asıl amacının halkı eğitmek olduğunu söylemezler. Bilimsel gerçekleri, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç’ta yaptığı gibi son derece basitleştirerek anlatmıştır, gerek bu eserinde, gerek “İnsanlar Maymun muydu?” gibi romanlarında tanrının varlığını da sorgulamıştır. Şık, Şıpsevdi ve Mürebbiye gibi kitaplarında, sanıldığının aksine eleştirdiği şey batılılaşmak değildir. Zihniyet değişmeden, modernleşme taklidi yapmanın gülünçlüğüdür. Adam Türk toplumunun bugünkü halini neredeyse bir yüzyıl önceden öngörmüştür. Mezarından Kalkan Şehit gibi, okuru somut gerçek ve ruhlar alemi arasında en az Pan’s Labyrinth kadar başarılı bir şekilde ikilemde bırakan kitapları da vardır. Dirilen İskelet’te, “Acaba beş duyumuz her şeyi algılamamıza yetmiyor olabilir mi?” diye sorar.

hrg_1

Genelde bize dönem ödevlerinde şöyle özetlerlerdi; “Dönemi bir aşk hikayesiyle süsleyerek anlatmış…” Ama o dönem ne, nasıl anlatmış? Bunlara çok yüzeysel değinilir. Hüseyin Rahmi’nin en güçlü yanı mahalle kadınlarının diyalogları değil, o acımasız savaş yıllarının insanların üzerindeki etkisi, halkın yoksulluğu kabullenerek ezilişi ve toplumun, maksatlı olarak, neden ve nasıl cahil bırakıldığını anlatmasıdır. Bunu komedi unsurlarıyla dengeler ki; bu unsurlar Türk halkının kendine yabancı gördüğü kişileri ve değerleri dışlaması ya da kendine has şekilde adapte etme huyudur. Hüseyin Rahmi’nin doğalcılığıyla yaptığı şey, eğitime bir nebze olsun katkıda bulunmaya çalışmaktır. En büyük isteği, kitaplarının Anadolu’da yayınlanmasıdır. Ama bu ne yazık ki gerçekleşmez. Özellikle Enver Paşa’nın hareketlerini cesurca topa tutması yüzünden, 1910’lu yıllarda pek popüler değildir. Bildiğim kadarıyla o dönemlerde İstanbul’dan dışarı çıkması yasaklanır. Cumhuriyet sonrasında daha aktif olmaya karar verir ve 1936-43 yılları arasında Kütahya’dan milletvekili olur. 1944’te Heybeliada’da vefat eder.

Hüseyin Rahmi, Türk milletinin çeşitliliğini ve bundan oluşan nevrotik karakterini en ince detayına kadar analiz etmiş ve bunları gerek dalgacı, gerek derin felsefi bir dille anlatmıştır. Gözlem gücü çok yüksektir. Ancak bizim halkımız diyalogları sevdiğinden, o da okunması için bu yönlere eğildiğinden ne yazık ki bir anlamda kendini sabote etmiş, asıl değerleri geri planda kalmıştır.

Hüseyin Rahmi üzerine daha saatlerce yazabilirim, ama şimdilik bu kadar. Haftaya, Türk yazarlara ara vererek destanları incelemeye başlayacağım. Keyifli okumalar dilerim.

Yorumlar