Masal Okumaya Devam Edebilecek miyiz? I

Masal: Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, sözlü gelenekle yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb gibi varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebi tür.

Kaynak: TDK Sözlük[1]

Bu yazıyı Melek Özlem Sezer’in “Masallar ve Toplumsal Cinsiyet” isimli kitabını okuduktan sonra yazmaya başlamıştım, ama yazının tamamlanması uzun sürdü ve kitabı okumamın üzerinden biraz zaman geçti. Kitap aslında çok da yeni bir eser sayılmaz. İlk altı baskısı Evrensel Basım Yayın tarafından yapılmış. Yakın zamana kadar tükenmişti ancak 2018 yılında Kor Kitap tarafından genişletilmiş bir baskısı yayınlandı[2], nitekim ben de bu baskıyı okuyabildim. Yazarın lisansüstü tez çalışmasına dayanan bu kitapta, masalların temelde ideolojik aygıtlar olduğu fikri savunuluyor ve masal anlatısının toplumsal cinsiyet rollerini nasıl şekillendirmiş olabileceği tartışılıyor.

Kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları hakkında derin bilgi sahibi olduğumu iddia edemem. Edebiyat tarihçisi değilim, karşılaştırmalı edebiyat kuramlarına bir okur olarak merakım var. Sezer’in eseri, masalları toplumsal cinsiyet açısından değerlendiren tek kitap değil, tek çalışma da değil. Yüksek Öğretim Kurumu’nun tez veritabanına girip “masal” anahtar sözcüğü ile arama yaptığınız zaman, karşınıza çıkan tezler birkaç gruba ayrılabilir. Bunların bir kısmı yöresel derleme şeklinde tasarlanmış, örneğin Urfa Yöresinde Anlatılan Masallar vb (örnek farazidir). Veya masallardaki “cadı”, “peri” gibi tiplerden yola çıkarak kadın rollerini değerlendiren tezleri görmek mümkün. Masalların pedagojik ya da psikolojik yönlerini ön plana çıkaran veya farklı toplumların masal külliyatları üzerinden karşılaştırmalı çalışmalara yapan tezler de veri tabanında görülebilir.

Bu yazı dizisinin temelde bir kitap eleştirisi olduğunu söyleyebilirim, öte yandan kitaba getirdiğim eleştirilerin bir kısmı hayli kişisel ve tartışmaya açık meselelere dayanıyor. Masallara olan düşkünlüğüm zaman içinde fantastik edebiyata doğru yön değiştirdi. Yine de halen Grimm Kardeşler, Andersen gibi yazarların eserlerini okumaktan zevk alırım. Masalları bana sevdiren tam nedir emin değilim, zira bu yazarları okuyanlar bilirler, masallar her şeyin toz pembe olduğu bir dünya vaat etmezler ve yaygın bilinenin aksine masallarda iyilik her zaman kazanmaz. Muhtemelen masalların bana verdiği en büyük zarar, bir dönem karanlıkta beni ele geçirebilecek cadılardan korkmak oldu. Kendimi prenses zannettiğim dönemler olsa da, bundan kurtuldum.

Grimm Kardeşler

Masalların kazandırdığı okuma alışkanlığı, daha sonra bana Jane Eyre, Küçük Kadınlar gibi kendi ayakları üzerinde durabilen kadınların hikayelerini de okutabildi zira. Masalların kadını belli bir role sokmaya çalıştığı konusunda şüphem yok. Pek çok masal çocukları rahatsız edecek boyutta şiddet içeriyor, bu nedenle de günümüz ebeveynleri bazen çocuklarını bu eserlerden uzak tutmayı düşünebiliyorlar. Buna ek olarak, günümüz dünyası hali hazırda çocukların kodlanmasına sebep olacak pek çok görsel unsuru barındırıyor. Bebek kıyafeti satın almaya çalışan herkesin dikkatini çeken şey, pembe ve mavi haricinde renk seçeneğinin ne kadar kısıtlı olduğudur örneğin. Masalların da temelde günümüzde halen mücadele edilen bu ayrımı beslediği düşünülebilir. Bu şartlar altında, masal okumaya ve okutmaya devam edebilecek miyiz yoksa bu eserleri artık tarihin çöpüne mi atmalıyız?

Bu yazı dizisinde, bu soruyu kendine soran ve cevap bulmakta zorluk çeken “kaygılı okur”a başka bir anlamlandırmanın da mümkün olduğunu anlatmaya çalışacağım. Melek Özlem Sezer’in kitabı bir tezin ürünü olsa da, yazarın kullandığı dil akademik sayılmaz, bu muhtemelen bilinçli ve okurun kitaba ilgisini canlı tutmak bakımından iyi bir tercih. Benim kitapla ilgili dertlerimin başında yazarın masal türünü fazla rasyonel bir bakış açısıyla incelemesi geliyor. İkincisi sorunum, çalışmada tarih boyutu dikkate alınmış olsa da, bunun her zaman tutarlılıkla yapılmamış olması. Bu iki sorun, yaklaşım temelli olduğu için üzerlerinde fazla durmamak gerekiyor belki de. Kitapta gördüğüm üçüncü sorun ise, tabiri caizse “veri saklamak”. Sezer bazı masalları deforme edilmiş bir biçimde anlatıyor ve toplumsal cinsiyete ilişkin sorunlar kitapta bu deforme metin üzerinden kuruluyor. Bu üç konudaki sıkıntılarımı dile getirirken, günümüz ebeveynlerinde sosyal medya ve bazen de sohbet aracılığıyla tanık olduğum korumacı yaklaşımın da yer yer üzerinde durmaya çalışacağım.

Eşek Derisi’ni Yakmalı mı?

Pedagoji, diğer bütün oji-ler gibi sürekli hareket halinde, çocuğun gelişimi için en iyi eğitim yönteminin hangisi olduğuna dair fikirler de sürekli değişiyor. 1950’lerin “Gerekirse uyurken yatağa bağlayın.” terbiyesi bugün muhtemelen insan haklarına aykırı bir uygulama kabul edilecektir ve böyle olması da doğaldır. Her çocuğun her yönteme aynı biçimde tepki vereceğini zannetmek ise, herhalde fazlasıyla iyi niyetli bir görüş olur. Öte yandan bir çocuk kitabı olan ama sadece çocuklara hitap etmeyen Peter Pan romanında J. M. Barrie’nin dile getirdiği üzere çocukluk şen, masum ve kalpsiz bir dönemdir. Masumiyet ya da dünyayı tanımamak aynı zamanda kalpsiz olma sonucunu beraberinde getirir. Sırf zulmetmek için zalim olmak değildir söz konusu olan, ama yaptığı işin sonuçları konusunda bilgi, deneyim sahibi olmamaktır. Yine de büyümek, fantastik edebiyatın en güzel örneklerinde gördüğümüz gibi, yorucu, bunaltıcı, zarar veren ama kuşkusuz gerekli bir süreçtir.

Masal

Saraydan kaçan Prenses, Eşek Derisi olmadan önce: Gustave Doré)

Çocuk masumiyeti üzerinden küçük bir parantez açmak istedim zira bu yazının kaleme alınmasındaki diğer bir etken, geçtiğimiz yıllarda meydana gelen bir minik bir hadisedir. Eşek Derisi olarak bilinen ve Charles Perrault tarafından da aktarılan masalın Youtube kanallarından birinde yer alan çizgi film uyarlamasından dehşete düşen veliler, farklı platformlarda hikayenin ensesti teşvik ettirdiğine dair serzenişte bulunmuştular. Masalın bu çizgi filmde nasıl aktarıldığını bilmiyorum. Günümüzde klasik masalların farklı yayınevleri tarafından basılmış çeşit çeşit versiyonuna da, farklı görsel aktarımlarına da ulaşmak mümkün.

Bu aktarımların bir kısmı, çöpe atılsa daha mı iyi olur diye kendime sorsam da[3], hangi versiyonun kime iyi geleceği konusunda ahkam kesmek gibi bir niyetim yok. Özellikle filmler açısından bir kişinin çöpü diğerinin hazinesi olabiliyor çünkü. Çocukların hangi yayınevinden neyi okuduğu veya hangi Youtube kanalından neyi izlediği konusunda ebeveynlerin uyanık olmaları gerektiği açık. Bu bağlamda kötü görsellik, kötü Türkçe gibi sorunların ortalama psikolojik dengeye ve zekaya sahip bir çocuk üzerinde, şiddet içeriğinden daha tehlikeli ve vahim sonuç doğuracağını düşünüyorum. Kaldı ki Youtube’da yine yakın zamanda çocukları hedef alan, onlara kendilerine zarar vermeyi telkin eden pek çok videonun devreye girdiğine dair haberler okuduk.

Eşek Derisi tartışmasında benim canımı sıkan, gösterilen tepkilerde sansür fikrinin bu derece kolay kabul edilebilmesiydi.[4]Ebeveynleri dehşete düşüren bu masalı özetle anlatayım: Bir zamanlar çok güzel bir kız çocukları olan bir kral ve kraliçe varmış, mutluluk içinde yaşarlarmış. Günlerden bir gün, kraliçe ölümcül bir hastalığa tutulmuş. Ölmeden önce kralı yanına çağırmış ve ondan kendisine bir söz vermesini istemiş: “Bir gün yeniden evlenirsen ya en az benim kadar güzel bir kadınla evlen, ya da hiç evlenme.” Belki de bu sayede kocasının bir daha asla evlenmemesini sağlamak istemiş, kim bilir? Kral söz vermiş. Kraliçe ölmüş, bir süre yas tutan kral, nihayet tekrar evlenme kararı almış. Ancak, ülkesindeki hiçbir kadın kraliçesi kadar güzel değilmiş. Gel zaman git zaman küçük prenses büyümüş, tıpkı annesi kadar, hatta belki annesinden daha güzel bir genç kız olmuş. Bunun fark eden kral kızıyla evlenmeye karar vermiş.

Kız çok korkmuş ama açıkça babasına karşı çıkmaya cesaret edememiş. Neyse ki prensesin onu koruyup gözeten bir peri annesi varmış. Kıza babasından hava durumu renginde bir elbise istemesini, bu hediyeyi almadıkça evliliğin gerçekleşmeyeceğini söylemesini tavsiye etmiş. Baba elbiseyi bulmuş, peri bu sefer de güneş renginde bir elbise istemesini tavsiye etmiş. Elbise yine bulunmuş. Sarayda kralın çok sevdiği bir eşek varmış. Peri kralın bu hayvana kıyamayacağını düşünerek eşeğin derisinden bir elbise istemesini prensese söylemiş. Ancak Kral eşeği öldürtmüş ve elbiseyi diktirmiş. Bunun üzerine prenses perinin tavsiyesiyle, üzerine eşek derisi elbiseyi geçirmiş, yanına diğer iki elbiseyi almış ve başka bir krallığa gidip şatoda çalışmaya başlamış. Tesadüf bu ya, kralın çok yakışıklı bir oğlu varmış.

Uzatmayayım ama prens bir şekilde prensesi gerçek kılığında görüyor ve ona aşık oluyor ve çeşitli olayların sonunda evleniyorlar. Düğüne prensesin babası da davet ediliyor. Perrault kralın eşini kaybettikten sonraki deliliğinin geçtiğini, başka dul bir kraliçeyle evlendiğini fakat bu evlilikten çocuklarının olmadığını ifade ediyor.  Masalda kralın yastan aklını kaçırdığı üzerinde epey durulmuş; gerçeğin ayırdında olmadığı, kızını ölen kraliçesi sandığı ifade edilmiş. Buna karşın açık isyan tavsiye edilmiyor. Masalın bir yerinde peri, prensese şunu söylüyor: “Babanın iradesine boyun eğmen çok büyük günah olur, ama bu yükümlülükten babanı da hoşnutsuz etmeden kurtulmanın bir yolu var.”[5] Kadınların kendini savunamadıkları bir dönemde, zeka ve kurnazlık beladan kurtulmanın tek yolu.

Bu hikâyenin kadınlara belli bir rol biçmekle birlikte ensesti teşvik etmediği açık. Prenses babasıyla evlenmek fikri konusunda dehşete düşüyor. Açıkça karşı çıkamasa da perinin verdiği tavsiyeden yararlanarak işi imkansızlaştırmaya çalışıyor. Sonra da babasıyla evlenip kraliçe olmak başka bir krallıkta mutfakta çalışmayı tercih ediyor. Bir boyun eğme, sisteme uyma hikayesi mi? Peri prensese “Erdem uğruna her şeyini feda edenleri tanrılar bir şekilde ödüllendirir” diyerek doğrudan ahlak dersi veriyor aslında. Prensesin babasına isyan etmesi mümkün değil. Öte yandan masalda iktidar ilişkilerinin nasıl şekillendiğini görebilmek de mümkün: Kralın danışmanları aslında prensesin bir variste bulunması gereken tüm özelliklere sahip olduğunu söylüyorlar, ancak kadın olduğu için ya dışarı gelin gidecek ya da doğurduğu çocuklar kralın soyu değil, güvey gelen prensin soyu olacak. Kraliçenin hasta yatağında eşine evlilik konusunda telkinde bulunmasının sebebi de zaten erkek evlat doğuramamış olmasından kaynaklanıyor.

Charles Perrault

Masalı derleyen Perrault 1628 doğumlu bir Fransız. Derlemenin içerdiği ahlak derslerinin ve iktidarla ilgili düşüncelerinin içinde bulunduğu dönemin Fransası’ndan etkilenmemiş olması mucize olurdu.

İlginç bir şekilde benzer bir hikayenin Naki Tezel tarafından hazırlanan Türk Masalları derlemesinde Şamdan Kız adıyla anlatıldığını yakın zamanda fark ettim. Bu ikinci hikayede baba-kız sıradan insanlar, yine benzer bir söz var, baba ölüm döşeğindeki anneden bir bilezik alıyor ve o bileziğin uyduğu kadınla evlenmeye söz veriyor. Bilezik kıza oluyor. Baba aslında isteksiz, hatta kızı kaçıp gidince kurtulduğuna seviniyor ama ağzını açıp kızına seninle evlenmiyorum demiyor veya diyemiyor. Hikayenin sonunda kız bir şekilde bir şehzadeyle evleniyor, sonra babasıyla barışıyor ve masalda ifade edildiği kadarıyla her şey tatlıya bağlanıyor: “Akıllarına geldikçe annesinin bilezik hikayesini Şamdan Kız’la babası birbirlerine anlatır, gülüşürlermiş”. Bir çocuğu bu satır tedirgin eder mi bilmiyorum ama bir yetişkin olarak neredeyse trajediyle sonuçlanabilecek bir olayın bu şekilde komedi malzemesine getirilmesinde beni tedirgin eden bir şey var.

Yine Pertev Naili Boratav tarafından hazırlanan masal derlemelerinde yer alan Ahu Melek isimli hikaye de aynı temaya dayanıyor, ama bu son hikayede genç sultanın nispeten korunaklı bir zamanda babasını reddettiğini görmek mümkün olabiliyor.

Masal türünü psikolojiyle bağlantılı değerlendirenler tüm bu versiyonlarda temelde eğitici bir taraf olacağını ileri sürebilirler. Baba-ebeveyn baskısı bireyin kişiliğinden, ruhsal bozukluğundan da kaynaklanabilir, zamana ve mekana boyun eğmenin sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Her iki hali de korkutucudur ve kuşkusuz çocuğun-gencin iki tür baskıya karşı da uyanık olması tercih edilir. Yine psikoloji açısından masala yaklaştığınız takdirde, Eşek Derisi hikayesinde prensesin aslında anne figürü olan perinin tavsiyesiyle baba evini terk edip eşek derisini giymesini ve mutfağa inmesini bir tür özgürleşme olarak kabul edebilirsiniz. Bu sayede de eşiti olan prensle sağlıklı bir ilişki kurabildiğini iddia edebilirsiniz. Veya hikâyenin bilinçaltına seslendiğini ve bilinçaltının her zaman aydınlık bir yer olmadığını söyleyebilirsiniz. Eşek Derisi’nin ebeveynleri rahatsız etmesindeki temel sebep belki de bu masalda “Ebeveynlerinizin hakkınızda verdiği her karar doğru olmayabilir.” fikrinin verilmesidir kim bilir?

Masalların ebeveyn-çocuk mücadelesi konusundaki yeri hakkında Bruno Bettleheim’ın “Uses of Enchantment” adlı kitabı artık yaptığı klasikleşmiş bir eserdir. Bu kitabı çok sevsem de, birazdan bahsedeceğim Robert Darnton’ın görüşlerini okuduktan sonra masal ve freudyen psikoloji ilişkisine biraz mesafe aldım. Yine de kitabın masalların psikoloji biliminin yaklaşımıyla yorumlanması bakımından değerli olduğu kuşku götürmez. Masal dünyasının ahlaki normları konusunda beni asıl etkileyen Ursula K. LeGuin’dir. LeGuin, Marie Louise von Franz’a atıfta bulunarak, ilerleyen sayfalarda dolaylı olarak söylemeye çalışacağım bir şeyi anlatmış ve Melek Özlem Sezer’in kitabıyla daha baştan arama mesafe koymama sebep olmuştu:

“Bir Jungcu olan Marie Louise von Franz, “Masallarda Kötülük Sorunu” makalesinde halk masallarındaki gerçek tuhaflığa işaret eder: Eğer masal kahramanıysanız doğru bir davranış yolu yoktur. Bir doğru davranış sistemi, iyi bir prensin yapması ya da iyi bir küçük kızın yapmaması gereken şeylerin standardı yoktur. Yani küçük kızlar genelde yaşlı kadınları fırına atıp sonra da bunun için ödüllendirilir mi? Gerçek hayat dediğiniz şeyde olacak şey değil. Ama rüyalarda ve masallarda olabilir. Ve Gretel’i bilinçli, günışığı erdeminin standartlarıyla yargılamak başta aşağı saçma bir hata olur.”[6]

Her masalseverin başucu kitabı, Ursula K. LeGuin

Melek Özlem Sezer’in kitabıyla ilgili temel sorunlarımdan biri tam da bu. Yazar sık sık Pamuk Prenses, Uyuyan Güzel, Kurbağa Prens, Hansel ve Gretel gibi masal kahramanlarını bu alıntıda eleştirilen standartla yargılıyor ve onların davranışlarını neden sorgulamadığımız üzerinde duruyor. Bu sorunun cevabı yukarıdaki alıntı çerçevesinde vermek benim açımdan sorunu epey bir basitleşiyor. Elbette bu bir tercih meselesi deyip geçe de bilirdim. Ancak, Sezer’in bu tercihi aslında masal türünde aslında hiçbir zaman sahip olmadığı özelliklerin aranması sonucunu doğuruyor ve böylece masal, yer yer tipik özelliklerinden bağımsız bir şekilde değerlendirilmiş oluyor.

Devamı ikinci bölümde…

[1] http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5c974faad1f5d3.14173744

[2] Kitabın tanıtımı için bkz https://korkitap.com/urun/masallar-ve-toplumsal-cinsiyet/

[3] Birkaç sene önce, oğlu için Kırmızı Başlıklı Kız kitabı almak isteyen bir arkadaşım, Kırmızı ve Avcı’nın kurdu polise teslim ettiği bir versiyondan bahsetmişti. Tabii ki kitabı almamış.

[4] https://www.haberturk.com/youtubeda-yayinlanan-esek-derisi-isimli-masala-tepki-yagdi-1820925

[5] “Donkey-Skin”, The Fairy Tales of Charles Perrault, https://www.gutenberg.org/files/29021/29021-h/29021-h.htm#Donkey-skin

[6] Ursula K.LeGuin, “Çocuk ve Gölge”, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, haz. Deniz Erksan, Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen, ikinci bs., İstanbul, Metis Yayınevi, 2002, s. 36-37.

Bu yazı, "Masal Okumaya Devam Edebilecek Miyiz?" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar