Karanlık Cevher Serisine Bir de Buradan Bakalım
-
Gülçin Akturan
- Kitap
- 30 Nisan 2016
Serinin tüm kitaplarını okuduktan ve de tanıtımlarını sizlerle paylaştıktan sonra artık “Karanlık Cevher” hakkında eleştirel bir bakışla yorumda bulunabilirim diye düşünüyorum. Tanıtımlarda kitapların ve kurgunun güzel kısımlarından yeterince bahsettiğim için burada yazanlar biraz daha olumsuz kısımlar olacak diyebilirim. Ayrıca tanıtım yazılarının aksine bu yazı kitaplara ve kurgularına dair SPOILER içermektedir! Henüz okumayanlar için tüm kitapların incelemeleri için sizleri ilgili kısımlara alabiliriz: Kuzeyin Işıkları, Keskin Bıçak ve Kehribar Dürbün.
Öncelikle harika bir öyküsü olduğunu tekrar belirtmem gereken serinin ilk kitabı insanı gerçekten alıp öykünün içerisine çekiyor. Bir şekilde bizimkine çok benzeyen ama ondan bir o kadar da farklı olan Lyra’nın dünyasına dair daha çok şey bilmek istiyorsunuz. Bunun belki de en büyük nedeni merak duygunuzun yazar tarafından oldukça güzel bir şekilde harekete geçirilmesi; nihayetinde bahsi geçen bir Oxford var ama bu Oxford’da insanların yanlarında cinleri de var. Karakterler de oldukça sağlam ve dikkat çekici olunca ilk kitap elinizden düşmeden bir solukta bitiveriyor.
İlk kitabın aksiyonu ve akıcılığı insanı alıp götürürken, ikinci kitaba geçildiğinde aklınızda “Acaba ben yanlış bir kitap mı okuyorum?” fikri oluşabilir. Çünkü ikinci kitabın başında, ilk kitabın sonunda çok heyecanlı bir noktada bıraktığımız Lyra yerine bildiğimiz dünyada olan hiç tanımadığımız bir çocukla karşılaşıyoruz. Evet, kitap ilerledikçe Will’in ne kadar önemli bir karakter olduğunu anlıyoruz, ama daha yumuşak bir geçiş olabilirdi diye düşünmedim değil. İlk karşılaşma haricinde, Will’in ortaya çıkışından sonra Lyra’nın ilk kitapta mevcut olan baskın ve vahşi diye tabir edebileceğimiz karakteri bir anda tabii, yumuşak başlı bir kıza dönüşüyor. Kendi başına kararlar alıp bunları uygulamaktan bir an bile tereddüt duymayan Lyra bir anda “Ne yapsak Will? Olur mu Will? Ne dersin Will?” şeklinde konuşan bir küçük kız haline geliyor. Üçüncü kitaptaki Lyra portresi ise bizleri bambaşka bir pasiflikte karşılıyor; nerede ilk kitapta zırhlı ayıların kralını zekasıyla alt eden Lyra Gümüşdil, nerede Will’in yanındaki pusulalı küçük kız.
Karakter değişimiyle beni şoka uğratan bir diğer isim ise Mrs Coulter oldu. İlk kitapta hükmeden, yöneten ve emreden güçlü kadından bir anda duygularıyla hareket eden, pısırık bir karaktere dönüşmüştü. Dönüşümüne en çok üzüldüğüm karakterler listesinde başı çeker diyebilirim. Lord Asriel ile olan ilişkisinin iniş çıkışları da net bir biçimde verilmediğinden, en başta safi kötülük olan Mrs Coulter’ın en sonda bıraktığı izlenim ancak “belirsiz” olarak nitelenebilir.
Gereksiz olarak, sırf sayfa sayısı doldurmak için eklendiğini düşündüğüm bazı karakterler de olmadı değil. Peder Gomez karakterini yazar dahi bana açıklayabilecek kimse yoktur. Üzerine kurulan hiçbir kurgunun temellenmediği ve sonuca ulaşmadığı, bir anda ne şehittir ne gazi mertebesine kavuşan Peder Gomez kısımlarını çıkarsak, kitap kendinden bir şey kaybetmez diye rahatlıkla iddia ediyorum.
Karakterler üzerinden biraz geçtikten sonra Tanrı-Metatron ve dünyalar arasındaki ilişkilerden de bahsetmek istiyorum. Kitap tek tanrı inancına güzel bir eleştiri gibi başlayıp sonunda bir nefret propagandasına dönüşüyor. En başta güzel bir şekilde temellendirilen düşünce son kitapta anlaşılmaz bir hal alıyor. Hele Tanrı’nın tasviri ve davranışları sadece yazar istedi diye o şekilde yapılmış gibiydi. Tamam, her şey yazarın insiyatifinde, ama bu kadar “Ben yaptım oldu” şeklinde olması okur açısından biraz can sıkıcı. Yazar kendi inandığı fikri okuruna aktarmak isteyebilir, bu da oldukça anlaşılabilirdir; ancak fikrini temellendirmeden direkt olarak aktarması açıkçası benim için çok sevimli olmadı.
Kitaplar hakkında genel bir değerlendirme yapmam gerekirse şöyle diyebilirim: Çok iyi başlayan bir akşam yemeği düşünün, çorbanın harikulade olduğu, salatanın yağı ve tuzu yerinde mükemmel bir şekilde sunulduğu bir akşam yemeği. Siz ana yemeğin de aynı şekilde devam edeceğini düşünürken bir anda dünden kalma vasat bir yemekle karşılaşıyorsunuz. Tamam yenilebilir, ama yine de yüzde yüz bir memnuniyet değil yaşadığınız. Yine de başlangıcın hatrına bitiriyorsunuz önünüzdeki yemeği. Hem sonucu iyi olabilir diye de düşünmüyor değilsiniz. Tatlıyı yerken ise başlangıcın oldukça uzak olduğunu düşünerek kremanın altından çıkan tuzlu pastaya bakıp kalıyorsunuz. Tuzlu yaş pasta mı olur derken aşçı öyle istedi diye bir yanıt kulağınıza çalınıyor. Evet, bu üç kitabın benim için özeti budur. Harika bir kurgu, güzel başlayan bir serüven ve yazarın pervasız dokunuşları.