Korku Ağı ve Kötü Çeviri Üzerine
Küçük yaşlardan beri Stephen King okuyan, bir anlamda okuma alışkanlığını ona borçlu olan biri olarak, King’in edinebildiğim neredeyse bütün ilk dönem eserlerini orta okul yıllarında okumuşumdur. Ancak Korku Ağı, o zamanlar yaşadığım küçük şehirde bir türlü bulamadığım, dahası sonradan geldiğim büyük şehirde de bir türlü ulaşamadığım, birçok King eserinin yepyeni basımlarını yapan Altın Kitap’ın nedense hiç elini sürmediği bir tuhaf roman olarak kalmıştır aklımda. Neyse ki uzunca süre sahafları araştırıp bir şekilde kitabı edinmiş ve sanki başıma gelecekleri bilir gibi rafımın bir kenarına sıkıştırmışım. Geçenlerde alıp okuyayım, içimi rahatlatayım, kendisine bu kadar atfedilen hikâye olan bu ünlü romanı da aradan çıkarayım dedim.
Demez olaydım.
Hemen hemen bütün kitapseverlerin ve biz çevirmenlerin iyi bildiği efsanevi ve biraz da cinsiyetçi olduğunu düşündüğüm bir söz vardır, Çeviri kadın gibidir, güzeli sadık olmaz, sadığı güzel olmaz, diye. Kadın benzetmesini bir kanara bırakırsak, çeviri hakikaten bıçak sırtı bir şeydir. Bir çevirmenin öncelikli görevi, yazarı ve anlatmak istediği şeyi, kullandığı dili, varsa olaya etki eden kültürel altyapıyı ve bunun gibi birçok şeyi dikkate alarak çevirisini yapmaktır. Sözcükleri ilk anlamlarıyla çevirip onlarla kayda değer sayılabilecek cümleler kurmak, karakterleri ait oldukları kültüre değil de – sırf yerli okuyucuya daha yakın gelsin diye – yerel ağızda konuşturmak (elbette birtakım şiveler yerel şivelere uyarlanabilir, çevrilen dildeki en yakın argo ya da konuşma diline ait sözcüklere evrilebilir) ve üçüncü ağızdan anlatılan olaylarda anlatıcıyı birinci ağızdan konuşturmak, bir çevirmenin yapacağı en tehlikeli şeyler arasında ilk üçte yer alabilir kanımca. Bahsi geçen eserin çevirisinde bu üçü de bolca yapılmış. Cümlelerin birbiriyle alakasızlığından, yanlış yerlerde kullanılan tırnak işaretlerinden, anlam karmaşalarından, sürekli yinelenen “hani… canım” kalıbından ve sinir bozucu daha birçok yersiz kullanımdan söz etmiyorum bile.
Ben kendimi bildim bileli okuduğum romanlarda dile ve anlatıma, çeviri eserlerde de çeviri diline dikkat eden bir okur olmuşumdur. İlk okuduğum King romanlarından bu yana, yazarı bana bu kadar sevdiren en önemli etkenin çevirmen olduğunu düşünmüşümdür hep. İlk okuduğum kitap “O”nun ve daha birçok King kitabının (ayrıca birçok Agatha Christie ve Asimov kitabının da) çevirmeni, güzel insan Gönül Suveren, Altın Kitap’tan bu yöndeki beklentilerimi fazlaca yüksek tutmuş olmalı. İnsan en azından King’in o samimi ve heyecanı insana doruklarda yaşatan anlatımını kafasında orijinaline en yakın haliyle canlandırmak ve güzel bir şeyler okumak istiyor. Kötü çeviriyle vakit kaybetmek kadar feci bir şey daha olamaz.
Şimdi akıllara şu soru geliyor: Neden bu kitabın başka basımları yapılmamış? Bilmiyorum. Gerçekten de kitabın başka bir çevirisi yok. Belki telif meselelerine takılmıştır yayınevi, bilemiyorum. Ama buradan yetkililere sesleniyorum: Ben bu şahane eseri çevirmeye gönüllüyüm!
Çeviriyi bu kadar eleştirdikten sonra, sevgili Kahramangiller, sizlere ancak bulabiliyor ve okuyabiliyorsanız kitabın orijinal halini okuyun derim. Ya da benim gibi inatla, kriptik bir metni çözümler gibi okumanızı ve anlamaya çalışmanızı, bir diğer seçenek olarak da televizyon uyarlamalarını seyretmenizi tavsiye edebilirim.
Ama bunları yapmadan evvel, gece uyumadan önce odanızın penceresinin sıkı sıkıya kapalı olduğundan emin olun. İyi okumalar/seyirler!