Kara Dörtlemenin Temeli Olan İlham Perisi: Biz

“Zamyatin belli bir ülkeyi değil sanayi uygarlığının hedeflerini ele alıyor. Bu kitabın konusu aslında Makine, yani insanın düşüncesizce şişesinden çıkardığı ve tekrar şişesine sokamadığı o cin…”

Kitaplarını bir solukta okuduğunuz yazarların yaptığı değerlendirmelere göre kitap seçtiğiniz oluyor mu hiç? Benim oluyor. Hatta o kadar çok oluyor ki, bu sayede tanıştığım muhteşem kitaplar ve yeni yazarların haddi hesabı yok sanırım. İşte bu yüzden George Orwell’ın Biz hakkında yaptığı yukarıdaki yorumu görür görmez, beni yine harika bir kitabın beklediğini biliyordum. Hele bir de küçük bir araştırmayla kitabın okumayı en sevdiğim tür olan distopyanın fikir babalarından sayıldığını öğrenince, beni alan heyecanı varın siz düşünün.

Biz, günümüzden yüzyıllar sonrasında kurulan Tek Devlet zamanında geçiyor. Büyük İkiyüzyıl Savaşı’ndan sonra dünya nüfusunun sadece 0,2’si sağ kalabilmiş, onlar da Tek Devlet’in çatısı altında Yeşil Duvar adı verilen bir duvarın içinde hapsolmuş şekilde yaşamaya başlamışlar. Devletin Tablet adı verilen, yazıda toplanan kurallarına herkesin uymak zorunda olduğu, cam duvarlar içinde yaşadığı, uyku, yemek, çalışma, hatta seks yapma saatlerinin belli olduğu, sürekli kontrol altında tutulduğu bir düzen hakim.

Vatandaşlar numaralandırılmış durumda, bir isimleri bile yok. Ana karakterimiz ise D-503 numaralı, Tek Devlet’in uzay gemisi olan İntegral’in yapımında görev alan bir mühendis. D-503’ün baskıcı düzenle bir sorunu yok, hatta bu düzenden memnun bile. Ancak sonrasında tanıdığı I-330 numaralı kadınla birlikte gözleri açılıyor ve hiç yapmayacağını düşündüğü şeyleri yapmaya başlıyor. Herkesin ‘biz’ olarak yaşadığı ve öyle olmaları için zorlandığı bir toplumda bir birey, bir ‘ben’ olma yolculuğuna çıkıyor. Biz de onun hikayesini tuttuğu günlüğün kayıtlarından okuyoruz.

D-503

D-503

Biz, kara dörtleme adı verilen dört distopya kitabının ilki. 1920 yılında kaleme alınmış, 1921’de yazarın kendi ülkesi olan Rusya’da yasaklanmış, hatta bu yasak uzun yıllar devam ettikten sonra Rusya, Biz’e ancak 1988’de kavuşabilmiş. 1924 yılında ise İngilizce çevirisi İngiltere’de yayımlandıktan sonra büyük ses getirmiş, kara dörtlemenin diğer kitapları olan Cesur Yeni Dünya, 1984 ve Fahrenheit 451’e büyük bir ilham vermiş. Bu ilham özellikle 1984’te taklit seviyesine bile ulaşmış. Ben daha önce kara dörtlemenin diğer üç kitabını da okuduğumdan ve Fahrenheit 451 ile 1984’e hayran kaldığımdan onların ilham perisi olan Biz’den de beklentim büyüktü. Genel anlamda beklentim karşılandı da.

Başta kitabın günlük şeklinde yazımından kaynaklanan konudan konuya atlamalar, kopukluklar olduğunu ve bu durumun anlamayı zorlaştırdığını düşünsem de, zamanla buna alıştım. Kitabın büyük bir gözlem, içinde yaşanan zaman, toplum ve yönetim hakkında irdeleme, büyük bir bilgi birikimi, büyük bir kitap okuma ve bunlar hakkında düşünme, sindirme aşamalarından sonra kaleme alındığı çok açık. Kitap sağlam bir eleştirinin yanında bir felsefeye de sahip; en gelişmiş düzenin bile daha iyisinin olduğunu kendine ilke edinmiş. Bu da yazarın kendisinin yazdığı önsözde geçen “İnsanların kanı kızıl ve ateşli oldukça, insanlık genç oldukça hep isyanlar, hep devrimler olacak. Olmak zorundalar zaten – tıpkı fırtınalar gibi: güneş ışıl ışıl, hava kristal gibi, çiçekler kokulu olsun diye. Laodikya zamanlarını, her şeyin dizginlendiği, tamamlandığı, hesaplandığı, ölçüldüğü zamanı, bir daha hiçbir isyanın olmayacağı, hiçbir çığlığın duyulmayacağı zamanı sadece dişleri dökülmüş olanlar hayal eder.” cümlelerine bakınca çok net görülüyor. Yani güçlü bir distopik hiciv okumak için kendinizi hazırlamalısınız.

Yazar Eugeniusz Zamiatin

Yazar Eugeniusz Zamiatin

Ülkemizde kitabın farklı yayınevlerinden çıkan çevirileri mevcut, ama ben tercihimi İthaki Yayınları’ndan yana kullandım çünkü diğerlerinin aksine bu çeviri kitabın kendi dili olan Rusça’dan yapılmış. Diğer çeviriler hep İngilizce’den, çevirinin çevirisi yani. Öyle olunca da kitap iki kere anlam kaybetmiş oluyor. Bu yüzden bence kendi dilinden olan çeviriyi okumak daha mantıklı. Ayrıca İthaki’nin çevirisini ben çok beğendim, numaraların anlaşılmasını kolaylaştırmak için koyu renk kullanarak, kendi açıklamalı önsözlerinin yanısıra, yazarın önsözüne ve en sondaki açıklamasına kadar her şeyiyle tam metni sunarak benim gibi kitaplardaki dizgi kısımlarını bile okuyan okurlar için tam bir şölen yaşatmışlar.

Biz, benim kesinlikle bir şans daha vereceğim ve ikinci, hatta üçüncü okuyuşumda daha çok seveceğimi düşündüğüm bir eser. Eğer siz de bir distopya-severseniz ve günümüzde sürekli ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan 15-16 yaşındaki çocukların insanlığı kurtardığı distopyalardan sıkıldıysanız; gerçek bir sosyolojik distopya olan bu ‘ilk’ eseri mutlaka okumalısınız.

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar