Tutuşan Sayfalar İçin Ağıt: Fahrenheit 451
-
Özge Nur Küskün
- Kitap
- 15 Mart 2015
İşte şimdi kitaplardan neden nefret edilip korkulduğunu anlıyor musun? Onlar yaşamın yüzündeki gözenekleri gösterirler.
Bu yüzden en iyisi yakmak… Hepsini yakmak.
Çünkü okuyan insan düşünür, hayal kurar. Düşünüp hayal kuran insan huzurludur, iç dünyasının dengesini kurmuştur. İnsan asırlar boyu yaşayarak ulaşamayacağı onca bilgi ve deneyime sayfalarca kitap vasıtasıyla ulaşır. Fikir dünyası yepyeni imgelerle canlanır, şenlenir, güçlenir. O kadar güçlenir ki, gücü elinde bulunduran için tehlike arz etmeye başlar. Bu noktada, “Cehalet iyidir,” der yöneten. Ve bir “algı yönetimi” başlar.
Ünlü Amerikalı yazar Ray Bradbury’nin, bir üniversite kütüphanesinde yarım saatliğine çok küçük bir ücret karşılığında kiraladığı daktiloyla yazmış olduğu hikâyeden türeyip gelişen en önemli eseridir Fahrenheit 451. Milyonlarca basılı sayfa ve milyarlarca sözcük arasında yazılmış bu hikâye, bir edebiyat âşığının en korkunç kâbusunu bu denli içten bir dille okuyucusuna anlatabildiği için bu kadar önemlidir belki de. Ülkemizde de İthaki Yayınları tarafından basılan Fahrenheit 451, distopya türünün en kuvvetli yapıtlarından biri olmayabilir belki, ancak anlatımındaki akıcılık ve böylesi bir gelecek ihtimaline karşı duyulan samimi dehşet hissini yansıtması bakımından apayrı bir yere sahiptir.
Ray Bradbury, mümkün olduğunca az düşünen, duygusal ve estetik değerleri bulunmayan, insanların dış uyaranlarla yönlendirildiği, her şeyin mekanikleştiği bir dünyadaki, tersine dönmüş bir itfaiye teşkilâtı çalışanı Guy Montag’ın hikâyesini anlatıyor bize. Guy Montag, bu soluk renkli dünyada en büyük tehlike olarak görülen kitapları ve yazılı materyalleri “yakarak” ortadan kaldıran bir teşkilâtta görev yapan itfaiyecilerden biridir. Teşkilât, düzenli olarak kendilerine gelen ihbarlar üzerine göreve çıkar ve içinde kitap bulunan evleri yakarak ortadan kaldırır, kitap bulunduranlar ise tutuklanır. Zaten toplu taşıma araçlarında sesli bir şekilde yinelenen reklâmlarla beyinleri yıkanan, evlerinin “yaşam odalarında” duvarlara boydan boya yansıtılan interaktif yayınlarla kendilerine sanal yaşamlar kuran, sürekli bir şekilde kulaklarına geçirdikleri deniz kabuğu şeklindeki radyolardan yayınlar dinleyen ve etraflarını mümkün olduğunca daha az görebilmeleri için olağan dışı süratle gezdikleri arabalarına bayılan insanların çoğu da kitaplardan çoktan vazgeçmiş durumdadırlar. Ancak Guy Montag, nedenini anlayamadığı bir mutsuzluğun pençesinde kıvranmaktadır.
Bir gece işten eve dönerken gördüğü genç bir kız, hayatını, mesleğini ve kararlarını yeniden gözden geçirmesine neden olur. Komşu evde oturan on yedi yaşındaki Clarisse, güneşin doğuşunu seyretmeyi, yağmurda ıslanmayı ve çiçekleri koklamayı çok sevmektedir. Geceleri dışarıda gezinen ve ailesiyle hâlâ, geceler boyu oturup sohbetler eden, şiirler okuyan bu genç kızdan duydukları üzerine zaten yeterince etkilenen Montag, en son gittiği görevde kitaplarıyla birlikte yanmayı seçen kadını da görünce kendini iyiden iyiye sorgulamaya başlar. Bir itfaiye görevlisinin yapabileceği en yanlış şeyi yapar ve yaşlı kadının evinden bir kitap alır. Üstelik bu, aldığı ilk kitap değildir.
Evlerinin oturma odasında (aslında evlerde bu odalar, tıpkı İngilizce anlamı “living room” gibi birer yaşam odası, başlı başına birer yaşam alanı haline gelmiştir) üç duvara yansıyan interaktif yayınlarla ve sürekli kulağında taşıdığı “deniz kabuklarından” dinlediği yayınlarla yaşayan karısı Mildred de, Montag’a hiç yardımcı olmaz.