Kızıl Gezegende Bir İsyancı: Kızıl Yükseliş
-
Damla Çevik
- Kitap
- 9 Ağustos 2016
Yeni çıkan kitapları ve yapılan yorumları takip eden okurların Kızıl Yükseliş’i duymamış olmaları imkansız sanırım. İlk çıktığında ben de kitabı yakın izlemeye almış, biraz temkinli yaklaşsam da merak etmeden duramamıştım. Ama yine de okumayı düşünmüyordum, ne yalan söyleyeyim. Neden sonra kitabın çok sevildiğini görünce fikrimi değiştirip okumaktan kendimi alamadım. Sonunda iyi mi oldu, yoksa kötü mü orasını pek bilemiyorum.
Gelecekte insanlar çeşitli nedenlerden dolayı Dünya’dan başka yaşanılabilecek gezegenler arayışına girmişler ve bazılarına yerleşmişlerdir. Mars da onlardan biridir. Toplumun renklere göre ayrılan kast sisteminin en alt basamağını oluşturan Kızıllar yüzyıllardır Mars’tadır ve yer altında yaşayıp madencilik yapmaktadırlar. Diğer bütün Kızıllar gibi Darrow’da, bu görevi zorlu şartlar altında yerine getirse de çocuklarına daha iyi bir yer bırakmak için canla başla çalışmaktadır.
Ancak Kızıllar kandırılmıştır. Darrow yüzyıllardır Kızılların çektiği zorlukların toplumun en üst kademesindeki Altınlar için kölelikten başka bir şey olmadığını acı bir şekilde öğrenir. Çok sevdiği karısının intikamını alma ve halkı için adaleti sağlama arzusuyla en yeni Altın hükümdarların seçildiği Enstitü’ye girmek için her şeyinden vazgeçer. Hayatı pahasına girdiği mücadelede en acımasız ve en tehlikeli Altınlarla savaşmak zorunda kalsa da amacı uğruna yapmayacağı şey yoktur. Bu onlardan biri haline gelmek olsa bile.
Anlaşılacağı üzere, Kızıl Yükseliş bir distopya kitabı. Konu ne kadar insanı heyecanlandırsa ve “Vay arkadaş, adam ne yazmış böyle!” dedirtse de; tipik bir distopya kitabı maalesef. Hatta fazla tipik, fazla taklit.. Ama buna sonra geleceğiz. Önce kitabın beğendiğim özelliklerine değinmek, sonra eleştirilerime geçmek istiyorum. Zira bu kadar çok sevilen bir kitap hakkında ne diyeceğimi iki değil üç kere düşünmem gerekiyor.
Kitabın iyi bir konusu var. Arka kapağı okuduğunda içinde bir merak oluşmayan çok az distopya okuru vardır sanıyorum. Konuyla birlikte sürükleyicilik de işin içine girince okurun merakı daha da artıyor ve kitabın sonuna kadar heyecan had safhada seyrediyor. Özellikle son 100 sayfada bunu çok net hissediyorsunuz. Doğru yerlerde kullanılmış şaşırtıcılık unsurları da okuru ters köşe yapar nitelikte. Yazar bu sayede ilginizi canlı tutmayı başarıyor. Ayrıca, değinmeden geçemeyeceğim, bir genç yetişkin kitabı olmasına rağmen diğer türdeşleri gibi aşk üzerine değil de savaş ve strateji üzerine kurulması da takdirimi kazanan noktalardan biri oldu. Bana göre duygusallık en alt seviyede tutulmasaydı kitabın doğasına kesinlikle ters düşerdi. Bu bağlamda yazarın klişelerden uzak durduğunu söyleyebilirim.
Ancak bir nokta var ki, benim için yukarıda değindiğim her şeyi sildi, sıfırladı. O da kitabın tamamıyla bir ‘taklit’ olması. Açlık Oyunları’ndan bozma bir kurgu okudum ve tam burada özgün bir şeyler yakalanmış dediğim yerde başka kitaplardan alınmış ögeler çıktı karşıma. Kızıllar Açlık Oyunları’ndaki sömürülen mıntıkaların, Altınların hayatı Capitol’ün, Enstitü’deki savaş ortamı bir arenanın, Darrow da Katniss’in aynısıydı. Darrow’un Enstitü’ye alınması ve bir savaşçı olarak yetiştirilmesi de Ender’in Oyunu’nu anımsattı bana. Tüm bunlardan geriye kalan boşluklar da çokça Roma ve Yunan mitolojisiyle bezenmişti. Belli başlı farklar elbette olsa da, esinlenmek çizgisini bu denli aşan bir kurgu beklemiyordum ben. Bu nedenle kitap benim için hayal kırıklığının kağıda dökülmüş halinden başka bir şey olamadı.