Murakami Kafası – Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları

dırıcı olmasının yanı sıra Murakami’nin eserde çetrefillli konular üzerinde yalın bir dille kalem oynatabilmesi de etkili oldu. Zihnimizde yarattığımız dünya ile gerçek dünya arasındaki ilişki; rüyalarımız, arzularımız ve gerçeğin ne kadar örtüşük olduğu satır aralarında açılıp rahatça işlenilmiş hissi veren konular.

Roman tamamen, otuzlu yaşlarında istasyonlara karşı duyduğu sevgi dışında pek sıra dışı yanı olmayan, yaptığı işi olan mühendisliği seven Tsukuru Tazaki’nin etrafında dönüyor. Yıllar önce çok sevdiği beş kişilik arkadaş grubunun kendisinin bilmediği bir sebepten ötürü ona sırtını dönmesiyle şok olan Tsukuru hiç soru sormadan yazgısını kabulleniyor.

 

Bu kabullenişte kendisi dışındaki herkesin soyadının bir renk içermesi(ak, mavi, kara, kırmızı) yüzünden başından beri biraz  dışlanmış hissetmesi de etkili oluyor. Renksiz, belirgin bir özelliği olmayan ve hatta silik Tsukuru’u derin bir dışlanmışlık  hissi ile üniversiteye geri dönüyor. Kendisi Tokyo’da eğitimine devam ederken, hayatına giren diğer bir “renkli” arkadaşının da onu sebepsiz terk edişiyle kendisini daha da terk edilesi ve yalnız hisseden Tsukuru, kendini soyutlamış bir şekilde sıradan hayatına devam ediyor; Le Mal du Pays dinliyor, yemek yapıp evi temizliyor ve düzenli olarak spor salonuna gidiyor.

Yazar Haruki Murakami

Yazar Haruki Murakami

Hayatı bu şekilde akarken bir kadınla tanışıyor Tsukuru, tam on altı yıl sonra Sara ile. Tsukuru’da hâlâ kanamakta olan bu soyutlanma ve terk ediş yarasını fark eden ve oldukça meşgul bir kadın olan Sara onu arkadaşları ile konuşup kendisini terk etmelerindeki sebebi bulmak için cesaretlendiriyor. Bunun üzerine Tsukuru dört arkadaşını da ziyaret ediyor, öğrendiği gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan Tsukuru, hepsinden hikayesini  dinliyor. Rüyalarında yaptığı şeyler yüzünden kendini bir türlü tam olarak suçsuz hissedemeyen Tsukuru  kendi karanlık yanından şüpheye düşerken paralel olarak birtakım olaylar hakkında da şüpheye düşüyordu ki bu kısımlar bana göre romandaki en güzel yerlerdi.

Anlatılan hikayelerin tamamında renk ve yalnızlık kavramları üzerinde duran Murakami kitaptaki bir hikayede bir caz sanatçısından bahsediyor. Ölmekte olan bu caz sanatçısı insanları çevreleyen auraları gördüğünü iddia ediyor ve  “Herkesin kendine has bir rengi vardır” diyor. Bu noktada anlatılan hikayeyi ana hikayeye bağlanmaktansa kullandığı renk imgelemlerinin aura olabileceği hissini uyandırıyor. Kendisindeki rengi keşfetmeye başlayan Tsukuru’nun hikayesi tam da istediğimiz bir yönde akmaya devam ederken hızlıca, çok düşünmeden alelacele yazıldığı hissi veren bir son ile çat diye kesiliveriyor. Böyle sonları sevmememin bir sebebi var; sonrasında beyninize atılmış kurtçuk gibi oradan oraya dolanıp sağı solu eşelemesi.

Kimdir ki Haruki Murakami?

Eserini anlatıp da kendisine azıcık değinmemek yanlış olur diye düşündüm. Aslında kendisi bir aralar Nobel’i ha kazandı ha kazanacak diye hop oturup hop kaldıran Caponmuş, isimlerini bir türlü hatırlayamadığım için ancak az önce fark ettim. 1949 yılında Kyoto’da doğmuş olan yaşlıca bir yazar. 20. yüzyılın en popüler yazarlarından biri olarak nitelendirilse de pek çokları tarafından ağır şekilde eleştiriliyor. 19 esere imza atmış olan Murakami, kendisine ait oldukça hoş bir internet sitesine de sahip.

Yorumlar