Masal Okumaya Devam Edebilecek miyiz? II
Kırmızı Başlıksız Kızlar
Jacob ve Wilhelm Grimm’in derlediği masallar, pek çok masal gibi, yüzyıllardır süregiden bir sözlü kültürün örnekleriydi. Masalların önemli bir işlevi ahlak dersi vermek veya çocukları korkutmak olabilir. Örneğin Bayan Trüde tam da bu şekilde değerlendirilmeye müsaittir:
Bir zamanlar çok yaramaz, huysuz, söz dinlemeyen bir kız varmış. Günlerden bir gün annesine ve babasına demiş ki “Bayan Trüde’nin çok ilginç bir kadın olduğunu duydum. Gidip kendisiyle tanışmak istiyorum.” Anne ve babası hemen itiraz etmişler. “O kadın, Tanrının hoşuna gitmeyecek işlerle uğraşır. Eğer ona gidersen, biz seni kızımız saymayız artık.” Kız onları dinlememiş ve Bayan Trüde’nin evine gitmiş. Kadın kızı görünce “Neden benzin soluk” diye sormuş. Kız bunun üzerine merdivende önce kara, sonra yeşil, sonra da kan kırmızısı bir adam gördüğünü söylemiş. Bayan Trüde bu adamların kömürcü, avcı ve kasap olduğunu söylemiş. En sonunda şımarık kız “Ah ah Bayan Trüde, pencereden bakıp sizi göremeyince, alev alev yana başıyla şeytan gözüme çarpınca içime öyle bir korku düştü ki sormayın” dedikten sonra Bayan Trüde “Sen cadıyı gerçek kılığında görmüşsün, o gördüğün bendim. Hanidir seni bekliyordum zaten” deyip bir ateş yakmış ve kızı ateşe atmış. Ocağın başında kızın yanmasını seyredip bir yandan ısınırken de kendi kendine “Oh ne güzel de ışık saçıyor” demiş. [1]
Çocukken bu hikâye beni biraz korkuturdu, halen de üzerimde böyle bir etkisi vardır. Bu masalın ahlaki bir mesajı olduğu çok açık: Annene babana itaat etmezsen başına bela gelir, yoldan çıkıp orman yoluna saparsan seni kurtlar kapar. Farklı bir alt metin okuması Bayan Trüde’yi farklı şekilde değerlendirme şansı verecektir. Marie Louise von Franz, Bayan Trüde’nin hikayesinde itaatsizlikten ziyade “çocuksu bir merak”, “kötü güçlere karşı saygı eksikliği” gibi motifleri bulur: Burada kızın gösterdiği cesaret değil, İngilizce frivolous kelimesiyle aynı kökenden gelen frevel; yani uçarılık, aklı havadalık veya hafifliktir. [2] İnsanların bilimle her şeyi açıklayamadıkları dönemde, özellikle kırsal kesimde sadece iyi özellikler taşıyan, şans getiren doğaüstü varlıklara değil, kötücül ya da tekin olmayanlara da saygı gösterilir. Santa Klaus ya da Noel Baba’ya karşı Krampus; iyiniyetli perilere karşı, hediyeyle tatmin edilmesi veya uzak durulması gereken cinler vardır. Avrupa halk anlatılarında cadı figürü kız çocuklarını ve genç kızları hedef alır, onları yanına çekmek ister.
Arthur Miller mahkemeye konu olmuş bir olaydan yola çıkarak bambaşka bir durumu açıklayan Cadı Kazanı isimli oyunu yazmıştır. Oyundan da, Bayan Trüde masalından da anlaşılacağı üzere, evden kaçan, tekin olmayan kadınların yanında keyfine bakan genç kadınlar belli kişileri rahatsız etmektedir. Tarihsel açıdan bakmayı denediğimizde ise, Avrupa kıtasında, “Orta Çağ”ın bazı belalarını hatırlamak gerekir. İster köylü ister soylu ister din adamı olsun, nüfusun önemli bir kısmı Kara Veba’yla, açlıkla ve Haçlı Seferleri’yle terbiye ediliyor, bu süreçte muhtemelen bir sürü çocuk kaçırma vakası meydana geliyordu. Masallarda yaygın olarak işlenen yamyamlık temasının açlık ve kıtlık olgusundan bağımsız değerlendirilemeyeceği kesindir.
Masalların tarihsel bağlamı konusunda akla gelen çalışmalardan biri kuşkusuz Robert Darnton’ın Büyük Kedi Katliamı adlı kitabıdır. Bettelheim’in yaklaşımını eleştiren Darnton, masallar hakkında düşülen hatalardan birinin bu eserleri hiç evveliyatları yokmuş gibi değerlendirmek olduğunu söyler. [3] Darnton’a göre masal, insanın düşünme biçiminin de zaman içinde değişim gösterdiğinin kanıtıdır. Yazar, Kırmızı Başlıklı Kız’ın pek çok anlatımı olduğunu ve bu versiyonların önemli bir kısmında kızın anne sözünden çıktığına veya ait olduğu dünyanın kurallarını çiğnediğine dair bir imanın olmadığına işaret eder. Buna rağmen masalın kahramanı kurda yem olur: 18. yüzyıl öncesinde, yani Aydınlanma ve Akıl Çağı öncesinde yaşayan köylülerin içinde bulundukları dünyada mantık veya ahenk yoktur, sadece hayatta kalmak için atlatılması gereken süreçler vardır. [4]
Darnton ek olarak psikanalizi düşünmenin modern çağın bir gereği olduğunu, bu bakımdan masalları değerlendirirken kullanılan cinsel alt metin ve sembollerin genelde yanıltıcı olacağını ifade eder. LeGuin’in masalın psikolojik tarafına dayanan alıntısı ise aslında bir yere kadar Darnton’ın talihe ve ahenksizliğe yaptığı vurguya temas edebilir: Günümüzde yaşamayan Gretel’i, Eşek Derisi’ni veya Pamuk Prenses’i, günümüz ahlak kuralları ve normal davranış standartlarıyla yargılamak mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda, LeGuin’in ve Von Franz’ın Carl Gustav Jung’a dayanarak öne sürdükleri arketipler, Freudyen psikolojiye oranla daha fazla seçenek sunmaktadır.
Pamuk Prenses Nasıl Uyandı?
Pamuk Prenses’in farklı aktarımları vardır, Grimm Kardeşler de masalı biraz törpüleyerek anlatmıştır. Masalın bir anlatılışında kızını kıskanan üvey anne değil öz be öz annedir, cüceler pek de iyiliksever tipler değildir, kızı kurtaran prens değil babadır, kraliçeyi cezalandıran, daha sonra Pamuk Prenses’i bir prensle evlendiren de babadır. Yakın zamanda ise bambaşka bir deformasyon ortaya çıktı, Walt Disney’in ünlü çizgi film versiyonu Pamuk Prenses’i uyandıran etkeni değiştirmiş oldu. Melek Özlem Sezer’in Pamuk Prenses ile ilgili fikirlerine tam olarak katılmamı engelleyen temel sebeplerden biri, bu masalı deforme edilmiş versiyonuyla anlatması, diğeri ise Pamuk Prenses’i modern dönemde yaşayan, belli karakter özelliklerine sahip bir kadın olarak değerlendirmesi ve onu bu koşullarla yargılaması.
Pamuk Prenses hakkında Sezer’in getirdiği yorumlardan birini örnek vermem gerekirse: “Zenginliği de yoksulluğu da başkalarına bağlıdır. Baba sayesinde prenses, üvey anne nedeniyle hizmetçi, fakir ve çaresiz olur.” [5] Yazarın bu ifadesi, hem masal normundan hem de tarihsel bağlamdan bir kopuş niteliğinde aslında. Soylu kanın tamamen doğumla elde edildiği bir dönemde başka türlü nasıl olması beklenebilirdi emin değilim. Modern sinema ve modern edebiyat soyluluğun hak edilen bir şey olduğunu iddia edebilir. Robin Hood Hırsızlar Prensi’nde (Robin Hood Prince of Thieves) Kevin Costner’ın oynadığı Robin, “Soyluluk doğum ile elde edilen bir hak değildir; kişinin eylemleriyle tanımlanır” diyebilir, ama azıcık tarih bilgisi olan herkesin tahmin edebileceği üzere, 12.-13. yüzyılda bir soylunun ağzından buna benzer sözlerin çıkması mümkün değildir.
Sezer’in Pamuk Prenses değerlendirmesinin ikinci sorunlu kısmı, masalın sonuyla ilgili. Masallarda pek çok büyüyü bozan “gerçek aşkın ilk öpücüğü”, yakın dönemde karşı-masal özelliği taşıyan Shrek serisinde ve Maleficent filminde, TV dizisi Bir Varmış Bir Yokmuş (Once Upon a Time) olduğu gibi beyaz perdede ve beyaz camda sık sık karşımıza çıkar. Pamuk Prenses ve Kurbağa Prens’i ise bu gruba dahil edilebilir mi? Grimm Kardeşler aktarımında, Pamuk Prenses’i ölüm uykusuna yatıran büyüyü bozan şeyin öpücük olmadığı açıktır. Pamuk Prenses’i toprağa gömmeye kıyamayan cüceler onu cam bir tabuta koyarlar. Prenses o kadar güzeldir ki cesedi bile bozulmaz. Ormandan geçerken kızı görüp hayran olan Prens, onu ormanda bırakmaya kıyamaz, cüceleri ikna ederek cam tabutu alır ve cesedi saraya taşımak ister.
Cam tabutun saraya götürülmek üzere taşınması sırasında, prensin maiyetinden bir kişinin ayağının kayması nedeniyle tabut sarsılır; bu sarsılmaya bağlı olarak prenses yediği elmanın zehrini kusar daha doğrusu zehir ağzından akıp gider. Prensin ilk görüşte cesede hayran olması nekrofili olarak algılanabilir, öte yandan bu hayranlık Orta Çağ’da hayli yaygın olan “Filanca azizin/azizenin kemikleri benim kilisemde/sarayımda” olgusunun bir parçası olarak da yorumlanabilir. Nitekim cüceler, kendilerine servet önerilse de kolay kolay tabutu vermeye yanaşmazlar. Pamuk Prenses’in cesedinin çürümediği masalda vurgulanır, bu şekilde açıklanan bekaret hem bir zayıflık hem de güç kaynağıdır.
Disney ise “gerçek aşkın ilk öpücüğü”ne yer veriyor. Melek Özlem Sezer ise sanki masalı değil de Disney filmini değerlendirircesine prensesin öpüldüğünden bahsedip bu öpücüğün bir tür tecavüz olduğunu ifade ediyor. Yazarın kitabın sonuna eklediği ve kitabın çeşitli yerlerinde anlattığı hikayede Prens’in kızı öpmek için kaldırdığı, bu sırada Pamuk Prenses’in sarsıntı geçirdiği ve elmayı tükürdüğü anlatılır. Yazar bu sarsıntının cinsel ilişkiyi simgelediğini düşünür, bu cinsel ilişkide rıza olmadığına göre bunun tecavüz olduğunu belirtir ve bu fikrini hem kitabında [6]hem de farklı mecralarda tekrar eder:
“Örneğin bir ölü olan Pamuk Prenses’in öpülmesi bizi neden dehşete düşürmez? Bir ölü olduğuna göre rıza, karşılık verme yani öpüşme söz konusu olamayacağına göre masum bir öpücük soluk borusunu tıkayan elma parçasını nasıl dışarı fırlatır? Yoksa sarsıntıya sebep olacak bir eylem midir söz konusu olan? ” [7]
Öncelikle şunu soralım, hangi öpücük, hangi fırlayan elma, hangi Pamuk Prenses? Ve elbette masallarda toplumsal cinsiyet çalışan biri, neden Grimm versiyonundaki bu detayı ve Disney-Grimm farkını dikkate almaz veya açıkça ortaya koymaz? Orijinalinde ilk öpücük unsuru bulundurmayan masalların 20. yüzyılın ilk yarısında beyaz perdede bu şekilde yansıtılması başlı başına birkaç sayfayı hak eden bir incelemenin konusu bile olabilecekken neden böyle bir yol tercih edilir? Sezer’in kitabıyla ilgili sorunum tam da bu, Pamuk Prenses’in hangi anlatımını seçtiğini belirtmemiş olması. Prensesin öpücükle sarsılması diye bir hikaye kesinlikle yok. Prens’in aşkına cinsel anlam yüklemek elbette mümkün, ama hikayeden cam tabutun taşınmasını elediğiniz ve elmayı fırlatanın öpücük olduğunu iddia ederseniz bu hatalı bir yaklaşım olur.
