İşte İnsan: İsa Adına!

Şimdiye kadar okuduğunuz bilimkurgu metinlerini gözünüzün önüne getirin. Hatırladığınız kadarıyla çoğunluğu gelecekte geçen sayfalarla doluydu. Ya yakın gelecek dediğimiz mantıklı sınırlar içerisinde ya da yüz yıllar, bin yıllar ileride. Bilimkurgu bunu çok sevse de zaman faktörü için gözümüzü sadece ileriye dikmemiz gerekmez.

Geçmiş zaman dediğimiz, tarih kitaplarına konu olan hatta tarih kelimesinin sebebi olan zaman dilimde geçen bir bilimkurgu kitabı ne kadar ilginizi çeker. Şahsen ben direk üstüne atladım. Ciddiyim. Bu yazıda bahsedeceğim kitap dilimizde ikinci kez yayınlanıyor. Her iki baskıyıda severek okudum. Michael Moorcock ismini bu sitede çoğunlukla Elric yazıları ile andık. Ancak İşte İnsan adlı kitabı ile bilimkurgu tarihinin en cesur metinlerinden birini kaleme aldığını söylememek olmaz.

Din söz konusu olduğunda büyük patronlardan birinin etrafında geçen olaylar, zaman makinesi ile kağıda dökülmek şerefine ulaşmış. Buyrunuz.

1949 ile Başlıyoruz

Kitabımızın ana karakteri Karl Glogauer, hem aile hayatında hem de toplumsal hayatta çeşitli sorunlar ile boğuşan birisi. Özellikle toplum kısmında kendi kişiliği ile problemleri olan, Jung takipçisi, nevrotik bir hayata mahkum bir çeşit mazoşist. Asla iç huzura ulaşamayan, dini anlamda da geçmişte yaşadığı travmatik olaylar sebebiyle kafası karışık. Çok fazla karamsarlık sıraladım sanırım. Buna bir de annesi ile bitmeyen sorunları tüy diker. Bunca şeyden sonra adamımıza yaşayacak bir neden kalmıyor değil mi. Gerçekten öyle mi peki?

Jung ile ilgili bir sohbet gurubunda tanıştığı, kaçık bir bilim adamının en son oyuncağı için aday olduğu anda hayat amacını bulmuş olur. Sürekli olarak insanlarla tartıştığı, kafasını karıştıran İsa peygamber meselesine açıklık getirmek için bir yolculuğa çıkar. Milattan sonra 29 yılında gerçekleştiğini okuduğu, öğrendiği gerçeklere tanık olmak için harekete geçer…

Ve kendisini M.S. 28 yılında bulur. Tam olarak istediği zaman olmasa da istediği yerdedir. Şimdi tek yapması gereken tanık olmaktır. İşler beklediği gibi başlamaz ancak beklemek ve görmek zorundadır. Neler oldu, İsa gerçekten neler yaşadı? Ancak gerçekler anlatıldığı gibi olmak şöyle dursun… Burada duralım. Kitabın kapağını açmak için bende yeterli sebebimiz olmuş durumda.

Michael Moorcock

Gerçekler?

Gerçek denen şeyin ne derece garip bir şey olduğuna buyrun. Netliği asla bilinemeyecek bir şeyden bahsediyoruz. Bir şeyler olmuştur muhakkak ama ne oldu?

Konuya direk karakterler tarafından giriş yapmak istiyorum. Karl, çocukluğundan itibaren her türden maddi ve manevi sorunun ortasında yaşamış birisi. Doğuştan kaybeden. Ne aile ne de okul hayatı yolunda gitmez, üstüne bir de duygusal hayattaki mağlubiyet eklenir. Jung okumaları ile din konusunda gittikçe muğlak hale gelmiş bir zihin. Üstelik bir dünya savaşı çocukluğundan önce bir diğeri ise yetişkinliğinde bitmiş. Dünya yaralarını sarmakla meşgul. Nevrotik olmak için yığınla sebebi var anlayacağınız.

Peşinde olduğu şey ise kitaplarda ‘kurban edilen bir peygamber’ olarak geçen İsa’nın başına gelenleri kendi gözleriyle görüp içini rahatlatma isteği. Okudukları ve şüphe duydukları gerçek mi. Hristiyanlık denen inanç sisteminin en önemli argümanı gerçek mi. Çocukluğundan bu yana bunun travması ile yetişmiş birisinden bahsediyoruz. Bilmek zorunda.

Yazar bu söz konusu olaya, hedefe tanıklık etme süreci boyunca okura bol bol ayrıntı veriyor. Sözü edilen zamanda neler oldu, kimler nerede yaşıyordu, yerleşim yerlerinin yapısı ve nüfusu, yönetimde kim vardı gibi tonla veri. Her biri düşünülerek ve iyice araştırılarak kağıda geçirilmiş. Okurun çoğunlukla Elric kitapları ile tanıdığı Moorcock, bu kitapla neden Nebula Ödülü kazandı sorusunun cevaplarından birisi de bu; doğru olduğuna inanılan tarihsel kayıtlarla kurguyu sağlam temeller üzerine inşa ediyor. Şahsen bu noktada bende bir boşluk, eksiklik hissi uyandırmadı.

Din Denen Şey

Bilimkurgu okumaları sırasında eğer din ya da herhangi bir inanç ile karşılaşırsanız bunun genelde yaşadığımı dönemden çok farklı ele alındığını görürsünüz. Ya Dune serisi gibi bir inanç sistemi okuduğunuz sırada yaratılır. Ya Ann Leckie kitaplarındakine benzer dikta yönetimine eşlik eden bağnaz bir inanç ile karşılaşırsınız. Ya da hepsinin karışımı, ekonomik ve siyasal güce sahip olmak için ortaya çıkarılmış bir inanca rastlarsınız.

Bu defa tüm bu yazdıklarımı unutuyoruz. Olay başlı başına semavi dinlerden birisi etrafında geçiyor. Hatta bu dinin en büyük anlatısının içerisinde. Gelecekte geçen bilimkurgulara alıştığımız düşünülürse bu geçmiş zaman anlatısı bile başlı başına başarı iken bir de bu din meselesi var. Hristiyanlık inancı merkezli hikaye bu yönüyle çarpıcı olmakla kalmıyor kesinlikle sarsıcı. Hele ki yazarın ‘kurgu’ gereği yaptığı dokunuşlar ile olaylar gittikçe renkli bir hal alıyor. Zaman zaman İncil’den yapılan alıntılar kurgunun etkisini arttırmakta kesinlikle işe yaramış. Bir yandan kitabı okuyor bir yandan da olacaklara kutsal kitap aracılığı ile daha derinlemesine şahit oluyoruz.

Ülkemiz çoğunluğunun Müslüman olduğunu düşünüyoruz. Bizim inancımıza göre yorumlanmış, yazılmış bir İşte İnsan kitabı düşünmek haliyle zor geliyor. Yazıldığı zamanı ve şartları düşününce kitap piyasaya klişe tabirle bomba gibi düşmüştür pekala. Bizde olsa çıkmadan yok edileceği konusunda hem fikiriz. 1969 yılından bahsediyor kitabın künyesi. 68 hareketinden bir yıl sonrası. Ortalık daha durulmamışken yazılmış, otorite karşıtı olarak tanımlanabilecek çok iyi bir metin. En büyük otoriteyi konu ediniyor daha ne yapsın.

Zaman yolcusu dediğimiz şey hep geleceğe gözünü dikmiş olamaz, değil mi. Gerçeklere ulaşmak denen şey için esasen tarihin yalan ve gerçeklerine tanık olmak gerekiyor. Bilinemeyecek bir geleceğe adım atmak yerine gerçekten yaşanmış olayların, gerçek yüzlerine tanık olmak daha makul bir yolculuk fikri sanırım. Öyle ya Geleceğe Dönüş serisindeki uçan kaykaylar hala ortalıkta yok. Bu nedenle farklı bir zamanda yolculuk hikayesi olarak alternatif arayan varsa böyle gelsin.

Daha…

Ülkemizde daha evvelden başka bir isim ile yayınlanmış bir eser İşte İnsan. Kitabın orijinal adından çevirince bir önceki ismi daha şık olmuştu diye düşünüyorum. Bunun yanında kapak tasarımı olarak İthaki Yayınları baskısı sevdiğim minimal tasarım yaklaşımı ile daha hoş duruyor. Somut kısımda çeviri kötü değil, metin kolay anlaşılır olduğundan okurken sorun yaşanmıyor.

Din düşüncesi etrafında gelişen bu derece doğrudan bir bilimkurgu kitabı olarak okuduklarım arasında en sevdiklerimden birisi oldu. Bunda en önemli etken tıpkı Serçe adlı kitapta olduğu gibi bizimde tanık olduğumuz bir inanç sistemini ele alıyor olması. Ciddi manada keyif alarak bitirdiğim bir kitap oldu. Frank Herbert’in kitaplarındaki o manevi inanç yoğunluğu, inanılan insan/peygamber fikrine benzer ve daha gerçekçi bir edisyon olmuş. Ana karakter tarafında arka planı dolu, nedenleri olan ya da olduğuna inanabileceğimiz bir kişilik ile dolu dolu bir kitaptı.

Bilimkurgu Klasikleri serisinin en iyi kitaplarından biri olmaya aday İşte İnsan, ölmeden önce okumanız gerekenler listesinde değilse bile bilimkurgu seven herkesin kapağını aralaması gereken bir eser. Tarihin tozlu sayfalarında, İsa arayışındayız…

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar