İnsan Olmanın Etiği Üzerine Düşündüren Bir Başyapıt: Doktor Moreau’nun Adası
-
Özge Nur Küskün
- Kitap
- 31 Ocak 2016
Prendick adaya vardığında, doktorun yeni getirilen puma üzerinde giriştiği deneylerden ve laboratuarından gelen korkunç seslerden inanılmaz rahatsız olur ve sırf oradan uzaklaşmak için etrafta gezinirken birtakım tuhaf yaratıklarla karşılaşır. Bu yaratıkları, gemide gördüğü tuhaf uşak ve benzer çarpıklıklara sahip diğer ada halkıyla karşılaştırdığında bu tekinsiz yerde tuhaf şeyler olduğunu anlar. Daha sonra, kendisine hiç de yabancı gelmeyen Dr. Moreau ismini ve onunla ilgili çıkan haberleri hatırlar. Kendisi de biyoloji eğitimi almış olan Prendick, önce kafasında bu yarı insan, yarı hayvan olan tuhaf ırkın, insanlardan türetilmiş olduğunu zanneder. Çünkü doktorun türlü eziyetlerle üzerinde çalışmalar yaptığı pumanın bulunduğu laboratuarından insana benzer yalvarma sesleri de işitir. Kendi adına büyük bir korkuya kapılır ve kaçar. Adada bu insan-hayvan hibritlerinin, yani Hayvan Halkı’nın yaşadığı kulübeleri bulur ve burada, Maymun Adam, Boğa Adam, Domuz İnsanlar, Köpek Adamlar olmak üzere birçok çarpık, fizyolojisiyle oynanmış yaratık görür. Ancak çok geçmeden onu bulan Dr. Moreau ve yardımcısı Montgomery, onu geri gelmeye ikna eder ve Moreau ona adada yapılanlardan, türlü acılar çektirilip “insanlaştırılanların” hayvanlar olduğundan, insanlara dokunmadığından söz eder. Üstelik deli ve korkunç bir dahi olan Moreau tüm bu yaptıklarını, kendince bir felsefeye de dayandırmaktadır. Yarattığı ırkın efendisi, hatta tanrısı olan Moreau, merakın benliğine yapışmış pençelerinden kolay kolay kurtulabilecek biri değildir.
Doktor Moreau’nun adası, bilimkurgu öğelerini barındırsa da esasen bir korku klasiği olarak ele alınabilir. Aslında en doğru şekliyle, Yankı Enki’nin de yazmış olduğu sonsözde belirttiği gibi, birçok yazarın ele aldığı şekliyle bir gotik edebiyat ürünüdür. Eserde olayların ele alınışı ve kurgunun bilimsel öğeler üzerinden ilerleyişi yadsınamaz ama hayvanların DNA’ları üzerinde deney yapılarak yepyeni ve nesilden nesile aktarılacak özelliklerin oluşturulduğu bir ırk yaratılmış olsaydı, ben kendimce bu esere daha bir gönül rahatlığıyla bilimkurgu diyebilirdim. Öyle ya da böyle, kitapta Doktor Moreau’nun kullandığı korkunç yöntemin tamamen hayvanların fizyolojik özellikleriyle, çeşitli organların değiştirilip dönüştürülmesi ve hayvanlar arasında aktarılmasıyla, beyinleri üzerindeki çalışmalarla tamamen fiziksel bir deney olduğunu unutmamakta fayda var. Yani yaratılan ırk tamamen fiziksel özelliklerini kısmen kaybetmiş farklı görünümlere sahip, “insanlaştırılmış” bir ırk. Bu konuda neden üstelediğimi de kitabı okuyunca daha net bir şekilde anlayacağınıza inanıyorum.
Doktor Moreau’nun adası, Margaret Atwood’un deyimiyle “Bir kere okundu mu, kolay kolay unutulmayacak bir kitap.” Cümlelerle verilemeyen, insan tahayyülünün kolayca kabul edemeyeceği dehşet manzaralarıyla dolu, insanı birçok etik ve felsefik değer hakkında derin düşüncelere sevk edecek bir eser. Yayımlandığı dönemde İngiltere’de ve Avrupa’da ciddi bir tartışma konusu olan “dirikesimcilik” uygulamaları, kendisi de bir dirikesimcilik karşıtı olan Wells’i ciddi anlamda etkilemiştir.
Elbette böylesi etkileyici bir eser, sanatta ve edebiyatta birçok yapıta ilham kaynağı olmuştur. Kitabın, 1977 ve 1996 senesinde sinemaya uyarlanmış iki filmi söz konusu. İkisi de pek başarılı olamayan bu filmlerden 1977 yapımı olanda Moreau’yu Burt Lancaster, 1996 yapımı olandaysa aktörlerin şahı (kişisel yorumumu katmadan edemedim) Marlon Brando oynuyor. Bunların yanısıra, 1913 yapımı bir sessiz film olan lsle d’epouvante (The Island of Terror), 1932 yapımı Charles Laughton ve Bela Lugosi’li Island of Lost Souls, bir Seattle tiyatro topluluğu olan Taproot Theatre Company’nin oyunlaştırıp daha sonra filme aldığı bir uyarlama var. Bir de Tim Burton’ın henüz on üç yaşındayken çektiği The Island of Doctor Agor isimli amatör bir uyarlaması bulunuyor. Belli başlı sinema ve tiyatro uyarlamaları bu şekilde olan eserin edebiyat alanındaki etkileri kanımca saymakla bitecek türden değil. Ancak bunların arasında en dikkat çekeni, Megan Shepherd’ın The Madman’s Daughter üçlemesi olabilir. Yazar bu eserlerin ilkinde Dr. Moreau’nun kızı Juliet üzerinden bir öykü kaleme alıyor. Fakat ikinci kitap Robert Louis Stevenson’ın Jekyll ve Hyde’ından, üçüncüsüyse Mary Shelley’nin Frankenstein’ından ilham alıyor.
Doktor Moreau’nun Adası, okumanız, gücünüz yettiği takdirde defalarca okumanız ve kütüphanenizde bulundurmanız gereken bir eser. Kitabı bitirin, oturup düşünün ve dışarı çıkıp bir sokak kedisinin, bir köpeğin davranışlarını seyredin. Hangi güç bir kediyi küçük bir böceği, bir kertenkeleyi sessiz ve ancak kendine özgü içgüdüsel hareketlerle kovalamaktan ya da bir köpeği size yalvararak, sevilmeyi isteyerek, ilgi dilenerek ve en yakın arkadaşınız olmayı isteyerek kuyruk sallamaktan alıkoyabilir, bir düşünün.
Keyifli okumalar.