Bu arada Disney lehine şunu söyleyeyim, yaratıcı kadro ilk görüşte aşka pek de inanmıyorlar herhalde hikayeye bir ek yapmışlar. Çizgi filmde Pamuk Prenses ile Prens ormandan önce karşılaşmıştır. Hatta cadı elmanın sihirli güçleri olduğunu söyler, Pamuk Prenses tanımadığı kişiden aldığı elmayı da bu nedenle yer. Aynı Disney, masalda 100 yıl boyunca uyuması gereken Uyuyan Güzel ile Prens’i de tanıştıracaktır. Ama Uyuyan Güzel masalı elbette ayrı bir vakadır ve üzerinde durmak gerekir.
Melek Özlem Sezer’in Pamuk Prenses’in hikayesinde ideolojik aygıtın unsuru olarak bulduğu birkaç şey var, bunları incelerken masalı tarihsel bağlamına oturtmayı deniyor. [8] Buna göre, iyi olmak, çalışmak, kaderi kabullenmek, isyan etmemek ve kurtarılmayı beklemek gibi mesajları içeren masallarda, Pamuk Prenses’in veya diğer bazı kaçak prenseslerin çalıştırılıp daha iyi bir geleceğe kavuşması aslında yoksul kızlara da boyun eğmeyi öğretiyor. Yazar, soylu kızın çalıştırılması gerçekçi bulmuyor, bu nedenle bu masalların temelde yoksul kızlara hallerine şükretmeyi, isyan etmemeyi anlatıyor. Prenses için normal-anormal davranış değerlendirmesi yapan Sezer’in ulaştığı sonuç ise üzerinde durulmaya değer:
“Peki bu kadar belalı derdi, açmazı olan, üst üste ağır darbeler almış normal birisi; tekin olup olmadığına dair hiçbir şey bilmediği, içinde yedi yatağın yedi yabancıyı işaret ettiği bir eve girdiğinde ilk ne yapar? Tabi ki temizlik. Sonra da ışıltılı güzelliğine, saflık ve tehlikesizlik ibaresi koymak üzere, bir güzel oradaki yataklardan birine yatıp uyuyuverir.” [9]
Devamında Sezer, evlerinde yabancı biriyle karşılaşan cücelerin psikolojisi üzerinde duruyor, onları da günümüzde yaşayan normal birer insan gibi değerlendiriyor: “Fantezi olarak hoştur belki ama bugün evinize rızanızı sormadan girip yatağınızda hiç tanımadığınız bir kadının ya da erkeğin uyuduğunu görseniz ne yaparsınız?” [10] Bu soruya cevap vermeyeceğim ama temizlik konusunda Pamuk Prenses’i tarihsel bağlamından koparan bir yorum yapmayı deneyeyim.
Sezer’in anlattığı üzere, Pamuk Prenses epey bir darbe atlatmıştır. Babası ölmüş, üvey annesi ona kötü davranmış ve ölmesi için ormana yollamıştır. Avcı insafa gelmiş, prenses yerine geyiğin kalbini sunmayı akıl etmiştir. Ormanda kaybolan kız, tanımadığı bir eve sığınmıştır. Sorun şu ki, üst üste bu kadar darbe alan normal biri, normal davranamayabilir. Travmalar normal bir insanın normal olmayan şeyler yapmasına sebep olur. Bu bakımdan, sevgilisi tarafından terk edilen bir kadın çamaşır yıkayabilir, işinde başarısız olmakla suçlanan bir diğer kadın dünyayı doyuracak kadar yemek pişirip hepsini çöpe atabilir ve üvey anneleri tarafından öldürülmek istenen prensesler de ev silip süpürebilirler.
Veya, masal dünyasının kendine göre kuralları vardır ve masalın kahramanı bu kurallara uymak zorundadır. İşin aslı, masallarda “karakter” diyebileceğimiz bir kişi yoktur, bu yazıda bahsi geçen pek çok yazarın dile getirdiği üzere tipler veya arketipler vardır. Dolayısıyla Pamuk Prenses, hakkında “Şunu yapabilir ama bunu yapamaz” diyebileceğimiz bir kişiliğe sahip biri değildir. Yine Marie Louise Von Franz’ın hatırlattığı üzere masalların pek çoğunda kahramanın bir arayış veya görev içerisindedir. Kadın veya erkek, hikayenin kahramanı belli bir süre bazı görevleri yerine getirir veya hizmet eder.
Von Franz buna en uç örnek olarak Herakles/Hercules’i verir: Masal kahramanlarından farklı olarak Herakles’in bir kişiliği vardır, ve o kişilik hizmet etmeye hiç müsait olmayan bir yapıya sahiptir. Buna rağmen Herakles kefareti gereği Eurystheus’a hizmet eder. [11] Pamuk Prenses’in ilk anlatılarından birinde, son derece acımasız kişiler olarak bilinen cücelerle yaptığı anlaşan Prenses’in onlara hizmet etmesi gerekir. Yani prensesimiz sadece temizlik merakından evde iş güce dalmamaktadır. Bu onun ve onun durumunda olan kaçak kızların geçmesi gereken bir sınavdır. Sınavın kahramanlık değil çalışkanlık içermesi üzerinde her zaman tartışılabilir.
Kurmacadan keyif almamızı sağlayan şey, suspension of disbelief, yani kuşkunun askıya alınması denen kavramdır. Kendi içinde tutarlı ve başarılı kurulmuş bir dünyada arabaların uçabildiğine, kurbağaların konuşabildiğine, prenslerin canavara dönüşebildiğine, Yüzbaşı Amerika’nın helikopteri kas kuvvetiyle durdurabildiğine inanırız. Bazı filmlerde “Burası çok saçma olmuş” dememizin sebebi aslında o kısmın saçma olmasından değil, saçmalığın yaratılan kurgu dünyasında dahi sırıtmasından kaynaklanır, bu da pek çok durumda eserin başarısızlığını gösterir. Pamuk Prenses’in bu bağlamda başarısız olduğunu söylemek mümkün değildir, o dünyanın kendi içinde tutarlı olduğu, masalın yıllardır anlatılagelmesinden de bellidir. Peki masal dünyasında “yırtan” kadın ve erkekler her zaman en saf, en iyi, en çalışkan olanlar mıdır?
İp Eğirmek ya da Eğirmemek
Masallarda övgüye nail olan kadınlar genelde uysal olanlardır. Öte yandan kurnazlıkları ve zekâları sayesinde belaları atlatan kadınlara dair hikayeler de mevcuttur. Kurnazlık bazen işe yarayan bazen de işe yaramayan bir özelliktir. Bu, yine Robert Darnton’dan alıntıyla, özellikle Fransız masallarında, tamamen şansın etkisidir ve şans bazen yüzünüze güler, sizi hayatta tutar, zengin kılar. Bazen de tam tersi şanssızlık yüzünden başa gelmeyen kalmaz. Grimm Kardeşlerin derlediği bazı masalların mutsuz sonla bitmesinin de tek nedeni aslında şanstır. Açlığın, ölümün fazlasıyla sıradan olduğu, toplumsal eşitliğe ve sosyal adalete dayanan düşünce sistemlerinin mevcut olmadığı, mevcut olsa bile nüfusun önemli bir kısmını içermeyecek şekilde tasarlandığı dönemde yaşayan insanların hayata tutunabilmek için ellerindeki tek güvence de şanstır. Masalların verdiği ahlak dersi de bu nedenle hem pozitif hem de negatif nitelik taşır. Grimm Kardeşler’in İplik Eğiren Üç Kadın masalında olduğu gibi:
Bir zamanlar çok tembel bir kız yaşarmış, eline örgü almaktan hiç hoşlanmazmış. Onun bu halinden bıkan annesinin bir gün sabrı taşmış, kızına sağlam bir dayak atmış. Kız bu nedenle bağırıp ağlarken, tesadüf bu ya, evin yakınından ülkenin kraliçenin yakınından geçmekteymiş. Kraliçeye kızının tembelliğinden bahsetmeye utanan annesi, kızının çalışkanlığını ve yün eğirmekteki marifetini övmüş ve yoksul bir kadın olduğunu, kıza yetecek kadar iplik bulamadığını söylemiş. İp eğrilmesinden pek hoşlanan Kraliçe bunun üzerine kızı saraya almış, bir oda dolusu ipliği eğirdiği takdirde onu oğluyla evlendireceğini, buna karşın görevi başaramazsa idam edileceğini söylemiş. Kız ilk iki gün Kraliçeye annesini özlediği için elinin çıkrığa gitmediğini söylemiş. Üçüncü gün odada tek başına kaldıktan bir süre sonra, pencereden bakarken üç yaşlı kadının geldiğini görmüş, bu kadınlardan birinin başparmağı, diğerinin ayağı, üçüncüsü alt dudağı kocamanmış. Onlara derdini anlatmış.
Kadınlar kraliçenin verdiği işi yapacaklarını söylemişler ama kızdan bir istekleri varmış: Kız onları düğününe çağırmalı ve teyzeleri olarak utanmadan herkese tanıtmalıymış. Kız anlaşmayı kabul etmiş ve onları düğününde iyi ağırlayacağına dair söz vermiş. Ertesi gün bütün işin bittiğini gören kraliçe sözünü tutmuş, kızı gelin olarak kabul etmiş. Kız söz verdiği gibi yaşlı kadınları düğününe çağırmış, onları prense teyzeleri olarak tanıtmış. Kadınları garip bulan prens ilk kadına “Ayağın neden böyle kocaman senin” diye sorunca kadın “Kasnağı döndürmekten” cevabını almış. Diğerine ise “Alt dudağın neden sarkık” sorusunu sormuş “İplikleri ıslatmaktan” diye cevap vermiş kadın. Sonuncuya da “Başparmağın neden iri” diye sormuş, kadın “İplikleri bükmekten” diye yanıtlamış. Bunun üzerine prens korkup karısının bir daha asla çıkrığa el sürmeyeceğini söylemiş, bizim tembel kız da ip eğirmekten kurtulmuş. [12]
Bu hikâyeden alınacak dersin sadece “Yaşlılara ve sakatlara iyi davranın.” olmadığı çok açık. Tembellikten muzdarip kahramanın tamamen yalanlar sayesinde çalışma yükümlülüğünden kurtulabilmesi, basit bir biçimde “Çalışanlar, savaşanlar, dua edenler” olarak sınıflandırılan toplumlarda, çalışan kesim için epey anlamlı olmalı. Annenin başlattığı yalan otorite figürüne (kraliçe) söyleniyor. Otorite figürü kahramana gerçekleşmesi imkansız bir görev veriyor. Görevi gerçekleştiren yardımcılar kahramandan vefa bekliyorlar. Kahraman, Bayan Trüde’yi ziyaret eden kızdan farklı olarak frevelden muzdarip olmasa gerek; sözünü tutuyor, doğaüstü tekin olmayan figürlere saygı gösteriyor. Başa bela açan utançla söylenmiş yalan, belayı düzelten ise prensin yardımcıların sözlerinden korkması ve kahramanın bu hatayı düzeltmemesi.
Hikayenin “Kadının en önemli özelliği güzelliğidir” mesajı verdiği ve bu anlamda toplumsal cinsiyet kodu yarattığı söylenebilir. Çocuklara önemli olanın iç güzelliği olduğunu söylemek gereklidir gerekli olmasına ama insanların onları hiçbir şekilde dış görünüşleriyle değerlendirmeyeceklerini ifade etmek de ahlaki açıdan doğru bir tavır olmayacaktır. İplik Eğiren Kadınların verdiği bir diğer mesaj da her yerde her zaman doğruyu söylemenin doğru bir davranış olmadığı. Dürüstlük bir erdemdir, buna kimsenin bir itirazı olamaz. Ama ne yapacağı belli olmayan bir otorite karşısında takınılan dürüstlük, bu masalın anlatıldığı dönemde de her zaman faydalı sonuç doğurmamıştır kuşkusuz. Bilinçaltımızda halen yeri olan hayatta kalma içgüdüsünün bize neler yaptırabileceğini fark etmek açısından masalların epey sarsıcı olduğu kesin.
Devamı üçüncü bölümde…
[1] Grimm Masalları I, çev. Kamuran Şipal, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2003, s. 290.
[2] Marie-Louise von Franz, Shadow and Evil in Fairy Tales, Colorado, Shambala Publication, 1995, s. 233
[3] Robert Darnton, The Great Cat Massacre and Other Episodes in French Cultural History, New York, Basic Books, 1999, s. 12.
[4] Darnton, a.g.e. s. 52-53.
[5] Sezer, a.g.e., s. 138
[6] Sezer, a.g.e., s. 38, s. 39.
[7] Melike Uzun ile söyleşi yazarın websitesinden alınmıştır.
http://melekozlemsezer.blogspot.com.tr/2013/02/melike-uzunla-soylesi.html?view=magazineden
Bu fikir kitapta da tekrar ediliyor bkz. Sezer, a.g.e., s. 130
[8] Sezer, a.g.e., s. 134 ve devamı.
[9] Sezer, a.g.e., s. 137.
[10] Sezer, a.g.e., s. 137.
[11] Marie Louise von Franz,Archetypal Patterns in Fairy Tales, Toronto, Inner City Books, 1997, s. 83.
[12] Grimm Masalları, s. 103.