Kayıp Bir Jenerasyona Ses Veren Akım: Grunge
Grunge Fırtınası ve Sonrası
İlk oluşumların müzik listelerini kasıp kavurmaya başlamasıyla, “grunge” akımı ana akım medyada yerini bulur. Öyle ki bu akım, gençlerin müzik zevkini olduğu kadar giyim ve hayata bakış tarzını bile etkiler. Grunge müzisyenlerinin (esasen sadece, Seattle gibi bir yerde çok üşüdükleri ve paraları olmadığı için) üst üste giydikleri kalın oduncu gömlekler ve montlar, uzun asker postalları ve kirli, dağınık saç şekilleri, 90’lar gençliğinin görünümünü büyük ölçüde değiştirir. Ünlü yönetmen ve eski Rolling Stone müzik yazarı Cameron Crowe, 90’larda çektiği “Singles” filminde, çok sevdiği grunge müzisyenlerine rol verir (Filmde Matt Dillon’ın başarıyı yakalamaya çalışan grubunun üyeleri Pearl Jam üyelerinden oluşmaktadır). 80’lerde büyük çıkış yaşamış olan San Fransisco Bay Area thrash metal grupları ve L.A. glam metal grupları, grunge gruplarının elde ettiği büyük başarıdan olumsuz etkilenirler. (Evet, işte “metalci adamın” grunge sevmemesinin asıl nedeni budur). Zaten uzunca bir süredir (ki bu uzunca süre esasen İkinci Dünya Savaşı sonrasından başlar) hayattaki yerlerini sorgulamakta olan “X Jenerasyonu” tam anlamıyla bir kayıp gençliğe dönüşür. Bunda grunge gruplarının birçoğunun parçalarına hâkim karamsar hava ve varoluşçu ve depresif sözler kadar grup üyelerinin uyuşturucu maddelerle olan yakın ilişkileri ve sıkça yaşadıkları rehabilitasyon süreçleri de etkili olur. Grunge gruplarının bu karanlık yaşam tarzından etkilenen gençlere kötü örnek olduğu söylemleri de medyada yerini bulur ve cadı avına pek meraklı olan Amerikan medyası tarafından sıklıkla eleştirilir. Ancak tüm bunlara rağmen grunge grupları, gerek müzik otoriteleri, gerekse müzikseverler tarafından olumlu eleştiriler almış, müzik ortamlarını derinden sarsmış bir akımın mimarları olmuştur.
Grunge akımını takip eden “post-grunge” grupları arasında Chris Cornell’in Rage Against The Machine’le ortak projesi Audioslave, Avustralyalı grup Silverchair, Güney Afrikalı grup Seether, Kansas’lı grup Puddle of Mud, Los Angeles’lı grup A Perfect Circle, Kanada’lı grup Nickleback, DaveGrohl’un projesi Foo Fighters, Texas’lı grup Drowning Pool, vokal tarzıyla Eddie Vedder’la sıkça kıyaslanmış olan Florida’lı grup Creed, İngiliz grup Bush ve 3 Doors Down yer almaktadır.
Son Sözler
Ciddi bir rock müzik takipçisiyseniz, Grunge akımını başlatan gruplar arasında yer alan Nirvana, Pearl Jam, Soundgarden ya da Alice In Chains, hayatınızın bir evresinde mutlaka karşınıza çıkmıştır. Özellikle benim gibi müzik dinlemeye bu gruplarla başlamışsanız, bir yerde hayatınızı kurtaran bu insanlara, minnettarlığa çok benzeyen, hatta onun ta kendisi olan bir duyguyla bağlanır hale gelmiş de olabilirsiniz. Müzik konusunda, sınırları geniş bir zevk skalam olduğunu düşünürüm ama yine de müzikal beğenimi oluşturan çizgilerin dışına pek çıkmadan, ilgilendiğim tarzların yanında yöresinde dolanan grupları dinlediğimin de bilincindeyim. Buna karşın, grunge grupları benim için hep çok özel olmuştur. Bir yerlerden elime geçen ilk “karışık” Nirvana kaseti ve Kurt Cobain olmasaydı, Pearl Jam’in tüm tarzları kucaklayan tarzı ve Eddie Vedder’ın tamamen bana geçirdiği o hissiyatı olmasaydı, Alice In Chains’le kendimi yaşadığım dünyanın gerçekliğinden uzaklaştıramamış olsaydım, Soundgarden’la müzikal lezzetin 50 tonunu algılamamış olsaydım bugün hayatta, algısı pek de açılmamış biri olarak çok başka bir konumda olabilirdim. Grunge gruplarının, aynı bölgelerden çıkan ve aynı tarzı icra eden birçok grubun aksine birbirlerine her daim kol kanat germeleri ve adeta bir “brotherhood” oluşturmaları, dünyaya ve dünyanın siyasal ve sosyal durumuna eleştirel bakışları da birçok genç gibi beni de her daim etkilemiştir. Bu upuzun yazının sizleri de bambaşka dünyalara götürmesini, Seattle’lı çocuklarla tanışmanız için vesile olmasını umut ederek, destanımı sonlandırıyorum.
Müzikle kalın.