Tam Manasıyla Bir Hazine Sandığı: Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri

Heyecanlıyım. Bilimkurgu okuyucusu olarak bu yazıda ele alacağım eser için oldukça heyecanlıyım. Başucu kitabı olmayı sonuna kadar hak eden bir eserden var elimde. Türe dair öyküler okumayı romanlara tercih edenler beni çok daha iyi anlayacaktır. Her bir sayfası okuru mutlu etme vaadi ile dolu bir derleme hakkında konuşacağız. Kendisi de çok sağlam kurgulara imza atmış olan ve çoğumuzun Ender’in Oyunu ile tanıdığı yazar Orson Scott Card’ın derlediği Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri, bu ismi hak eder nitelikte.

Bir şeyi ‘en iyi’ olarak nitelemek kime göre, neye göre sorularını beraberinde getiren çok öznel bir yaklaşım. Kişilerin bir şeyleri nitelerken başvurdukları kriterler farklılık göstereceği için bu iki kelime havada kalmaya oldukça müsait. Bu kitabın derleyen Orson Scott Card durumu yazdığı sunuş  kısmında dile getiriyor ve şunu da ekliyor:

“Bu öyküler, ilk okuduğumda sevdiğim ve tekrar okuduğumda yine sevip hayran olduğum öyküler…”

Kitabın adındaki ‘en iyi’ kısmına yerinde ve makul olduğunu düşündüğüm bir açıklama getirmiş. Gerekçe belirterek, esere gösterdiği özen ve dikkati ortaya koyuyor. Kitabı okuduktan sonra kendisi ile yakın fikirde olduğumu farkettim. Lafı daha fazla dolandırmadan konuya gireyim dedim uzadıkça uzadı.

Kitabı elimize aldığımız zaman içindekiler kısmında bizi öykü sıralaması ile birlikte yazıldığı dönemlere ait bölümler, başlıklar karşılıyor. Derleyen, farklı ekolleri kronolojik sıra ile okura aktararak bilimkurgu türündeki değişen yaklaşımlar ve mevcut teknolojik, sosyolojik ve yeri geldiğinde siyasi yapıların bu türü nasıl etkilediğini fark etmemizi sağlıyor. Söz konusu bölümler Altın Çağ, Yeni Dalga ve Medya Jenerasyonu şeklinde oluşturulmuş. İlki ile başlıyorum.

Gökyüzüne ve Bilinmezlere…

Altın Çağ isim olarak sanırım en güzel seçimin yapıldığı ve bunu sonuna kadar hak eden bir bölüm olmuş. Türe dair ilk eserlerin verilmeye başlandığı tarihlerden 1960’lara kadar uzanan dönemi kapsıyor. Bu bölümü özel kılan yeni bir tür olan bilimkurgunun en başta nasıl ve ne şekilde icra edildiğini görmek açısından oldukça önemli. Zira okuyunca fark edeceğimiz üzere bu dönemin diğerlerine nazaran en büyük farkı çok daha fazla hayal gücü barındırıyor olması. Mevcut teknolojik gelişmelerin fantastik boyutta hayaller kurmaya izin verecek, sebep olacak kadar yetersiz olması en büyük şans olmuş. H. G.Wells ve Jules Verne romanlarında okuduklarınızı zihninizde canlandırın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Genellikle dünya dışı yaşam temelli fikirlerin çok daha sıra dışı ve hayal gücü merkezli oluşturulduğu bir dönem. İki adet büyük savaşa en yakın ve en çok etkilenen zaman aralığını oluşturması yazarların ‘nereden geldik ve ne yapıyoruz biz burada, amacımız bu olamaz’ fikirlerine sahip olduklarını görmemizi sağlamış. Savaş sonrası bunalım halinin bilinmeyen uzayda neler var acaba merakı ile bir araya geldiği bir bölüm Altın Çağ.

Her bölümün ardından en beğendiğim öyküleri not ederek ilerlemeyi düşünüyorum. İlk bölüm için Ezgibent sanat merkezli harika bir öykü olmuş, özellikle distopik yaklaşımı ciddi derecede önemli bir noktaya, yaratıcılığın yok oluşu fikrine dikkat çekiyor. Bana Joe Deyin, gittikçe amaçsız kaldığını hisseden insanoğlunun teknolojinin yardımı ile gireceği depresyon ve çaresizlik haline güzel bir yorum getirmiş. Siz Zombiler için söylenecek çok bir şey olduğunu düşünüyorum. Ortaya attığı paradoks ile her okurun zihninde yer etmesi gereken bir öykü. Fizik ders kitaplarında bile yer alabilir. Tanrı’nın Dokuz Milyar Adı okumakta çok geç kaldığım bir Arthur C. Clarke öyküsüydü ve bu zamana kadar okumadığım için cidden pişman oldum diyebilirim…

Dünyadan Kurgular…

Yeni Dalga adlı bölümde yer alan isimlerin ortak noktası insan ve bunalımları. Çoğunca bilimkurgu için yapılan ve türün içini boşaltan, klişe olmayı da geçmiş ‘uzay muzay boş boş aksiyon hep bunlar’ gibi eleştirileri çürüten felsefeyi barındıran öyküler okuyoruz. Bilimkurguyu uzaydan çekip alan ve dünyaya yerleştiren isimleri okuyoruz. Bu, olması gerekenin başarıyla hayata geçirildiği bir dönemi oluşturuyor. Açıkçası hangi edebi türü okursam okuyayım dikkatimi ilk olarak verdiğim nokta ‘insan/insanlık o esnada ne yapıyor’ olur. Zira önemli olan ne teknoloji ne uzaylı istilası ne başka bir dış/tetikleyici etken; bütün bunların ortasınsa toplumsal ve sosyolojik olarak nasıl etkileniyoruz. Stanislaw Lem, J. G. Ballard, Ursula K. Le Guin okumalarındaki en temel fark burada ortaya çıkıyor. Toplumu oluşturan bireyler neler yapıyor, nasıl sınıflandırılıyor, sosyolojik olarak yaşam şartları ne derece etkilenmiş, neye inanıyorlar ya da inanıyorlar mı vb. gibi yığınla temanın ele alındığını görürüz.

Şuraya yazıyorum; sosyal yaşamı en derinden, en çok etkileyen edebi tür bilimkurgudur. Yeni Dalga yazarları da bunu en iyi şekilde kaleme alan isimlerden oluşmuş durumda. Kitaba dair ilk eleştirim; daha fazla Yeni Dalga öyküsü olabilirdi.

Bu bölümde yer alanlar arasında Gezginler adlı öykü yaşadığımız hayatın kontrolü gerçekten bizde mi, olmasaydı nasıl olurdu veya üçüncü bir taraf dahil olsa nasıl olabilirdi sorusuna korkutucu bir alternatif olmuş. “Tövbe Et, Harlequin!” Dedi Tiktakbey tam bir distopya. Zaman kavramının insanların yararına değil, onları bir pranga altında tutmak için nasıl kullanılırı okura gösteriyor. Zaten bir kısmımız profesyonel hayatında buna yakın bir deneyime sahip… Bir İnsanın Yerini Kim Alabilir Ki? en çok eğlendiğim öykü oldu. Çünkü burada hep korkulanın aksine yapay zeka insanın sözünden çık(a)mıyor!

İnsanlığın Sonuna Doğru…

Son bölüm bu başlığı haklı çıkarır nitelikte ve kitabın en korkutucu kısmını oluşturuyor. Adından da belli olduğu üzere Medya Jenerasyonu ilerleyen teknolojiyi kullanan ve bunun ortaya çıkaracağı olası sonuçlara dair kehanetlerde bulunan bir başlık. Cyberpunk türünde ve ona yakın çerçevede hikayelerin yer aldığı bölümde insanlık çığırından çıkarsa neler olabilire örnekler var. Bununla birlikte gelişen teknoloji uzay boşluğuna gözümüzü dikmemize de sebep olmuş haliyle. Altın Çağ’ın aksine, daha elle tutulur kurgulardan söz ediliyor. Hepimiz Matrix izledik, çoğumuz Alfred Bester, William Gibson okudu ve teknoloji insan bilincini veri akışının olması gereken bir ortama direkt aktarmayı başarırsa bunlar gerçek olabilir. Bir gün olacak da. Yakın zamanda mı, hayır. Ancak Homo Deus kontrolü ele alacak, kaçarı yok.

Bununla birlikte birkaç öyküde dikkatimizi çeken bir şey var; yalnız olmak istemiyoruz. Koca uzayda, bilinen ve bilinmeyen evrende yalnız olmaktan korkuyoruz. Ve işin kötüsü bunu öğrenebilmek için fazla ilkeliz. Bu bölüm bu yönüyle de vurucu etkiye sahip…

En çok öykünün yer aldığı bölümde tanımadığım bir çok isimle karşılaşıp seve seve notlar aldım. Bunlardan bir tanesi Gidilmeyen Yol‘un yazarı Harry Tutledove. Yalnız olmadığımız ama bir çok şeyden haberdar olmadığımız bir ilk temas öyküsü ve cidden etkileyici olmu. Yazarın bakış açısı endişe verici nitelikte… İt Dalaşı cyberpunk için tecrübeli ellerden başarılı bir kurgu. Yakın zamanda gerçek olması en muhtemel öykü bu arada. Bir miktar VR her şeyi çözer. Kar bir dram öyküsü. Teknolojinin beklendiği gibi tatmin sağlama işlevinin nasıl da başarısız olduğuna bir kanıt. Kitabın son öyküsü Bir ise…

Eşine Az Rastlanır

Öykü derlemeleri konusunda çoğunca bireysel eserlerin yer aldığı, okunduğu, talep gördüğü piyasa içerisinde dikkate değer bir çalışma olmuş. Bilimkurgu türüne kazandırdığı eserler göz önüne alındığında İthaki Yayınları bu kitapta cidden başarılı bir çalışma ortaya koymuş. Derleme demişken korku ve tuhaf kurgu türlerine ait öykülerin yer aldığı Sarı Kral Öyküleri adlı kitap aklıma geldi. O da yine toplama bir eserdi ve hala türe yakın kiminle tanışsam tavsiye ettiğim bir kitap. Neyse biz konumuza dönelim.

