Scourge of the Betrayer – Nasıl Antikahraman Hikayesi Yazılmaz

Giriş ve Tanıtım

Bu yazımda henüz Türkçe’ye çevrilmemiş bir kitabı konu alıyor olacağım. Jeff Salyards’ın yazdığı Veil of the Betrayers adını taşıyan üçlemenin ilk kitabı olan Scourge of the Betrayer adlı romanı hep beraber inceleyeceğiz.

Bu kitap benim elime Humble Bundle’da olan yeni nesil bilim kurgu ve fantastik kurgu kitapları içeren bir paket ile elime geçti ve en düşük satın alma alanındaydı. En sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek bunun çok da şaşırtıcı olmadığını belirteyim. Zira evren tasarımını çok güzel bulmuş olsam da hikaye yazımı olarak sınıfta kaldığını ve ittire ittire okuyarak bitirdiğimi söylemeliyim.

Dünya ve Hikaye Analizi

SotB dahilinde bize çizilen evren oldukça ilgi çekici aslında. Tanrıların bir yerden sonra “eeh eytere bea” diyerek çekip gittiği ve giderken Veil of the Gods denilen ve fantastik kurgu terimleri ile charm person basıp çektikten sonra yokeden bir alan bıraktıkları bir dünya. Bu panteonik güç boşluğuna da bir dizi küçük tanrılar yerleşmiş deniliyor.

Bu evren feodal bir yapıda tasarlanmış, dönem ortaçağlar; kuzeyde Syldoon imparatorluğu var güneyde ise  çok sayıda küçük feodal beylikler falan var. Hikayeyi anlatan Arkamondos adındaki hikaye yazıcının dahil olduğu grup bu krallığın gönderdiği bir görev gücü ve bu görev gücünü oluşturan askerler bizim yeniçerilere çok benziyor. Hayatlarına köle olarak başlıyorlar, aileleri bu insanları daha çocukken bu imparatorluğa yetişmeleri için veriyor ve bu çocuklar savaş sanatı başta olmak üzere neredeyse bütün bilimlerde eğitim görüyorlar. Daha sonra mezun olduktan ve köleliklerini satın alıp özgürleştiklerinde uzmanlık alanlarına göre farklı yerlerde görev alıyorlar. Bizim ekibin neredeyse tamamı savaşçı kastında olan Syldoonlar.

Bizim karakterimizin hikayeye dahil olması da bu imparatorluğun, sınır dışına gönderdiği askerlerin neler yaptıklarını tarafsız bir gözle kayıt altına alan vakanüvistleri zorunlu kılması. Bu ekip kendilerine tayin edilen vakanüvisti öldürmüş, yerine gelen adam da dili fazla uzun olduğu için yine tutunamamamış ama hikayenin kayıt edilmesine ihtiyaç duyulduğu için bizim adamı kiralamış haldeler.

Dünyanın haritası.

Bu dünyada büyü yok, yani standart anlamda oraya buraya fireball atıp lightning bolt çeken mageler göremiyoruz ancak insanların zihinlerine girerek onları alabilen Memoridon diye adlandırılan büyücüler mevcut. Bunun haricinde bu ekibin lideri olan yüzbaşı Killcoin’in elinde iki terkeden tanrının (deserter god) yüzü şeklinde şekillendirilmiş gürzleri olan bir flail mevcut. Bu flail’in özelliği vurduğu insanın anıları ile vuranı bağlantılandırması. Bu insan öldüğünde de bu anılar öldürenin zihnine akıyor. Ki ekipteki syldoon olmayan tek kişinin bir memoridon olması da bu yüzden. Bu anılar aktığında yüzbaşımız komaya giriyor ve birisinin bu anıları “boşaltması” gerekiyor.

Hikayemiz Arkamondos’un da nüfusa dahil olduğu bir kasabada başlıyor. Arkamondos bir yazman, ekmek parasını kendisini kiralayan zenginlerin hayat hikayelerini yazarak kazanıyor. Yüzbaşı Killcoin “bir politik gövdenin yokoluşunu yazmak ister misin?” diyerek Arkamondos’un ilgisini çeken bir teklifle geliyor ve kendisi o zamana kadar tüccar ve sonradan görmelerin hikayelerini yazdığı için bu teklife balıklama atlıyor.

Hikaye bir nevi politik bir gizem havasında yazılmaya çalışılmış ama bunun çok başarılı olmadığını söylemeliyim. Kitabın sonlarına doğru bu ekibin, imparatorluk tarafından bu krallıkların düzenlerini bozmak için görevlendirildiğini öğreniyoruz. Bunu da bir dizi eylemle yapıyorlar, ilk olarak ölen kralın yerine geçecek olan varisin taçlandırma kıyafetlerini çalıyorlar, bu bağlamda mantıkları da “insanlar geleneğe saygı gösterirler, bunu bozarsak yeni krala o kadar da saygı göstermezler” şeklinde. Akabinde genelevden uzuvları eksik kızları kiralayarak kendisini tatmin eden başrahipe şantaj yapıyorlar ve belli bir miktar parayı başta bahsettiğim veil’e yakın yıkık bir tapınağa getirmesini istiyorlar. Bu paranın gelmesine yakın da içinde bulundukları kasabanın dükünü bir tiyatroda pusuya düşürerek “başrahip bizi seni öldürmen için tuttu” diyerek güvensizlik saçmaya çalışıyorlar. Dük bunu çok yemeyerek, “kanıtlayın o zaman” dediğinde dükün adamları ile beraber şantaj parasını alacakları yere gidiyorlar ve bayağı kayıp verilen ağır bir çatışmadan sonra dükün ikna olması ile kitap bitiyor.

Kitabın gömlek sayfası. Keşke kendisi de fontu kadar güzel olsaydı.

Arada daha bir sürü şey oluyor demek istiyorum ama gerçekten çok önemsiz şeyler oluyor. Mesela Arki’nin annesi bir taverna garsonu ve babası belli değil. Kitapta azımsanmayacak bir bölümde bu arkadaşın vaveylasını dinliyoruz. Dahası bayağı bir sayfa Yüzbaşı Killcoin’in konukladıkları tavernanın garsonunu odaya atıp şaapması ile geçiyor. Benim anladığım kadarıyla yazar kafasında bir evren oluşturmuş, birkaç kitap okuyup bir şablon dahilinde yazmaya geçmiş ama düşündüğü kadar parlak bir eser ortaya çıkamamış.

Karakter Analizi

Kitap içerisinde ondan az isimlendirilmiş karakter var ve çok da iyi tasarlanmış değiller. Empati kurarak özdeşleşerek hikayeyi kafamızda canlandırmamız rolünü alan Arki acayip ağlak ve tutarsız yazılmış bir karakter. Her iki satırda bir “acaba anam da mı böyle hissetti, anam olsa ne derdi” gibi yakınmalarını okuyoruz. Bir yerde nedensiz bir iyiliğe girerek kendilerini öldürmeye çalışan bir grubun son askerini hayatta bıraktırıyor ve bunu yaparkenki argümanları çok temelli değil açıkçası.

Yüzbaşı Killcoin ise bambaşka bir hikaye, bazen çok kibar, bazen çok hırt bir karakter çiziyor ve bu karakter akışlarının herhangi bir temeli yok. Yani bize denilmeye çalışılan şey “ya bu adam gürzünden ha bire hafıza emdiği için bir nevi şizofren” olsa da bunun karaktere yansıtılması o kadar kötü yapılmış ki ne saygı duyabiliyorsunuz, ne de anlamlandırabiliyorsunuz bu karakteri.

Üçlemenin diğer kitapları. Hani eğer beğenir de okumak isterseniz diye…

Bu ekipteki diğer askerler ise “sert asker” karakterinde çizilmiş, işte kimisi hakikaten bir barbar gibi herkese manasızca kötü davranıyor, bazısı da normal bir insan portresi çiziyor. Ancak akılda kalıcı bir biçimde tasvir edilmemişler bu yüzden ekipten birisinin adı geçtiğinde bir iki dakika “kimdi bu” diye düşünüyorsunuz.

Ekipten bahsetmişken, syldoon olmayan ve Yeşil Ot kabilesinden bir memoridon olduğu için parmakları ampute edilerek atılmış olan ve fahişe olarak çalışmaya zorlanarak Killcoin tarafından kurtarılan Lloi’den de bahsedeyim. Kitapta Arki’ye yakın davranarak hikayesini öğrenebildiğimiz tek karakter bu zaten. Ancak kendisi tam olarak bir plot device olduğu için kitabın sonunda öldüğünde Arki’nin hissettiği kayıp duygusunu hissedemiyoruz.

Eleştiri ve Sonsözler

Yazının genelinden de anlayabileceğiniz üzere benim çok memnun kalmadığım bir okuma deneyimi sunan bir kitap oldu bu kitap. Devamını da okumak istemedim. Karakterlerin ruh hallerinin yazarın kafasına göre değiştiği, ana karakterin yeterince empatik çizilmediği ve dönen olayların da incir çekirdeğini doldurmayan bir halde olması beni üzdü diyebilirim. En başta Killcoin’in “Bir imparatorluğun çöküşünü yazmak, bir politik gövdenin yokoluşunu yazmak istiyor musun?” sorusu ile ilgimin çekildiğini ancak tüm bu olayın dandik bir dükalığın içerisine fesat tohumları atılarak gerçekleştirildiğini görünce bayağı hayalkırıklığına uğradım. İnsan bekliyor ki daha epik olaylar olsun, ortada daha ciddi bir mesele dönsün.

O gürz olayı ilginç olsa da çok detaylandırılmadığı için havada kalan bir yapıya sahip. İşte bu tanrılar kimdir, neden terketmişlerdir niye o veil var, bu artifact ne gibi bir şeye hizmet ediyor gibi sorular sizin aklınıza geliyor ama yazarın aklına gelse de bu kitapta bahsetmiyor. Öyle çeşitli terimler ortaya atılıyor ve devamında altı doldurulmuyor.

Her ne kadar Goodreads’e bakılırsa olduça beğenilen bu kitap antikahraman hikayesi okumak istiyorsanız bu konuda önerebileceğim bir nitelik taşımıyor kısacası. Bu anlamda Joe Abercrombie’nin yazdığı ve Türkçe’ye ilk iki kitabı çevrilen İlk Kanun serisi daha başarılı. Bilinmeyen toprakları anlatma konusunda ise bu yakınlarda Netflix’te filmi de çıkan Joe Vandermeer’in yazdığı Annihilation ise daha dolu bir kitap. Belki serinin devamında toplanıyordur onu bilemeyeceğim ama ilginç karakterlere sahip olamayan bir kitap. Hele ki fantastik ve bilimkurgunun popüler olduğu bu dönemde daha iyi alternatifleri varken devamını okutmak konusunda çok da bir istek doğuramıyor.

Yorumlar