The Gallerist – Sanat İçin Beyin Yakmaya Var mısınız?
Kutu oyunu piyasası, son yıllarda ciddi biçimde evriliyor. En önemli değişimlerden biri de yeni oyunların, tasarımcısının imzası ön plana çıkartılarak servis edilmesi. Kesinlikle olumlu bulduğum bir gelişme. Örnek vermek gerekirse, çocukluğunuzdan beri oynadığınız Monopoly ya da Risk’in tasarımcılarını kimse tanımaz ama kutu oyunlarını takip edip de Vlaada Chvátil’i ya da Uwe Rosenberg’i bilmeyen yoktur. Bu gibi isimler öyle bir yer edindi ki, yeni oyun çıkardıklarında artık kendi tanıtımlarını yapmak zorunda değiller, en popüler blog ve YouTube kanalları zaten incelemek için sıraya giriyorlar.
İşte Vital Lacerda da bu yolda hızla ilerleyen bir isim. Portekizli tasarımcı neredeyse her sene bir oyun çıkarıyor ve henüz büyük bir yayıncıyla çalışmadığı için de yaptığı oyunlar yok satıyor. Zaten hacimli olan oyunları, bir de az bulunduğu için fiyat olarak el yakıyor. Bu yüzden de özellikle ülkemizde Lacerda oyunlarına sık rastlamazsınız. Bugün size henüz yeni oynama fırsatı bulduğum, 2015 yapımı ve Lacerda oyunlarının en popüleri olan The Gallerist’i tanıtacağım.
Rakının Yanında İyi Gider: Lacerda
The Gallerist, bir Kickstarter kampanyası ile fonlanmış. Adı üzerinde, oyunda her oyuncu birer sanat galerisi sahibini canlandırıyor. Oyun temelde bir işçi yerleştirme, ticaret ve kaynak yönetimi oyunu, ancak oldukça modifiye edilmiş bir oynanışı var. Öyle ki benzeyen yegane oyunların, diğer Lacerda oyunları olduğu söyleniyor. The Gallerist, komplike mekanikleri olan, kurması uzun süren, bol kurallı ve de ancak oynadıktan sonra öğrendiğiniz mekanikleri olan bir oyun. Partilerde oynanması hayal dahi edilemeyecek oyunda, tur sırasında unutulabilecek o kadar çok kural var ki, en az bir kişinin 2-3 saat süren oyun boyunca pür dikkat olması gerekiyor.
Açıkçası bu kadar komplike pek çok oyun oynadım ve bilin ki eğer değecek bir oyun değilse bu zahmete bir daha katlanmak istemem. Ama BGG puanıyla da ilk 100’e giren The Gallerist, eğer ki bolca beyin yakmaya varsanız, buna değecek oyunlardan. Bunun da başlıca iki sebebi var: Birincisi, benim kişisel olarak önem verdiğim bir konu; temanın oyun esnasında hissedilir olması. The Gallerist bu açıdan tam puan alıyor. İkincisi ise stratejik derinlik ve denge. Denge açısından The Gallerist dört dörtlük bir oyun olmasa da derinliği çok yüksek. Ben size genel bir hissiyat vermesi açısından oyundaki konseptlere değinmek istiyorum, ancak kural detaylarına girmeyeceğim. Zira o kadar çok detay var ki, burada anlatmamın bir şey ifade edeceğini sanmıyorum.
Yukarıda gördüğünüz oyun tahtası, oyuncuların galerilerini temsil ediyor. Ana amacınız en çok parayı kazanmak. Bunu da yapmanın pek çok yolu var. Öncelikle aksiyon dinamiğine değinmek isterim, zira oyunun en farklı kısmı orada yatıyor. Oyunda normal olarak her oyuncu sırayla oynuyor ve sırası gelen oyuncu bir ana, bir de yan aksiyon yapıyor. Ama bunun dışında, başka bir oyuncu en son sizin yaptığınız ana aksiyonu yaparsa, o bitirdikten sonra bir ana ya da yan aksiyon da siz yapabiliyorsunuz (yarım tur diyebiliriz). Böyle değişik bir tur mekaniği var ve ciddi bir karışıklık yaratmakla birlikte hem stratejik derinlik katıyor, hem de tüm oyuncuları sıra onlarda değilken bile oyunda tutuyor.