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri içerisinde yirmi yedi öykü yer alıyor. Dönemler baz alındığında pek de homojen bir dağılım olmadığı aşikar. Çoğunlukla medya jenerasyonu öyküleri okuyoruz. Yeni Dalga yazarlarından daha fazla öykü okumak isterdim ki bence bilimkurgunun en başarıyla icra edildiği dönemdi. Bununla birlikte her öyküden önce yazarlara ait kısa biyografiler bulunuyor. Açıkçası neredeyse yarısını hiç duymadığım, okumadığımdan benim çok hoşuma gitti. İsimleri not ettim, zaman buldukça sahafların yoluna düşeceğim.

Çoğu İyi Güzel de

En başta bahsettiğim şu ‘en iyi’ meselesine daha eleştirel yaklaşmak istiyorum. Olmuş mu bu şimdi gibi bir şeyler yazmayacağım katiyen, sadece kendi damak tadımla karşılaştıracağım. Bunu biraz da kendim için yapıyorum. Zira okuduğumuz onca kitap içerisinde bireysel analiz yapmak ilerleyen okumalar için faydalı olabiliyor.

Kitabın ilk kısmında yer alan öykülerin neredeyse tamamında derleyen Orson Scott Card ile aynı fikirdeyiz. Cidden tekrar tekrar okusam da keyif almaya devam edeceğim eserlere yer vermiş. Hayal etmenin daha kolay ve teknolojinin daha kısır olduğu bir dönemde heyecan verici işler ortaya çıkarılmış. Kurgu okurken ilk amacı keyifli zaman geçirmek olan ben için tam isabet. Öte yandan cyberpunk’ı çok sevmeme rağmen son bölümdeki öykülerin hepsi bende aynı heyecanı uyandırmadı. Teknoloji ve daha da bilinçlenen insan fikri güzel ancak bu kitap için seçilen öykülerde yüzde elliye elli diyebileceğim oranda eğlendim. Gerçi Ateşi Keşfeden Ayılar başlı başına bir stand up şovuydu, amacı eğlendirmekmiş direk. Derleyen, kitap içerisinde aynı temaya ait ya da aynı fikre yakın eserler olmamasına dikkat ederek öyküleri seçmiş. Tekrara düşmemek, okuru sıkmamak amacıyla doğru hareket. Lakin yer yer heyecanı da düşüren bir yaklaşım olmuş.

Yedi yüz sayfa barajını aşan hacmi ile göz korkutma yeteneğine sahip kitap hiç de öyle ‘ağır’ değildi. Vurucu etkiye sahip bolca hikaye var, adrenalin sürekli yüksek. Öykü öykü şeklinde okuduğumuz için okuması hem rahat hem hızlı hemde her ortamda, zamanda okunacak bir eser. Romanın böyle bir dezavantajı var işte. Kontrol kitapta oluyor.

Çeviri ve Diğer Şeyler

Bilimkurgu olduğu zaman çeviri, eserin anlaşılabilrliğini baltadığında kitabı bırakıp koşarak uzaklaşmak istiyorum. Zamanında bir yayınevi bu konuda, kötü çeviri konusunda haklı bir ün kazanmıştı. Bu ara duruldular da gözlerimiz kanamıyor.

Bu kitap için çevirinin bambaşka bir özelliği var. Eserin künye kısmını geçtikten sonra içindekiler bölümünde bizi Çeviri Süreci Üzerine adlı bir yazı karşılıyor. Yazıda kitabın çevirisinin birden çok sayıda kişi tarafından yapıldığı, bu kişilerin Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim bölümü son sınıf öğrencileri olduklarını okuyoruz. Bir nevi okul bitirme, mezuniyet projesi gibi düşünün. Arzu Akbatur’un kaleme aldığı yazı -ki kendisi çeviri grubunun gözetmeni aynı zamanda- eserin bilimkurgu türü için yeni isimler kazandığına işaret ediyor olabilir. Kim bilir… Her şey bir yana söz konusu çeviri grubunda emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Akışkan, anlaşılabilir bir çeviri sunmuşlar.

Bilimkurgu Klasikleri serisi şuan ülkemiz edebiyatında yayında olan kuşkusuz en iyi bilimkurgu eserlerini bünyesinde barındırıyor. Dune ile başlayan ve otuzu geçen serinin -birincisi gibi- en özel kitapların birisi de kesinlikle Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri kitabı olmuş. Tecrübeli bir bilimkurgu yazarının derlediği, içerisinde türü seven herkesin tanıdığı tanımadığı yazarların birbirinden güzel öyküleri yer alıyor. Kütüphanenizde yer açmayı isteyeceğiniz bir eser olduğuna şüpheniz olmasın…

Bu yazı, "İthaki Kütüphanesi" adlı yazı dizimizin bir parçasıdır.

Yorumlar