Kitabı Okumuş Birisinin Gözünden “The Hobbit: The Battle of Five Armies”
Böyle yapmamalarına (ama yine bir yerde düşüp bayılıyor kitap okurlarına “Sizi unutmadık” dercesine) çok sevindim, zira Dain’in orclara kafa atmasını, Thorin’in buzlarda dansını, Tauriel ve Kili’nin mücadelesi gibi inanılmaz keyifli sahneleri kaçırırdık. Ah, ve tabii ki de Legolas’ı.
Legolas bu filmde yaptıkları için kendine özel bir paragraf hak ediyor. Legolas yarasalara asılıyor. Legolas kulelerden atlayıp düz vites troll kullanıyor. Legolas o kulelerden köprüler yapıp yıkılan taşlarına havada basarak yürüyor. Legolas tüm bunları yapıyor because f*ck you, o Legolas. İkinci filmde Legolas’ın dövüşleri estetikti, evet, ama sıkıcıydı – bir Mumakil’in sırtına tırmanma değildi, ama bu filmde Jackson bize Mumakil’i aratmayacak derecede keyifli ve akıcı bir dövüş sahnesi sunuyor. Kim ne derse desin, izlemesi çok eğlenceliydi.
Gelgelelim filmin üzücü yerlerine. Sırasıyla Fili, Kili ve son olarak Thorin’in ölmesini izlemek olacağını bildiğim hâlde içime oturdu. Fili zaten baştan gidiciydi, “Dur yapma gitme oraya” çağrılarımız onu kurtarmayacaktı. Kili de intikam yolunda düştü. Elf-Cüce aşkı olmaz, olamaz diyenlerin bedduası tuttu. Tauriel’in haline de üzülmemek gibi bir durum yok, tam da kavuşmuşlardı. (Burada Thranduil’in birden bire kişilik kayması geçirip duygusal adama dönüşmesi çok tuhaf geldi bana da neyse.) Son olarak da Thorin.
Ah, Thorin. Ne de güzel dövüştün be, helâl olsun. Azog’a buzları kırdırıp resmen kendi kazdığı mezara gömmesi (işe yaramadığı hâlde) çok tatmin edici bir sahneydi. Anlaşılan savaşmak onun kafasındaki buğuları çözmüş, tekrar sevdiğimiz Thorin olmuş. Azog buzlardan fırlamadan önce Thorin’in ayağına kılıcını geçirdiğinde içim fena oldu, “O kadar da gitme peşinden dedik” dedirtti. Ama sonra Legolas’tan geri aldığı Orcrist ile kendi canını feda ederek Azog’u öldürmesi fazlasıyla şairane olduğu için onu affettim.
Azog’un ölmesi ve kartalların (tüm Druid’ler toplandık misali Beorn ve Radagast ile) gelmesi ile savaş yavaştan sona eriyor. Savaşın geneli için yorumlarıma gelirsek en çok kafamı kurcalayan şey “O kadar dağları delen solucanlarınız vardı, Erebor’a ya da bilemedin Dale’a el atsalardı? Hiç değilse Elf ya da cüce ordularının altlarında çıksalardı?” diye düşünmem oldu. Bunun haricinde Jackson’un ustalığıyla yönetilmiş bir sahneler dizisi olduğunu düşünüyorum ve izlemeyip de “Neymiş?” diye okuyan herkese öneriyorum.
Filmin en son sahnesinde Bilbo’nun Shire’a dönmesi ve orda evindeki eşyaların açık artırmaya çıkarıldığını görmesi acı-tatlı bir gülümseme getirdi yüzüme. Kitabın da son sahnesi olmasıyla beraber, Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit serilerinin de sonuna geldiğimizin bir göstergesi oldu. Yaşlı Bilbo’yu Gandalf’ı uzun yıllar sonra tekrar karşılamasını dinlerken kitabın arkasındaki haritayı görüyoruz ve filmimiz burda bitiyor.
Genel olarak üç film arasında kitaba en sadık olanı buydu gibi hissediyorum (kitapta bütün savaş kısacık özetlenip geçmiş olsa bile). Özellikle de okumuş olanlara yaptıkları ufak tefek göndermeler ile kitabı okumuş birisi olarak beklentilerimin hepsini karşıladı.