Uyanık Olun, Sıra Her An Size Gelebilir!
Aksiyonları tek tek yazmayacağım, özetle sanat eseri alım satımı, yeni sanatçılar keşfetme ya da onların PR’ını yapma gibi toplamda yapılabilecek sekiz ana aksiyon var. Bu aksiyonları her oyuncuda birer tane olan galerici piyonlarınızı oyun tahtasındaki 4 lokasyondan birine göndererek gerçekleştiriyorsunuz. Dolayısıyla her bir lokasyonda iki aksiyon var. Bunun da anlamı şu; turunuzda bu iki aksiyondan birini yapıyorsunuz, arada size yeniden tur gelirse ve siz bir ana aksiyon yapmak isterseniz, o iki aksiyondan birini seçebilirsiniz. Özetle aksiyon seçerken sadece ne yapacağınızı değil, bir sonraki tur ne yapacağınızı da düşünmelisiniz.
Yan aksiyonlarda ise birden çok olan asistanlarınızla bazı bonusları çalıştırmak ya da haritadaki ziyaretçileri hareket ettirmek mümkün. Bonuslar ve ziyaretçiler de oyunun yine önemli mekanikleri. Ziyaretçiler üç farklı renkte. Pembeler ünlüleri, kahverengiler zenginleri, beyazlar da koleksiyoncuları simgeliyor ve bu üç farklı tür oyunun iki farklı kaynağına denk düşüyor. Bu iki kaynak da para ve saygınlık. Para, hem oyunu kazanmanızı sağlayan araç, hem de sanat eseri satın almak gibi aksiyonlarda kullanılıyor. Oyundaki en önemli şey ve kahverengi zengin ziyaretçiler size daha fazla para getiriyor.
Saygınlığı Bozuk Para Gibi Harcatan Oyun: The Gallerist
Saygınlık ile sanatçıları övüp, eserlerinin değerlerini artırabileceğiniz gibi, ihtiyacınız olduğunda saygınlığınızı harcayarak paraya ya da aksiyona dönüştürebiliyorsunuz. Özellikle yüksek saygınlık size bolca kapı açıyor. Tahmin ettiğiniz gibi ünlüler de saygınlığınızı artırıyor. Beyaz koleksiyoncular ise hem iki işe birden yarımşar olarak yarıyor hem de üzerine oynadığınız sanatçıların şöhretlerine bonus veriyor. Özetle şunu diyebilirim ki ünlüler oyunun ilk yarısında, zenginler ikinci yarısında daha efektifler. Beyazlar elbette daha değerli ama onları da limitli olarak alabiliyorsunuz. Bu ziyaretçileri hareket ettirirken farklı aksiyonlarda edindiğiniz biletleri kullanıyorsunuz ve başka bir oyuncunun kapısının önüne kadar çektiği ziyaretçiyi çalabilmek gibi oyuncuların birbirine karşı yaptığı eylemler de var.
Bonuslar ise çok çeşitli ve genellikle ya sabit bir ödül ya da yaptığınız yatırımlara göre değişen bir ödül veriyorlar. Bu kadar çeşitli bonusu ise kontrol etmek için başarılı bir ikonografi eklenmiş ve bir süre sonra gözünüz alıştığı için mevcut bonusları hızla seçebiliyorsunuz. Bu bonusları kollamak ve doğru yatırımları yapmak oyunu döndüren şey.
Oyunun tüm içeriği bu kadar da değil, daha uluslararası pazara ve açık artırmalara girmedim ama sanırım ana fikri almışsınızdır. Başta da dediğim gibi, gerek Lacerda’yı keşfetmek isteyenlere, gerekse ağır oyunları sevenlere The Gallerist’i tavsiye ederim. Ancak mutlaka sizinle aynı ciddiyeti gösterecek dört kişilik bir grup ve rahatsız edilmeyeceğiniz bir kaç saatlik bir zaman dilimi bulun ve ilk oyununuzun öğrenme oyunu olacağını hesaba katın. Mümkün olduğunda Lacerda’nın diğer oyunlarını, özellikle bu sene çıkardığı Lisboa’yı da mercek altına alacağım. Sizlere bol oyunlu günler diliyorum.