İntikam İçin Yola Çıkmış Bir Uzay Gemisinin Hatıraları: Adalet
-
Zülfikar Yamaç
- Kitap
- 11 Kasım 2015
Hikayesini kendisi anlatır Toren’in Adaleti. Böyle söyleyince herhangi bir ses kaydı vs. akıllara gelmesin. Zira geminin kendisi yaşayan bir organizma olarak düşünülebilir. Kitabın arka kapağında da okuduğumuz üzere Toren’in Adaleti her an kendisiyle iletişimde olan binlerce bağıla, yani insan bedeninde uzantılara sahip. Ana gövdeyle bağıllar her an birbirleriyle etkileşim içerisinde ve gemi mürettebatı -insan olan rütbeliler hariç- tamamen geminin kendisi. Okuyunca “Çok iyi lan!” dediğimi hatırlıyorum ve ısrarcıyım! Fikir çok iyi işlenmiş! Daha önce düşünen ve gerekirse kendi kararlarını verebilen yapay zeka örnekleri gördük. Bir örnek olarak 2001: A Space Odyssey’teki HAL 9000 gösterilebilir. Gerçi ne kadar iyi bir örnek (ahlaki açıdan) orası tartışılır. Bir diğer örnek olarak Robert Silverberg’in Cam Kule adlı kitabı olabilir ve belki de daha yakın bir örnek olacaktır. Silverberg’in kitabında başarılı iş adamı ve mucit Krug’un yarattığı androidler bir süre sonra kendi ilkeleri uğruna harekete geçmeye, programlandıkları görevlerini terk etmeye karar verirler. Olayın merkezinde dini bir düşünce yatıyordu o kitapta ve bu hususta Ann Leckie’nin eseri için de birkaç şey söylemek istiyorum:
Bilimkurguda eğer baştan sona bir evren tasarlıyorsanız yani -çok sevdiğim bir abinin lafıyla- var olanı değiştiriyorsanız en dikkat etmeniz gereken husus ne teknoloji, ne de ırklar. Önemli olan nokta inanç. İnsanlığın bu en temel içgüdüsü, bir ya da birden fazla varlığa inanmaktır, olmuş ya da olacak olan olayların onun iradesi ile gerçekleştiğine dair en saf duygularla bağlılık. İlk kabilelerden günümüze kadar gelen süreç boyunca inanç her toplumda farklı şekillerde uygulandı, ama uygulandı. Bu noktada Ann Leckie tam da böyle bir kitaptan bekleneni -beklediğimi- yapıyor. İçinde yaşadığımız dönemdeki mevcut herhangi bir tanrıya yer yok kitapta. Ama bunun yerine gelişmiş Radch İmparatorluğu için yeni bir inanç sistemine yer vermeyi ihmal etmemiş. Buna karşın bir Frank Herbert’in ölümsüz eseri Dune‘daki kadar detaylı bir inanç sistemi beklentisi içinde olmak da yanlış olacaktır. Birinde dini inançları uğruna evrenin en ücra köşelerine yayılan fanatik bir halk varken bu tarafta din unsuru günlük yaşamın ve insan ilişkilerinin temeline yerleşmiş.
Kitap içerisinde kurgulanan evrenle ilgili daha fazla veriye sahip olmak güzel olurdu. Ancak kitabın “intikam için yola çıkmış bir uzay gemisinin hatıraları” niteliğinde olan anlatımı sayesinde de yeterli bilgiyi edinebiliyoruz. Bu noktada da değinmek istediğim bir şey var: İnsanoğlunun -gerçi yeni adımız Radchaii- başka yaşam formlarıyla iletişime geçtiğini kitap içerisinde okuyoruz. Ancak bu formlardan bazılarıyla aramızda husumet olduğunu görüyoruz. Kitapta herhangi bir şekilde iki ırkın savaşına tanık olmuyoruz ancak bu onlardan korkmadığımız anlamına da gelmiyor.
Ann Leckie ilk kitabı olan Adalet ile;
- Hugo En İyi Roman Ödülü,
- Nebula En İyi Roman Ödülü,
- Locus En İyi İlk Roman Ödülü,
- BSFA En İyi Roman Ödülü ve
- Arthur C. Clarke En İyi Roman Ödülü’nü de alarak beşi bir yerde yapmış resmen.
Sahip olduğu konu, hiç kuşkusuz ilgi çekmeyi başaran ve bu ilgiyi sonuna kadar hak eden bir kitap, Adalet. Buna başarılı anlatım ve orjinal karakterler de eklenince tadından yenmez bir esere dönüşmüş. Fakat bir konu var ki, buna değinmeden olmaz; çok hızlı okunmadığı da bir gerçek. Kitap öyle yağ gibi kaymıyor (özellikle bazı diyaloglar). Ama sonuçta iyi kitaplar her daim kendilerine vakit ayrılmasını hak eder.
Dünya piyasasında geçen sene boy gösteren Adalet, İthaki Yayınları etiketi ile Türkçe olarak bizlere sunuldu. 2015 yılının bitmesine az kalmışken bu yıl içinde okuduğum en iyi kitaplardan birisi olmayı başardı. Bunda kitabın terminolojisiyle mücadele eden çevirmen Yaprak Onur’un payını da unutmamak gerek. Devam kitapları ne zaman gelir bilmem, ama bir an önce gelse iyi olur.