Ökkeş Serisi – Sınıf Ayrımı Gölgesinde Bir Çocuk Klasiği
Muzaffer İzgü, benim için Türk edebiyatının baş ucu yazarlarından birisidir. Muhalif ve devrimci kimliğinin yanı sıra, hiciv ve mizaha olan yatkınlığı da okunmasını kolaylaştıran, dahası kitaplarını tekrar tekrar okunur kılan etmenlerin başında gelmektedir.
Hani ülkemizde “güldürürken düşündüren” diye çok beylik, bir o kadar da dalga geçilen ancak altı bir türlü doldurulamayan söz vardır ya, Muzaffer İzgü bu sözün tam olarak vücuda gelmiş halidir. Bu kulvarın diğer önemli isimleri de şüphesiz Aziz Nesin ve Uğur Mumcu’dur.
Muzaffer İzgü’nün bu özelliklerini çok iyi bir şekilde sergilediği Ökkeş serisi, esasında çocuklar için yazılmıştır. Sıklıkla çocuklara mesaj verir ancak bunu yaparken, çoğu çocuk kitabında olduğu gibi “neymiş Ali, demek bunu yaparsan başına kötü bir iş gelirmiş, bu mesajı aldın mı?” diye kısaca özetleyebileceğimiz gibi kör gözüne parmağım şeklinde olmaz.
Ökkeş Serisinde, karakterin ve etrafındakilerin başından geçenler anlatılırken çocuklara verdiği mesajlar hep hikayenin içine gömülmüştür. Bu yüzden yetişkin okuyucuyu sıkmadığı gibi, karakterin cazibesi ve anlatının samimi dilinden kaynaklanan bir okuma isteği yaratır.
Alt Metinler ve Atmosfer
Seri boyunca işlenen en temel alt metin köyden kente göç etrafında şekillenen, yaşam pahalılığı, yoksulluk, sınıf farkı ve eğitim gibi konu başlıklarından oluşur. Fakat bu şekilde anlatıldığında, aklınızda sürekli olarak bu devrimci mesajların verildiği rahatsız edici bir atmosfer canlanmamalıdır. Bunun tam tersine, seri boyunca verilen bu mesajlar yüksek sesle söylenmez.
Yetişkin okuyucu alt metinleri çok rahatlıkla fark eder ve rahatsız olmazken seri boyunca amaçlanan hiç şüphesiz çocuk yaştaki okuyucuları sempatik karakterler ve ilginç olaylarla kendine çekerken, bazı soruları kendi kendilerine sorup zaman içinde yanıtlara ulaşmalarını sağlamaktır.
Örneğin Ökkeş ve İstanbul’daki arkadaşı Hasan birden çok kez “neden bu şehirdeyiz” sorusunu sorarlar, bazı cevaplar da üretirler. Bu cevaplar, kentli çocuk okuyucunun farkında olmadığı köyden kente gelen, daha az eğitimli ve daha farklı kültüre ait diğer çocukları tanımasını, çektikleri zorlukları anlamasını sağlar. Diğer açıdan bakarsak da köy kökenli çocuk okuyucu açısından da güçlü bir empati yaratır.
Serinin atmosferi, Ökkeş karakterinin sakarlık, çoğu zaman safdilliğe uzanan tuhaflıklarının etrafında mizahla yoğrulmuş olarak yaratılmıştır. Bazı istisnalar dışında (ki aşağıda anlatılacaktır) çözülmesi gereken ana hikaye örgüsü bulunur.
Bununla birlikte, seriyi köyde geçen ve şehirde geçen kısımlar olarak ikiye ayırmak yerinde olacaktır. Köyde geçenler tek ve bütün bir hikaye sayılabilecekken, şehirde geçen kitaplarda ana hikayenin etrafındaki küçük anekdotlar olarak görmek gerekir. Atmosferin kendisi ise tıpkı bir araçla köyden şehre giderken, nasıl ki zamanla yeşillikler azalıp griler artıyorsa, seri de aynı tonlarda devam eder.
1 – Ökkeş Lunaparkta
Serinin başlangıç kitabında, Ökkeş karakterini, babasını ve nenesini (evet nene) doğrudan okuyucuya anlatır İzgü. Ökkeş en başta, küçükken kafa üstü düştüğü için belli bir yaştan sonra okula gidememiş, kalbi kocaman ama aklı biraz küçük bir mizah objesidir.
Köyde ve arkadaşları ile eğleşirken yaptığı tuhaflıklar okuyucuyu sıklıkla güldürür. Ne zaman ki “şehre gitmiş” çocuklardan biri orada gördüğü lunaparkı anlatmaya başlar, bizim hayalperest Ökkeş artık o zehri almıştır. Gecesi gündüzü sadece yarım yamalak hikayelerini duyduğu lunapark olur. Allem eder, kallem eder ve nihayetinde babası ile lunaparka gitmeyi becerir.
Bu kitapta, saf ve basit bir köylü çocuğunun şehir hayatının ışıltısından ne kadar çabuk etkilenebileceğini görürüz. Şehir ki öyle bir yerdir ki koskoca adam olan babası bile gidince bir tuhaf olur. Hele ki babasının lunaparka adaptasyonu Ökkeş’ten bile zor olur. Oldukça eğlenceli bir başlangıç kitabıdır ancak Ökkeş karakteri bu hikayede henüz tam oturmamıştır.