Tuhaf Bir Kitap: Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları
-
Özlem Buket Duru
- Kitap
- 16 Ekim 2015
Karşınızda 2011’de Ransom Riggs tarafından yazılmış Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları, ya da orijinal adıyla Miss Peregrine’s Home for Peculiar Children. Kitap henüz bu sene İthaki tarafından çevrildi ve -benim gibi- merkezi bir yere gittiğinizde kitabevlerine dalıp çıkamayanlardansanız eğer, ilgi çekici kapağıyla mutlaka aklınızda yer etmiştir. Benim ilk dikkatimi çeken şey ciltli ve son derece şık basılmış oluşuydu. Kapaktaki ihtiyar suratlı, ayakları olması gerekenden 20 santim kadar yüksekte olan küçük kız çocuğu ise kitabı geceleri asla yatak odamda bulundurmama sebebim (Evet, hep salonda okudum!).
Şimdi bütün bunları es geçip bir süre hayal kurun; 16 yaşındasınız ve sarsılmaz bir sevgiyle bağlı olduğunuz tuhaf bir büyükbabanız var. Son derece renkli bir kişilik; hani dünyayı gezip her işe girmiş, her şeyi yapmış diyeceğiniz türden, sanal ortamın ağırlığı altında büyümüş her gencin özlemini çekeceği türden tecrübe kumkuması yaşlı bir adam. Size hikayeler anlatıyor ama Hansel’le Gretel filan değil, kendi başından geçmiş şeyler. Çoğu son derece eğlendirici olmakla birlikte, kendi çocukluğuna indikçe tuhaflaşıyor anlattıkları; ergenliğinin bir kısmını Galler’deki bir adada küçük bir yetimhanede geçirdiğini, orada çok özel ve tuhaf çocuklar olduğunu söylüyor. Üstelik çocuklar oradan ayrılamıyorlar, çünkü peşlerinde canavarlar var. Yetimhanedeki “bilge bir kuş” (Peregrine, Türkçe’si peregrin bir tür doğan demektir) onları koruyor. Kendisi bir şekilde oradan ayrılmış, bir aile kurmuş ama bir gün canavarların hala gelebileceğine inanıyor. Sonra bir de öğreniyorsunuz ki, büyükbabanızın silah dolu bir dolabı var. Canavarlar için. Anneniz ve babanızın üzüntü ve endişeyle anahtarlarını sakladıkları bir dolap.
Normal bir masal anlatıcısı, korkan çocuğuna şöyle diyecektir; “Hadi ama canım, biliyorsun ki gerçek değil bunlar, masal. Yatağının altında canavar filan yok. Şimdi zavallı annen artık yatmaya gidebilir mi?” Oysa Jacob’un büyükbabası Abraham Portman, torununa bunların gerçek olduğunu söylemekle kalmıyor, birlikte kaldığı tuhaf çocukların fotoğraflarını da kanıt olarak gösteriyor. Jacob küçükken bu fotoğraflara inanıyor, canavarlardan korkuyor tabii. Ancak büyüdükçe büyükbabasının ilginç değil kaçık, fotoğrafların montaj, anlattıklarının da gerçek olmadığına inanıyor tabii. Ta ki cesedini bulana kadar. Ta ki, cesedinin yakınındaki o yaratığı görene kadar.
Bundan sonra, Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları bir arayış hikayesine dönüşüyor; büyükbabasının dedikleri endişeli ailesinin gitmesinde ısrar ettiği terapist Dr. Golan’ın dediklerine karışıyor ve Jacob gerçeği arıyor. Kim bu Bayan Peregrine? O çocuklar gerçekten var mı? Peki ya canavarlar? Sonunda ailesini ikna ediyor ve baba oğul, gizemli ada Cairnholm’e doğru yola çıkıyorlar. Tabii bu işin sadece başlangıcı. Baba oğulun ne bulacaklarını söylemeyeceğim, okuyup görün. Sizi biraz Little Fears, birazcık X-Men, biraz da “Gizemli Ada” tadında çocuk kitabı soslu fantastik bir hikaye bekliyor.
Elbet içinizde anneannesiyle, dedesiyle büyümüş ya da ebeveynlerinin yoğun yaşamlarından ötürü yaz tatillerini onların yanında geçirmiş olanlarınız vardır. Benim böyle bir kaç arkadaşım oldu ve özellikle de bu akrabaları vefat ettiklerinde yüzlerinde oluşan yitip gitmişlik hissi bende karışık duygular yaratmıştı; özenmeyle birlikte böyle bir kayıp hissinden muaf olduğum için şükran duygusu denebilir. Kitabın baş karakteri Jacob’la -en azından başlangıçta- en çok bu tür insanların empati kurabileceğini sanıyorum. Ancak öyküdeki öğeler, özellikle Jacob ve babası adaya gittiklerinde iyice zenginleşiyor. Tanrıların unuttuğu bir adadaki ücra bir yetimhane bile tek başına kaş kaldırabilecek bir temayken, yazar size adanın yanında batmış Alman denizaltısından, gemi mezarlığından ve adada tek bir telefon olduğundan bahsedip şu videodaki Sarah Ellen’a çeviriyor.
Savaş görmüş hafif kaçık büyükbabalar yabancısı olduğumuz bir kavram değil, hele de gördüğü 2. Dünya savaşı ise ve Nazilerden kaçmışsa sürekli canavarların onu kovaladığını düşünmesi kadar doğal bir şey olamaz herhalde. Riggs, bu gerçeği kullanarak okuyucuyu iki arada bir derede bırakma taktiğini uyguluyor önce. Bunları yazarken bizim neslin ne tür kaçık büyükanne yahut büyükbabalar olacağımızı hayal etmek bile beni ürkütse de, Jacob tam da bizim büyüklerin hayran olacağı bir torun gibi davranıyor; anlayışlı, sabırlı ve sevgi dolu. Büyükbabası onu arayıp “peşinde olduklarını” söylediğinde hemen yanına gidiyor mesela. Bu kısımda Riggs büyükbaba Portman ile torununun duygusal bağını adeta gözümüze sokmuş, çünkü romanı “belayı yakın bir akrabadan miras almak” gibi etkisi hiç şaşmayan bir kurgu üzerine kuruyor.
Bu klasik bir yöntem olabilir, ancak burun kıvırtmak şöyle dursun, reklamcıların her şeyi daha ilginçmiş gibi göstermeye çalıştığı, ama hayatlarımızın gitgide monotonlaştığı günümüzde etkisini daha bile artırdığı söylenebilir. Kim patronuna “Eyvallah!” deyip ilginç bir aile büyüğünün peşinden bir maceraya atıldığını hayal etmek istemez ki? Tabii Jacob’un durumu biraz daha ballı, çünkü ailesi çalıştığı şirketin sahibi. Yine de romanda gözümüze sokulan bir başka nokta da, Jacob’un büyükbabasının kaybından kaynaklanan şok ve depresyonuna rağmen daima hayallerini kovalamayı seçecek ve kurumsal yaşama tekmeyi basacak bir karakter olduğu. Üstelik gördüğü fotoğraflar aynen sizin de karşınıza çıkıyor ve kitaba ilginiz artıveriyor.
Ancak bu noktada sizi uyarmam gerek. Başlarda modern bir gotik korku eseriymiş gibi görünen hikaye, sayfaları çevirdikçe kalıp değiştiriyor. Eğer bana bu romanın hangi janra ait olduğunu soracak olursanız, size net bir yanıt vermem mümkün değil. Her şeyden biraz var (“Ortaya karışık” bizim milletin motto’su olduğu için, burada da sevilmesi yüksek ihtimal). Zaten sanal ortamdaki çoğu tanıtımda insanların romanı sınıflandıramayıp “Tuhaf bir kitap işte!” diye işin içinden çıktıklarını okuyunca, ben de aynısını yapmakta bir sakınca görmedim. Bunu da biraz Ransom Riggs’in Mental Floss yazarlığına bağlamak lazım belki (Mental Floss’u bilim ve kültür ağırlıklı derlemelerden oluşan, envai çeşit iş konusunda “Nasıl Yapılır?” tarzı bilgiler veren bir dergi gibi düşünün; bizim çocukluğumuzdaki Contact’in ya da Square One’nin epey gelişmiş hali). Yazarın çok yönlülüğü, kitaba da yansımış durumda. Zaten Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları Riggs’in ilk romanı olmasına rağmen, ilk kitabı değil. Dikkatli okurlar eminim onun adını Nemesis’ten çıkmış Sherlock Holmes’ün El Kitabı’ndan hatırlayacaklardır.
Bir konu da çeviriyle ilgili. Okurken yazarın cümlelerinin karmaşık olduğunu, çevirmenin bazı cümleleri baştan şekillendirdiğini tahmin eder gibi oluyorsunuz (Bu kısmı orijinalini okuyunca güncelleyeceğim). Açıkçası orijinal isimdeki “mekan” algısı Türkçe başlıkta korunmadığı için kaşlarım çatılır gibi olduysa da genel olarak temiz bir çeviri olduğunu düşünüyorum (Kitabın adı 2013’te Sayfa 6 tarafından bu şekilde çevrildiği için İthaki aynısını kullanmak zorunda kalmış). Bir kaç yerdeki ifade bozukluklarına gözüm takılmadı değil, ama kitabın şahane baskısı, fotoğraflı sayfalara gösterilmiş özen bunu affettiriyor. Kitabın zaten koleksiyoncu bir yazardan çıktığı, kütüphanenizde güzel durması için tasarlandığı besbelli.
Bayan Peregrine’nin Tuhaf Çocukları, ilk başta bir fotoğraf albümü olarak düşünülmüş. Riggs bir fotoğraf koleksiyoncusu ve birikimini roman anlatımıyla değerlendirmeyi ona Quirk Books teklif etmiş. İyi ki de etmiş, çünkü insana ilginç vakit geçirten her şey, özellikle bugünlerde minnet duyma nedeni benim için. Hem İngiliz edebiyatı, hem de sinema eğitimi bulunan Riggs, anlatımı fotoğraflarla birleştirmiş ve bence bunu bir üslup haline getirmeyi başarmış. 80 doğumlu ve kitapla twitch arasındaki tüm geçişi görmüş birinden daha azını beklememek gerek. Adamın 200 senelik bir çiftlikte doğup büyüdüğünü de eklersek ve insanın çocukluğundan itibaren oluşturduğu görsellik musluğunun ilk anılarından geldiğini göz önüne alırsak, kimbilir o kafasının içinde daha ne malzemeler var. Ancak ilk romanı olduğunu da göze alarak edebiyat şaheseri beklemeyin, hatta demin bahsettiğim çok yönlülüğün derinleştiğini de düşünmeyin, sonra hikayenin gelişimini fazla basit bulup hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Riggs, kitabı gençler için yazdığını söylüyor zaten. Yine de, hayatının bir kısmı “Lovecraft tasvir yapamıyor!” diye düşünen insanlara laf anlatmaya çalışarak geçmiş biri olarak “Adam niye bu kadar sık fotoğraf kullanmış? Tasvir yapamıyor bence,” diyecek kişilerin çıkabileceğini hayal edebiliyorum. Kişisel fikrim ve umudum, Riggs’in fotoğraflar ve fragmanlarla desteklediği üslubunu daha da geliştireceği yönünde. Zaten -bildiğim kadarıyla çevirisi süren- devam kitabı Hollow City, serinin 3. kitabı Library of Souls ve yazarın Youtube’a attığı videolar da bu kanımı destekler nitelikte.
Aşağıda gördüğümüz video ise, yazarın Bayan Peregrine’nin evine benzeyen gerçek bir yeri bulabilmek amacıyla gittiği Belçika’da çekilmiş.
Riggs’in tarzı gelişecek ya da kabul görecek mi ben söyleyemem, buna okurlar karar verecek. Ancak çok iyi bir başlangıç yapmış gibi gözüküyor. İlk romanının filminin çekilmesi her yazara nasip olmaz.
Filmi Derken?
Evet, sıkı durun hem de Tim Burton çekiyor. Üstelik Bayan Peregrine rolünü Eva Green’in oynayacağı da kesinleşmş durumda. Jacob rolünde, yine yönetmenin özel isteğiyle Merlin ve Hugo’dan hatırlayacağımız Asa Butterfield var. Butterfield gözünüzde hala Hugo’ysa, son resimlerine bakmanızı öneririm. Kadrodaki bir diğer ağır top da Samuel L. Jackson, büyükbaba Abraham Porter’ı da Terrence Stamp canlandıracak. Belki bazılarına garip görünecek ama benim asıl merakım, Jacob’u daha ilk seanslarda yaratığın kendi zihninin hayal ürünü olduğuna inandırabilen hiper-süper psikiyatrist Dr. Golan’ın nasıl yorumlanacağı yönünde. Beklemedeyiz.