Lost Stars: O Çok Çok Uzak Galakside Bir Aşk Hikayesi!
The Force Awakens’in (“TFA”) hayatımıza girmesinden önceki 6 aylık dönemde Star Wars (“SW”) ürünleri bombardımanı yaşanmıştı adeta. Yazılı, görsel, sözlü ve elbette tüketim ürünlerine yönelik tüm mecralarda üzerimize gelen bu hayasızca akını durdurmak kolay olmamıştı. Ben de kendimi biraz nadasa aldım o yoğunluk sonrası. O dönemde ortaya çıkan romanlar arasında eski nesil SW hayranlarının en az nefret ettiği roman “Lost Stars” olmuştu. Genişletilmiş Evren’in kaybını böğürlerinde yaşayanlar haklı mıdır, haksız mıdır polemiğine hiç girmeyeceğim. Ama ortaya şu noktayı net koymak lazım; yeni dönem romanları yeni nesil için yazılıyor. Claudia Gray, gençlik romanları yazmakla meşhur bir kişi, belli ki SW çok seviyor ve elinden çıkan işte alınacak gücenek bir durum yok bence (Vampir meselesine “Twilight” yaklaşımı gibi bir durum yok yani merak etmeyin!). Yazar, orijinal öyküye sadık kalmış ve detaylar eklerken de narin dokunuşlar yapmış. Yeni nesli SW’la tanıştırmak için çok iyi bir kitap Lost Stars, umarım türevleri artar.
Lost Stars’ın hikayesi orijinal üçlemenin tamamını ve TFA’nın neredeyse başlangıcına kadar olan dönemi kapsıyor. İmparatorluk’un kurulması, genişlemesi, Yavin Savaşı, Hoth Savaşı, Endor Savaşı ve Jakku Savaşı gibi bütün mühim olaylara temas ediyoruz. Yazar çok ciddi selam çakıyor orijinal üçlemeye, bildiğimiz sevdiğimiz kahramanlardan bahsediyor ama meşhurların hiçbirini alıp kendi hikayesinin merkezine yerleştirmiyor. Bu bağlamda hem çok tanıdık, hem de yepyeni bir hikaye okutmayı sağlıyor. Yazarın, böylesine uzun ve kapsamlı bir dönemi, yoğun bir aşinalık perdesi altında bir çırpıda okuyacak şekilde sunabilmiş olması çok hoşuma gitti doğrusu.
İsyan kuvvetlerinin Galaktik İmparatorluk ile tepişmesi aslen arka planda oynuyor bu romanda, daha çok savaşın iki farklı tarafında kalmış Thane ve Ciena’nın birbirleriyle ilişkilerini ve onların gözünden evrende olan bitenleri okuyoruz. Thane ve Ciena aynı Dış Çember (Outer Rim) gezegeninin mukimi ve çocukluklarını İmparatorluk Akademisinde pilot olma hayalleriyle geçiriyorlar. Sınavları geçiyorlar, donanmaya katılıyorlar, ondan sonra da olaylar gelişiyor. İşin romantik kısımları benim açımdan çok ilgi çekici değildi doğrusu, oldukça detaylı yazılmış olmasına ve ilişkinin gelişimindeki iyi niyetli çabaya rağmen Han-Leia, Luke-Mara hikayeleri kadar lezzetli gelmedi bana Thane-Ciena aşkı.
Buna karşılık kahraman olmayanların gözünden SW ‘a bakış kısmı oldukça başarılı. İmparatorluk’un hükmünü ilan ettiği gezegenlerdeki sosyal, ekonomik ve kültürel değişimi okumak oldukça ilginç. Herkesin kendini haklı ilan ettiği bir evrende Alderaan’ın patlatılmasına ve akabinde Ölüm Yıldızı’nın yok edilmesine verilen birbirinin 180 derece zıttı tepkiler ilgi çekiyor gerçekten. Bu trajik olayların dile getirilişi ve köprünün farklı yakalarında olanların meseleleri içselleştirme ve kendi taraflarını haklı gösterme çalışmalarını okumak oldukça keyifli.
Klon Savaşları sonrası galaksinin harap hali, sade vatandaşların bezgin durumu ve bunun karşısında İmparatorluk’un düzen, dirlik, adalet ve istikrar söylemlerinin erken dönemde sevinç ve umutla karşılanması güzel aktarılmış. Orta ve uzun dönemde ise İmparatorluk’un söylemleri ile örtüşmeyen uygulamalarının yarattığı şaşkınlık ve mutsuzluğun, İmparatorluk donanmasının oluşturduğu yoğun korku ortamı sebebiyle çaresizliğe ve bazı zamanlarda da “Dirlik geldi, dirlik lazım. Böyle dirlik savaştan iyidir” içselleştirmesine dönüşmesini okumak hoşuma gitti. Yazarın tüm bu olayları anlatırken taraf tutmamasını da ayrıca oldukça beğendim. Madalyonun iki tarafı var, hissini oldukça iyi vermiş.
Kitabın ağırlığı ilişkiler, açmazlar ve zıt görüşlerin çarpışması üzerine olduğu için aksiyon biraz geri planda kalıyor. Ölüm Yıldızı’nı patlatma heyecanı ve fezadaki çılgın manevralardan daha çok, o dev uzay istasyonu patladıktan sonra ortaya çıkan duygusal ve düşünsel fırtınalarla uğraşıyor kitap. Kara ve uzay savaşları oldukça sade ve temiz kaleme alınmış. Müthiş bir heyecan yaratmıyorlar bünyede ama kim kime ne yapıyor konusu oldukça net. Asi taraftaki hareketler biraz Rogue Squadron vari olduğu için tatlı bir nostalji rüzgarı estirdi.
Lost Stars, SW evreninde geçen bir “Romeo ve Juliet” öyküsü olarak adlandırılmıştı çokça, haksız bir benzetme değil. Bu anlamda bu kitap bir kendisine bir bilimkurgu ziyafeti çekmek isteyenleri pek tatmin etmeyecektir, buna karşılık “SW ile ilgili bir şeyler okuyasım var acayip!” diyenler için veya “yahu bir SW’dır tutturmuş insanlar, nedir bu? Var mı bir kitabı?” diyenler için oldukça iyi bir tercih. SW ruhunu iyi yakalıyor ve hafif dozlarla ama sürekli zerkediyor bünyeye, yüzleri güldürüyor. Bir yaz okuması olarak da çok uygun, dili kolay ve akıcı, tatilde filan yanınıza almak için oldukça makbul. Bu sıcak günlerde o çok çok uzaklardaki galakside serinlemenizi tavsiye ederim!