Stephen King’in En İyi Romanı: “O”!
Biliyorum başlık epey iddialı, ama bence “O”, orijinal adıyla “It” sadece Stephen King’in en iyi romanı değil, dünya tarihinde yazılmış en iyi romanlardan birisi. Özellikle Kara Kule hayranlarından itiraz geleceğinin farkındayım, ama seri değil tek bir roman için konuşuyorum diyerek hemen çamura yatayım, çünkü o tartışma bitmez. Ben şimdi 1000 sayfadan fazla olmasına rağmen asla sıkmayan bu dev eseri ve oluşturduğu kültürü layıkıyla incelemeye çalışacağım. Henüz ergenliğimde okuduğum ve hayat felsefemin büyük bir kısmını şekillendirmiş bir kitabı anlatmak inanın kolay değil, bakın ellerim titremeye başladı bile.
Yıl 1986, yani Kara Kule serisinin ikincisinin (Drawing of the Three) yayınlanmasından bir yıl öncesiydi. King 80’lere iyi bir giriş yapmıştı; Firestarter (bize Tepki diye çevrildi) yaklaşık 100.000, 1983’te yayınlanan Christine ise 250.000 satmıştı. It ise, çıktığı gibi 1 milyon kopya sattı ve bu, o günlerde Stephen King için bir rekordu.
It 1986’da Amerika’da en fazla satmış kitaptır. 1987’de ise British Fantasy ödülünü almıştır. Roman, 1957’de Amerika’nın Maine eyaletindeki Derry adlı küçük bir kasabada başlar. Altı yaşındaki George Denbrough, yağmurlu ve fırtınalı bir havada ağabeyi Bill’in yaptığı kayığı yüzdürmeye çalışmaktadır. Kayık yol oluğundan akan suların üzerinden sekerken, birden kanalizasyon ızgarasına düşerek kaybolur. Kayığını kaybeden küçük çocuk, bulmak umuduyla ızgaraya yaklaşır ve bir palyaço ona seslenir. “Kayığın burada George,” der ve ona kanalizasyondaki sirkten bahseder. Orası çok eğlencelidir, görebileceği ilginç hayvanlar, patlamış mısır ve pamuk şeker de vardır… George bunların doğru olamayacağını bilemeyecek kadar küçük bir çocuktur ve palyaço Pennywise da çok ikna edicidir… George hevesle ona elini uzatır… ve kolunu kaptırır. Bir kaç saat sonra küçük çocuğun yağmurluklu, kolu kopmuş cesedini bulurlar.
George Denbrough ilk değildir. Son da olmayacakır. Derry’de yaşayan çocuklar korkunç bir tehdit altındadır. Çünkü kasabanın kanalizasyonlarında “O” yaşamaktadır. “O” çok eskidir, hayal bile edilemeyecek kadar eski, Derry daha kurulmadan oradadır, hatta Amerika bile keşfedilmemiştir “O” oraya yerleştiğinde, belki henüz insan ırkı bile yoktur. “O” kadim bir varlıktır ve zamanının çoğunu uyuyarak geçirir. Ara ara beslenmek için uyanır; bizim zamanımızla 27 yılda bir olur. Ona en fazla güç veren besin, çocuk etidir. Hele de korkmuş bir çocuğun eti yaratığa inanılmaz bir doyum sağladığı için, küçük çocukları yemeden önce korkutmayı sever. Tabii önce küçük çocukların ona yaklaşması lazımdır ve hangi çocuk palyaçoları sevmez ki?
Eh, özellikle “O” sayesinde artık bunun doğru olduğunu söylemek zor. Size şunu garanti edebilirim ki, çocukluğunu 80 ve 90’larda yaşayıp da bu romanın yahut filminin kenarından geçmiş bir çok kişi için palyaço görmek irkilme sebebidir. The Shining’i anlatan yazımda, King’in bir çok klasik ve özgün canavarı bünyesinde birleştirdiği Overlook Oteli’ni vurucu, baskın bir karakter haline getirdiğinden bahsetmiştim, ama “O” başka bir şey. Burada enginlere sığmayıp taşan, tavan yapan bir dehadan söz ediyoruz. “O”, roman tarihinin en korkutucu ve acımasız canavarlarından biridir. Derry’de çocukların, hatta çocuksu yetişkinlerin ölümü normal bir şeydir. Kasabanın yerlileri bu durumu kanıksamışlardır. Cinayetler asla ana akım medyaya haber olmaz. İnsanlar kabullenmiş bir şekilde yaşamaya devam ederler. Bu, “O”nun Derry’nin zavallı fanileri üzerindeki ebedi etkisidir (Bizde de var bir tane, çocuk öldürmeye kadar her şeyi tutuyor). “O”, Derry’de rahattır, keyfine ve eğlencesine bakmaktadır. Ta ki, “Kaybedenler Kulübü” gelene kadar.
Kaybedenler Kulübü, 7 çocuktan oluşan bir çetedir. Adlarından da anlaşılacağı üzere hepsi mutsuz ve eziktir. Aslında hepsi yüreklidir, ama istismara uğramış her çocuk gibi bu güçlerinden habersizdirler.