Murat Başekim’den Sefer

Bu senenin havası, suyu mu bir değişikti bilinmez, yerli tür edebiyatı hasatını hep kış vakitlerinde verir oldu. Aşkın Karanlık Yüzü sene başında, Anadolu Korku Öyküleri‘nin üçüncü cildi ise senenin sonunda öyküseverlerle buluştu, bireysel çalışmalarda ise Işın Beril Tetik’in Kara Kara Kapkara‘sı geçtiğimiz haftalarda yayınlanan, dikkat çekici işlerden oldu (Bunlar benim gördüklerim, kim bilir daha neler vardır). Karanlık karanlığı çekiyor belki de, güzel havalara gelemiyoruz. Yazar Murat Başekim’in yeni kitabı Sefer de raflarda yerini almak için ismiyle müsemma bir şekilde bol rüzgarlı zamanları beklemiş anlaşılan. Başekim’in eserlerini takip eden biri olarak bu ansızın beliren kitap benim için sürpriz oldu, zira bir önceki kitabı Karanlık Çağ daha geçen sene ilk baskısını yapmıştı. Hızlı üretkenlik okurda şaşkınlık, bazen de işin kalitesine yönelik şüphe doğurur; neyse ki Başekim’in kısa ama ustaca tasarlanmış romanı bizi şüphelerden uzakta tutacak ve  şaşkınlığımızı takdire çevirmeyi bilecek nitelikte. Bana da senenin sonunu getirmeden hakkında birkaç satır yazmak düşüyor.

Sefer’i ve anlattığı uzun haftayı Gün isimli bir gencin sesiyle okuyoruz. Hikayemiz Gün ve bir tekne dolusu çocuğun sessiz ve karanlık bir cumartesi (Saturn’ün günü) şafağında kendilerini Saklıkoy’un kıyısında bulmalarıyla başlar. Çocuklar nasıl aldıklarını asla bilmedikleri bir burs ile Zorbey isimli bir kitle önderinin özel yetimhanesinde barınmaya hak kazanmışlardır. Ne var ki Zorbey şefkatiyle meşhur bir önder değildir; kötü muamelenin beyin yıkamayla eş yürüdüğü koridorlarda Gün ve arkadaşları uzun süre barınamayacaklarını anlamışlardır.  Grubun en küçük üyesi Adem’e yapılan gece ziyareti sonrası bazı şeyler netleşir; çocuklar hayatta kalmak istiyorlarsa adadan derhal kaçmak zorundadırlar. Eski ama mühim kitabını koynundan hiç ayırmayan gizemli grup üyesi Aykan’a göre ise kaçmak sadece tek koşulda manalıdır; sonrasında geri dönülüp intikam kanı dökülecekse…

Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu Murat Başekim yerli fantastik edebiyatla ilgilenenlerin elbet bir şekilde denk gelmiş olacağı bir isim. İlk olarak karanlık bir Osmanlı fantezisi olan DG ile basılı yayında kendini gösteren yazar 2014’te yayınlanan ilk romanı İskit ile bir sene sonrasında GİO En İyi Roman Ödülü’nü kazandı. Bu eserleri iki öykü kitabı takip etti. Hayal-Et Hikayeleri ve Demir Dövme Öyküleri ile şehir fantezisi (urban fantasy) türünü Anadolu toprağına taşıyan yazar, bir sonraki yazınsal macerası Karanlık Çağ’da ise bizi sekizinci yüzyılın Avrupa’sında kanı vahşeti bol bir cadı/büyücü avına davet etti.

Fantastik edebiyatın kılıç ve büyü (sword and sorcery) ayağına her fırsatta taze kan sunan Başekim’in Sefer’i bazı açılardan eski kitaplarından çok farklı, bazı açılardan ise yazarın çizgisinde kararlı adımlarla ilerleyen bir çalışma. Bu kez anlatı çocukların gözünden ilerliyor; zoraki şeytan avcıları ya da ömür boyu balta sallamış savaşçılar değil takip ettiklerimiz. Ortada şüphesiz bir fantezi var; ancak doğaüstüne (üzerine tartışılası bir an harici) yakınsamıyoruz. Lakin gene kahramanın rızası dışında kendini macera yolunda bulması söz konusu. Gene batı ile doğunun sert aşık atışmasının ortasındayız. Ve gene bolca kan, bolca kılıç yarası sayfalarda belirmekte.

İlk yarısında bize yetimhaneyi ve kaçış motivasyonumuzu tanıtan kitap, ikinci yarısında bir intikam hikayesine evriliyor. Baş kötümüz Zorbey’in tacizci ve (muhtemelen tanrı kompleksine kapılmış) beyin yıkayan sözde-dini personası kimi okurun aklına yıllardır internette bolca maruz kaldığımız popüler bir ismi getirecektir. İlk yarıda Zorbey’e karşı nefretimizi biriktirdikten sonra anlatının ikinci yarısında karakterlerin aldığı intikam kararının uçarılığını çok da mesele etmiyoruz.

Yazar İskit kitabıyla 2015 yılında GİO ödüllerinde “En İyi Roman” ödülünü de kazanmıştı

Aslında Sefer’i gerçekten fantezi türüne dahil eden de yazarın bir avuç çocuğa bir şeyleri değiştirmek için insiyatif verme seçimi oluyor. Adaleti mağdurun yerine getirebileceği fikri çağımızda çoğu zihin için ejderhaların nefesinden daha gerçek değil. Gün, Aykan ve arkadaşlarının bu intikamı alabileceğine ikna olmayı seçersek hikayenin bu kısmında beliren kılıçlar ve baltalar sorgulanması gereken öğeler olmaktan çıkıyorlar. Karakterlerin yaşlarından bağımsız bir kelime dağarcığıyla konuşmaları da ilk başta garipsenecek bir öğe iken sayfalar ilerledikçe doğal, hatta olması gereken gibi geliyor kulağa. Her şeyin ötesinde Başekim’in kısa macerası belki de fantezinin gerçekten mühim yegane getirisini hissettiriyor; kalbine cesaret verecekse bazen en absürt seçenek (mesela alışveriş merkezinden çalınan bir topuzla hasmına dalmak) en doğru seçeneğe dönüşebilir. Tüm bunlar Başekim’in popüler kültürdeki fantastik eser ve “doğru bildiğimiz yanlışlar” üzerine karakterlerini konuşturmasıyla daha zengin ve ne yaptığının bilincinde bir hal alıyor.

Okuması oldukça keyifli olan Sefer tam tadında uzunluğuyla girdiği riskli sınavı vermiş gibi gözüküyor; daha uzun bir eser, bu kısa romanın vermeye çalıştığı tadı ciddi manada sarsabilirdi. Kuzey mitolojisi seviyorsanız, küçük ama keskin bir macera için birkaç saat vermeye gönlünüz varsa seçiminiz Başekim’in kitabından yana olsun. Zamanında kendini Viking baltası ve zırhıyla hayal edip sonradan gerçekliğin acı tadına uyum sağlamış herkes için Sefer‘de bir kez daha o hayallere dönme fırsatı sunulmakta…

-Biz, buzlu denizlerin ortasındaki bir manastıra saldırmak üzere sefere çıkmaya hazırlanan bir savaş-çetesiyiz: bir İskandinav druhtiyiz; bir Sakson fyrf’iz.
– Hayır. Biz, çok yakında hakkında kamu davası açılıp tutuklanacak bir avuç şizo özentiyiz!

 

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar